Türk devletinin egemenleri, bu yıl cumhuriyetlerinin 80. yılını kutluyor… Yine Kemalizm beyinlere şırıngalanıyor, yine Kemalist devrimin faziletleri anlatılmakla bitirilemiyor… Kuzey Kürdistan-Türkiyeli işçi ve emekçilerin, kadın ve erkeklerin, çocukların ve yaşlıların Kemalizme, Atatürk’e çok şey, hatta var olmalarını bile borçlu oldukları vb yönlü masallar anlatılıyor…
Kemalizmin, Kemalist iktidarın Kuzey Kürdistan-Türkiyeli işçi ve emekçiler için faşizm, Kürt ulusu ve milli azınlıklar için ulusal zulüm, baskı, katliam demek olduğu gerçeğinin üzeri örtülmeye çalışılıyor. Halklar hapishanesi Türkiye, “demokratik” bir Türkiye olarak yutturulmaya çalışılıyor.
Bu sayımızda İbrahim yoldaşın Kemalist devrim konusundaki tavrını değerlendirirken onun hatalarını aşıp Kemalist devrim ve iktidarı nasıl değerlendirdiğimizi –önceden okuyanlara yeniden hatırlatmak, bilmeyenlere de öğrenmeleri için– olumlu olarak ortaya koymak istiyoruz. Bu tavrımız, İbo’dan öğrenmek, hatalarını aşmak ve onu geliştirmektir de aynı zamanda. 6. Kongre’mizde ortaya koyduğumuz tezler şöyledir…
1) Kemalist devrim, sanayi proletaryasının ve onun örgütlenmesinin gayet güçsüz olduğu, emperyalist güçlerin doğrudan sömürgesi haline getirilmek tehlikesiyle karşı karşıya olan bir ülkede gerçekleşen bir üst tabaka devrimidir. Kemalist devrim, esasta ülkenin sömürge haline gelmesini engelleyen ve fakat emperyalizme bağımlılık ilişkisini söküp atmayan güdük bir antiemperyalist devrimdir.
2) Bu devrime, ülkeyi işgal eden yabancı emperyalist güçlere karşı mücadele içinde varılmıştır. Ülkenin Birinci Dünya Savaşı galipleri tarafından doğrudan sömürgeleştirilmesinden zarar görecek tüm sınıf ve katmanlar (yani ülkeyi işgal eden İngiliz-Fransız-İtalyan emperyalizminin kompradorları ve bunlarla ittifak içinde olan feodaller dışındaki tüm sınıf ve katmanlar) bu devrime katılmıştır. Devrimin esas ordusunu tabii ki işçiler, köylüler, emekçiler oluşturmuştur. Ve fakat önderlik burjuvazinin elindedir.
3) Kemalist devrimin önderleri, Osmanlı ordusu/bürokrasisi içinde önemli mevkilere sahip kişilerdir. Bunlar Osmanlı devletinde hakim olan sınıfların içindedir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletinin askeri yenilgisi ertesinde itilaf emperyalistlerinin Osmanlı devletinin geri kalan kesimini de işgal etmeleri, Osmanlı hakim sınıflarını bölmüştür. Bir bölüm, emperyalist işgali destekler veya ona hayırhah bakarken, bir diğer kesim emperyalist işgale karşı direniş bayrağına sarılmıştır. Sınıfsal olarak birinci pozisyon, işgalci güçlerin kompradorlarının ve onlarla ittifak içinde olan toprak ağalarının ve genel olarak alındığında da komprador burjuvazinin tavrıdır. İkinci tavır ise, işgalci emperyalist güçlerin kompradoru olmayan komprador ve toprak ağası kesimlerin, ulusal burjuvazinin, küçük burjuvazinin ve tabii işçi sınıfının ve emekçi sınıfların tavrıdır. Nitekim Kemalist devrim de, bütün bu sınıfların ittifakı temelinde, burjuvazinin önderliğinde gerçekleşen bir devrimdir.
4) Bir bütün olarak ele alındığında güdük antiemperyalist devrime damgasını vuran sınıf, güçlenmek için, yabancı boyunduruğundan kurtulmak ve kendi bağımsız devletine sahip olmak isteyen Türk milli burjuvazisidir.
5) Devrimin önderleri, burjuva nitelikleri gereği, emperyalist sistem içinde kendi kapitalist Türkiye’lerini yaratma hedefi peşindeydiler. Genelde emperyalizme karşı değil, emperyalist güçlerin Türkiye’yi bütünüyle sömürgeleştirmesine karşıydılar. Onlar, kendi işçilerini, köylülerini kendileri sömürmek amacı peşindeydiler. Onları güdük de olsa antiemperyalist kılan olgu, Türkiye’nin emperyalist güçler tarafından ve onların devamı olarak hareket eden Yunanistan tarafından işgali girişimiydi. Onlar, burjuva nitelikleri gereği, daha antiemperyalist savaş yılları içinde, savaşı emperyalist güçlerle yapılacak anlaşmalarla mümkün olan en kısa zamanda sonuçlandırmaya çalışmıştır.
6) Emperyalistler de aslında Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve içinde Türkiye ile ilgili olarak başlıca isteklerinin birçoğunu zaten elde etmiş durumdaydılar. Türkiye’nin elinden Suriye, Filistin, Mezopotamya ve emperyalistler için önemli olan diğer kimi bölgeler alınmış durumdaydı. Türkiye, 1919’da, 10-12 milyon nüfuslu küçük bir alana sıkıştırılmıştı. Emperyalizm için ne vazgeçilmez öneme sahip bir pazar, ne de belirleyici bir yatırım alanı durumundaydı. Esas önemi, Ortadoğu’daki jeostratejik yerinden kaynaklanıyordu. Diğer yandan, Avrupa emperyalist devletleri dünya savaşından yeni çıkmıştı. Orduları yorgun, emekçi kitleleri savaştan bıkmış durumdaydı. Bütün bu nedenlerle, emperyalistler de Türkiye’de savaşı uzun sürdürmekten yana değildi. Kurtuluş Savaşı denen savaş, bu yüzden daha çok emperyalistler adına şimdiki Türkiye’nin batı kesimini işgal eden Yunan güçlerine karşı bir savaş olarak yürüdü.
7) Kemalistlerin daha savaşın başında emperyalistlerle anlaşma girişimleri, emperyalist güçlerin tam teslimiyet talebi karşısında boşa çıkmış, Kemalistler emperyalist işgale karşı savaşmak ve bu savaşta, emperyalistler dışında ittifak arayışına girmek zorunda kalmıştır. Kemalistler bu müttefiki, Türkiye’de Kemalistlerin önderliğinde gelişen ulusal kurtuluş mücadelesini proleter dünya devriminin bir yedek gücü olarak kavrayan genç Sovyetler Birliği’nde (Sovyet Rusya, BN.) bulmuştur. Türkiye’de gelişen ulusal kurtuluş savaşı gerçekten de dünyanın biricik sosyalist devletine karşı her yandan saldıran emperyalist cepheyi zayıflatmış ve Sovyetler Birliği’ne (Sovyet Rusya’ya, BN.) objektif olarak destek sağlamıştır. Sovyetler Birliği de (Sovyet Rusya, BN.), kendisi çok kötü durumda olmasına rağmen, Kemalist Türkiye’ye pratik olarak silah yardımı ve maddi yardımda bulunmuştur. Karşılıklı çıkarlar, Kemalist Türkiye ile Sosyalist Sovyetler Birliği arasındaki ittifakın maddi temelini oluşturmuştur.
8) Kemailstler, Kurtuluş Savaşı’ndan askeri zaferle çıkıp, emperyalistlerle barış anlaşmaları imzaladıktan sonra, emperyalist güçlerle ilişkileri giderek artmıştır. Fakat, Sovyetler Birliği ile de iyi ilişkiler uzun süre korunmuştur.
9) Kemalist hareket, en başından itibaren, özünde işçilere, köylülere düşman bir burjuva harekettir. İşçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi, Kemalistler en başından itibaren işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesine karşı çıkmışlar ve onu engellemek için her yola başvurmuşlardır. Kemalistlerin 1920’li yılların başlarındaki kimi “sol” söylemlerinin esas amacı, gelişme imkanı olan bir komünist hareketin sivri ucunu törpülemek ve gelişmesi muhtemel bir komünist hareketi en başta kontrol altına almak ve bunun yanında da Sovyetler Birliği’nin desteğini sağlamaktır.
10) Kurtuluş Savaşı Türkiye’sinde ne işçi sınıfının nicel gücü ve ne de onun bilinç ve örgütlenmesi, Kemalistlerin Kurtuluş Savaşı’ndaki önderliğini ve sonraki olası bir iktidarını gerçekten tehdit edecek seviyede değildi. Kurtuluş Savaşı Türkiye’sinde iktidar mücadelesi, esas olarak Türk ticaret burjuvazisinin ve kapitalist köylülüğün (bir başka deyimle milli burjuvazinin) temsilcisi olan Kemalistlerle, emperyalist işgalciler ve onların uzantıları olan güçler arasında yürüyordu. Kemalistler, aynı zamanda doğrudan işgale karşı olan komprador ve toprak ağası kesimleriyle de ittifak içinde bulunuyor, onların da çıkarlarını savunuyordu. İşçi sınıfı, yoksul köylülük, ulusal mücadelede çıkarı olan diğer sınıf ve katmanlar da Kemalistlerin önderliğinde katıldılar kurtuluş savaşına.
11) Kurtuluş Savaşı, esasta Türk burjuvazisinin bir ulusal devrimi olmasına rağmen, Türk olmayan müslüman milliyetler de, en başta Kürt ulusu da Kemalistlerin önderliğinde bu savaşa katılmıştır. Bunda Kurtuluş Savaşı’nın müslüman olmayan milliyetlere (Ermeni ve Rumlara) karşı yönelen bir din savaşı görünümüne bürünmesinin de rolü olduğu gibi, esas neden, Kemalistlerin Türk olmayan müslüman nüfusa vaat ettikleri somut çıkarlardır. Bunlar arasında ulusal hak vaatleri de vardır.
12) Kemalist devrim, emperyalistlerin doğrudan sömürgeci işgalini kıran ve Türk burjuvazisinin önderliğinde bir devletin kurulmasıyla amacına ulaşan bir ulusal devrimdir. Burjuva önderliği, ulusal devrime güdük antiemperyalist bir nitelik vermiş, doğrudan emperyalist sömürgeci işgal kaldırılmasına rağmen, emperyalizme bağımlılık ilişkisi sökülüp atılmamış, savaşla kazanılan relatif bağımsızlık, Sovyetler Birliği’nin bu bağımsızlığın korunması için yaptığı yoğun desteğe rağmen, süreç içinde adım adım yitirilmiştir.
13) Kemalist devrim, ulusal devrimi demokratik devrimle tamamlamamıştır. Tersine o, 1920’lerin Kuzey Kürdistan-Türkiye’sinde demokratik devrimin özü olan köklü bir toprak/tarım devrimi imkanına karşı gelişmiştir. Bunun böyle olması anlaşılır bir şeydir de: Kemalist devrime feodallerin hiç de küçümsenmeyecek bir bölümü katılmıştır. Kurtuluş Savaşı’na katılan bu feodaller daha sonra kurulan Kemalist iktidarda yerlerini almıştır. Feodalizmin tasfiyesi yönünde kimi adımlar atılmış olsa bile (üstyapıda hanedanlığın kaldırılması, halifeliğin kaldırılması, ekonomide aşar vergisinin kaldırılması) hiçbir zaman devrimci bir tasfiye hareketine girişilmemiş, Kemalist iktidara destek veren ya da doğrudan karşı çıkmayan feodal kesimler varlıklarını sürdürmüşlerdir; bunların bir bölümü de zaten iktidardadır.
14) Kemalistler, kendi siyasi iktidarlarını kurmak ve sağlamlaştırmak için devlet yapısında bazı köklü reformlara gitmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin ilanı, halifeliğin kaldırılması, kadınlara seçim hakkı, vb. böyle köklü reformlardır. Bunlar üst yapıda burjuva demokrasisi yönünde atılan önemli adımlardır. Ve fakat, altyapıda köklü reformlarla tamamlanmayan bu adımlar, sonuçta kimi burjuva demokratik üstyapı kurumlarının içi boşaltılarak, şeklen alınması anlamına gelmiştir.
15) Kemalist devrimin sonuçları şunlar olmuştur:
İktisadi alanda:
Sömürge-yarısömürge–yarıfeodal yapı, yerini yarısömürge-yarıfeodal yapıya bırakmıştır. Yani sömürge olma tehlikesi savuşturulmuş ve fakat yarısömürge-yarıfeodal yapı devam etmiştir. Kuşkusuz emperyalizme bağımlılık olgusu, Kurtuluş Savaşı öncesine göre hafiflemiş durumdadır ve fakat varlığını sürdürmektedir.
Sosyal alanda:
Eski, müslüman olmayan milliyetlere (öncelikle Ermeni/Rum) mensup komprador burjuva kesimlerin ve bunlarla ittifak içinde olan feodallerin, bürokrasinin, ulemanın emperyalist işgale destek veren veya ona karşı hayırhah bir tavır takınan kesimlerinin hakimiyetine son verilmiştir. Ermeni ve Rum nüfus üzerindeki katliamlarla ve sürgünle komprador burjuvazinin bu kesimi tasfiye edilmiştir. Bu tasfiye işinde, Kemalizmin Türkçü, ırkçı ideolojisi, şovenist siyaseti açıkça kendini göstermiştir. Tasfiye edilen sınıfların hakim mevkiini, emperyalist işgale karşı savaş yürüten burjuva ve feodal kesimler ele geçirmiştir. Bu güçler içinde, Osmanlı bürokrasisinin üst kesiminden gelen ve öncelikle Türk milli burjuvazisinin çıkarlarını savunan Kemalist subaylar önderliğe sahiptir.
Politik alanda:
Osmanlı Hanedanlığı çıkarlarıyla birleştirilmiş olan meşrutiyet idaresinin yerini, burjuvazinin çıkarlarına en iyi cevap veren idare, burjuva cumhuriyeti almıştır. Ancak burjuva cumhuriyetinin Batı’da demokratik devrim sonucu yaratılmış olan kurumları TC devletinde şeklen alınmış ve despotizmde hanedanlık dönemini aratmayan bir yönetim biçiminin üzerine geçirilen bir maske işlevini görmüştür.
Kemalist diktatörlük, esasta Sovyetler Birliği’nin yardımları sayesinde ve Kuzey Kürdistan-Türkiye üzerinde hakimiyet konusunda birbiriyle dalaşan emperyalist güçler arasındaki çelişmelerden de yararlanarak belirli bir süre emperyalizmin doğrudan uzantısı olmayan, relatif olarak bağımsız bir dış politika izlemiştir. Kemalist Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na dek ve İkinci Dünya Savaşı’nda da pratikte Sosyalist Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalizmin bir saldırı üssü olmamıştır.
Kemalist diktatörlük, takriben 1925; Takriri Sükûn Kanunu döneminde, içte iktidarını belli ölçülerde sağlamlaştırdığı andan itibaren, açıkça kendine karşı hiçbir gerçek muhalefete (burjuva anlamda da) izin vermeyen, açık terörü yönetim biçimi olarak seçen ve kullanan askeri faşist bir diktatörlüktür. Bu askeri faşist diktatörlüğe feodallerin iktidar ortağı olması ve cebirin feodal biçimlerinin yoğun kullanımı daha barbar bir görünüm kazandırmaktadır. Bu diktatörlük işçi hareketini, komünist örgütlenmeyi her zaman faşist yöntemlerle bastırmıştır. Parlamento ve burjuva cumhuriyetinin bütün diğer kurumları, Kemalist faşist diktatörlüğün yüzüne geçirilen bir maske olmuştur.
16) Kurtuluş Savaşının ertesinde, Türkiye’de ikili iktidara son verildikten ve Kemalistler iktidara bütünüyle hakim hale geldikten sonra, Türkiye’de devrimin başdüşmanı (devlet iktidarını elinde bulunduran) Kemalist iktidardır. O dönemde komünist hareketin görevi; hakim mevkiini kaybeden eski komprador burjuvazi ve toprak ağaları kliklerine karşı Kemalistlerin kuyruğuna takılmak değil (TKP’nin devrimi savunmak adına pratikte yaptığı, esasta bu olmuştur), Kemalistlerin işçi-köylü düşmanı burjuva iktidarını devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde ve işçi-köylü temel ittifakına dayanan demokratik halk diktatörlüğünü kurmak için mücadeledir; bu hedef için işçileri-köylüleri aydınlatmak, örgütlemek, devrime hazırlamaktır.
Komünistler; Kemalist diktatörlükle, ondan daha gerici burjuva ve feodal kesimlerin iktidar dalaşında, bunların hiçbirinin yanında yer almamalı, bağımsız bir güç olarak bu dalaştan yararlanmaya çalışmalıydılar.
17) Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan Kemalist diktatörlük şartlarında, burjuvazi, ekonomik gelişmelere de bağlı olarak, süreç içinde ayrışmaya başlamış, bir yandan en baştan beri devlet içinde yer alan Türk kompradorlar güçlenmiş, diğer yandan devlet desteğiyle de büyüyen ulusal burjuvazinin bir bölümü, emperyalistlerle ilişki içinde giderek kompradorlaşmıştır. Bu kesimin çıkarları, temsil ettikleri emperyalist tekel ve devletlerin çıkarlarıyla bütünleşmiştir. “Kompradorlaşan” bu kesim içinde değişik emperyalist güçlerin uzantıları arasında da ayrışmalar olmuş, bunlar siyasete de yansımıştır.
Bu kesimlerin siyasi iktidar içinde ağırlığı sürekli olarak artmış, 1930’lu yılların sonuna gelindiğinde, siyasi iktidar esas olarak bu işbirlikçi kesimlerin temsilcilerinin eline geçmiştir. 1930’lu yılların sonlarında, artık “ulusal burjuvazi” iktidarda şu veya bu komprador kesimin yedeği olarak yer alma durumundadır. CHP, burjuvazinin tek partisi olduğundan, bütün burjuva ve kesimlerin siyasi çatışmaları bu devlet partisi içinde yaşanmıştır. Kemalizm, resmi devlet ideolojisi olarak kabul ve ilan edildiğinden de, birbiriyle çelişen bir dizi siyaset, Kemalizm adına uygulanmıştır. Burjuvazinin her kesiminin kendine özgü bir Kemalizm’i vardır. Fakat hepsinin Kemalizm’inin ortak olan noktaları da vardır: İşçi-köylü düşmanlığı, karşıdevrimcilik, Türk ırkçılığı, büyük Türk şovenizmi; demokrasi adına faşizm savunulması ve uygulanması gibi…
18) 1930’lu yılların sonundan, savaşın Almanya aleyhine döndüğünün kesinleştiği döneme dek, siyasi iktidarda Alman emperyalizminin işbirlikçisi kesim ağırlıktadır. Bu hakim klik, İkinci Dünya Savaşı yıllarında koyu bir faşizm uygulamış ve vurgunculuk politikası yürütmüştür. Bu klik, içerde işçi sınıfı dahil bütün demokratik güçlere, dışarda da SSCB ile İngiltere-Fransa-ABD’nin kurduğu “Anti-Hitler Koalisyonu”na karşı Alman faşizminin saflarında yer almış, Türkiye’nin Almanya’nın yanında savaşa girmesi için çok uğraşmıştır. Fakat gerek dünyadaki güçler dengesi, gerekse Türkiye’de hakim sınıfların diğer kesimlerinin daha dikkatli bir siyaset talepleri, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Alman faşistlerinin yanında savaşa girmesine engel olmuştur.
19) İkinci Dünya Savaşı, Türkiye’de burjuvazinin hem ekonomik hem siyasi alanda ayrışmasını daha da hızlandırmış, gerek Almancı kesim, gerek İngilizci-Amerikancı-Fransızcı kesim savaş vurgunlarıyla daha da büyümüş, aralarındaki iktidar dalaşı da giderek sertleşmeye başlamıştır. Bu iktidar dalaşında İngiltere-Fransa ve en başta da giderek güçlenen Amerikancı kesim, Almancı kesime karşı siyasi alanda “demokrasi” savunucusu pozlarına bürünmüştür. Burjuvazinin kendi içindeki bu iktidar dalaşı, o zamana kadar burjuvazinin tek partisi olan, devlet partisi CHP’yi bölünmeye götürmüş, CHP içinden çıkan DP, 1950’de yapılan seçimlerle siyasi iktidarı ele geçirmiştir. DP’nin seçim zaferinde, halkın CHP içindeki Almancı kesimin faşist diktatörlüğüne karşı İkinci Dünya Savaşı’nda biriken nefretinin ustaca kullanılması başrolü oynamıştır.
20) 1950’deki iktidar değişikliği, işbirlikçi büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının değişik kesimlerinin arasındaki bir iktidar değişikliğidir. Amerikancı kesim iktidarı ele geçirmiştir. Türkiye’de ABD’nin egemenliği başlamıştır. Bu dönemde, DP’nin “demokrasi” demagojisi, orta burjuvaziyi ve küçük burjuvaziyi olduğu gibi, yer yer zaten güçsüz olan ve kendine komünist diyen kimi “solcu”ları da kendi kuyruğuna takabilmiştir.
21) Proletaryanın ve küçük burjuvazinin muhalefetini kendi potasında eriten kararsız orta burjuvazi, bu muhalefeti bir müddet DP’nin kuyruğuna taktıktan ve DP’nin de sadece sözde demokrat olduğu pratikte görüldükten sonra –1957 civarı–, onun faşist uygulamaları karşısında, muhalefetteki CHP’nin kuyruğuna takılmıştır. Proletarya önderliğinde, bağımsız ve güçlü bir halk hareketinin yaratılamamış olması, işçi sınıfının, emekçi halkın ve demokratik unsurların muhalefetinin işbirlikçi büyük burjuvazi ve toprak ağası kliklerinin bazen birini, bazen diğerini iktidara getirmeye yarayan bir kaldıraç gibi kullanılmasına yol açmıştır.
22) Muhalefetteyken demokrasi havarisi kesilen işbirlikçi büyük burjuvazi ve toprak ağası klikleri, iktidara geçtikleri zaman faşizmin azgın uygulayıcıları olmuştur.
23) 1950’den de bu yana Kuzey Kürdistan-Türkiye’de olan şu veya bu hükümetin yerine bir başkasının ister seçimle, ister askeri darbeyle işbaşına gelmesi biçiminde gerçekleşen siyasi iktidar değişiklikleri, son çözümlemede hakim sınıfların –yani işbirlikçi burjuvazinin ve toprak ağalarının– çeşitli kesimlerinin kendi içlerindeki iktidar değişiklikleridir.
24) 1960’ta, 27 Mayıs darbesini yapan Kemalist subayların çoğunluğu, gerçekte Türk milli burjuvazisi ve küçük burjuvazinin çıkarlarını savunmaktadır. Fakat darbenin gerçek sonucu, Amerikancı DP iktidarının kısa süre için iktidardan uzaklaştırılması, yerine CHP’nin örtülü iktidarının yeniden kurulması olmuştur. Emperyalizme bağımlılıkta değişen bir şey yoktur (NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız açıklaması, cuntanın ilk açıklamalarından biridir). İktidarın sınıf niteliğinde değişen bir şey yoktur. Askeri darbeyi gerçekleştiren subayların çoğunluğu orta ve küçük burjuvazinin temsilcileri olmasına rağmen, iktidar komprador burjuvazi ve toprak ağalarının bir kesiminin temsilcilerinin elinden bir diğerinin eline geçmiştir. Olan, yalnızca bir süre siyasi iktidara hakim kliğin değişmesidir.
25) Komünistlerle Kemalistler arasındaki ilişki, ancak can düşmanı iki sınıfın temsilcileri arasındaki ilişki olabilir: Düşmanlık. Proletaryanın ve emekçi yığınların can düşmanı Kemalist diktatörlüğe karşı ilkesel düşmanlık siyaseti, Kemalist devrimin kimi kazanımlarını yok saymak anlamına gelmez. Sağ Kemalistlere karşı “sol” Kemalistlerle ittifak, dinci gericilere karşı Kemalist devletin savunulması vb., Kemalistlerin bir kesimini demokrasi mücadelesinde ittifak kurulabilecek bir güç olarak değerlendirmek vb. yanlıştır.
26) Emperyalist kuşatma altında sosyalizmi bir ülkede inşa etmeye çalışan genç Sovyetler Birliği (Sovyet Rusya, BN), güdük de olsa antiemperyalist bir savaş sonucu kurulan Kemalist Türkiye’nin yeniden emperyalizmin tam güdümüne girmemesi için ona büyük destek vermiştir. Sovyetler Birliği’nin komşusu olan Türkiye’nin, Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkisi içinde olması, Sovyetler Birliği’nin, dolayısıyla da proleter dünya devriminin çıkarınadır. Bu yüzden Sovyetler Birliği’nin Kemalist Türkiye ile dostça ilişkiler geliştirmesi, ona maddi yardımda bulunması vb. anlaşılır ve doğru bir siyasettir. Dostluk ilişkileri, Sovyetler Birliği tarafından değil, İkinci Dünya Savaşı ertesinde yerini açıkça Sovyetler Birliği’ni yıkma mücadelesi saflarında belirleyen Türk hakim sınıfları tarafından bozulmuştur.
27) Proleter dünya devriminin merkezi örgütü olan Komünist Enternasyonal (Komintern), sorunlara tek tek ülkelerdeki devrim bakış açısıyla değil, proleter dünya devriminin genel çıkarları bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Proleter dünya devriminin genel çıkarları açısından, Komintern’in varolduğu yıllarda, bütün dünyada tek sosyalist devlet olan Sovyetler Birliği’nin yaşatılması, onun saldırılara karşı savunulması temel sorundu. Komintern’in bu tavrı, birçok burjuva ideologu yanında sosyalist, komünist olma iddiasında olan birçokları tarafından da, Komintern’in Sovyetler Birliği’nin dış politikasının bir aracı olduğu şeklinde suçlanmıştır. Bu suçlama, gerçekte, Sovyetler Birliği gibi bir üssün yaşatılmasının proleter dünya devrimi açısından muazzam önemini ve bunun merkezi görev olduğunu kavramayan bir saldırıdır.
28) Komintern’in haklı ve doğru olarak Sovyetler Birliği’nin yaşatılmasını merkeze koyan merkezi siyaseti, tek tek ülkelerde bire bir alınıp uygulandığında, ülke devriminin geliştirilmesinin çıkarlarıyla çelişebilir. Bu yüzden, tek tek ülkelerde Komintern Seksiyonlarının görevi, Komintern’in merkezi siyasetini ülkeye bire bir uygulamak biçiminde olamaz. Her ülkede, Komintern Seksiyonlarının temel görevi, o ülkede devrimi gerçekleştirmektir. Sovyetler Birliği’ne yapılacak en büyük destek de budur.
Örneğin: Komintern, İkinci Dünya Savaşı’nın öngününde, Sovyetler Birliği’ne Hitler Almanyası’nın saldırısını erteleyen “Almanya-Sovyetler Birliği Saldırmazlık Paktı”nı selamlamış, savunmuştur. Fakat bu, hiçbir şekilde örneğin Almanya’da devrimin başdüşmanının Nazi Alman devleti olduğu ve onun yıkılması mücadelesinin esas mesele olduğu gerçeğini değiştirmez. Sovyetler Birliği’nin Almanya ile yaptığı saldırmazlık paktı, Alman komünistlerine Nazilere saldırmazlık paktı yapma yükümlülüğü getirmez; tam tersine, Sovyetler Birliği’ne en büyük destek ancak Almanya’da devrim mücadelesi yükseltilerek verilebilir.
29) Komintern, Kemalist Türkiye’ye öncelikle onun uluslararası alanda oynadığı olumlu rol açısından yaklaşmış; Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Kemalist diktatörlüğe karşı proletarya önderliğinde bir devrim olasılığının küçük olmasından da yola çıkarak, Kemalist Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne karşı bir saldırı üssü olmamasını onun değerlendirilmesinde çıkış noktası almıştır. Komintern, bu yaklaşımı dolayısıyla, Kemalist diktatörlüğün içte oynadığı karşıdevrimci rol üzerinde fazla durmamıştır. Kemalist diktatörlük, Komintern tarafından merkezi düzeyde hiçbir dönem faşist bir diktatörlük olarak da değerlendirilmemiştir. Kemalist diktatörlükle, onun andaki esas alternatifi olan diğer burjuva-feodal klikler arasındaki iktidar dalaşını Komintern, bu bakış açısıyla (Kemalist) devrim ve ilericilikle, karşıdevrim ve gericilik, burjuvaziyle feodalizm arasında çatışma olarak değerlendirmiştir. Bu değerlendirme, bir yanıyla doğru olmasına rağmen, Kemalizm’e karşı işçi sınıfı, köylülük ve emekçilerin eğitilmesi açısından, Kemalizm’in ilerici, devrimci, antiemperyalist yanını abartan bir rol oynayarak zararlı olmuştur. Yine bu bakış açısıyla, Kürt ulusal ayaklanmalarında var olan haklı ulusal yan, ulusal baskıya karşı çıkan yan da yeterince ortaya konmamıştır.
30) Komintern’in Türkiye seksiyonu olan TKP, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Kemalist iktidarın proletarya önderliğinde bir devrimle yıkılması yönünde bir siyaset doğrultusunda çalışacak yerde, Komintern’in kemalizm karşısındaki genel siyasetini bire bir uygulamaya çalışmış, pratikte aslında sınıf uzlaşmacısı ve Kemalizm kuyrukçusu bir siyaset geliştirmiştir. bunun sonucunda, çok uzun yıllar Türkiye komünist hareketi sürekli Kemalizm’den etkilenmiş ve onun kuyruğunda hareket etmiştir.
31) Kuzey Kürdistan-Türkiye komünist hareketinde Kemalizm’e kuyrukçuluk siyasetini yıkan İbrahim Kaypakkaya’dır. O, 70’li yılların başlarında, bütün sol içinde Kemalizm’in hakim olduğu bir ortamda, Kuzey Kürdistan-Türkiye devriminin başdüşmanının Kemalist diktatörlük olduğunu tespit ederek, Kemalist diktatörlüğün ve Kemalizm’in Kuzey Kürdistan-Türkiye devrimi açısından bir müttefik değil, esas saldırı hedefi olduğunu tespit ederek Kemalizm kuyrukçuluğuna yıkıcı bir darbe vurmuştur. İbrahim Kaypakkaya, Kemalizm konusunda esasta doğruları savunmuştur. Kuzey Kürdistan-Türkiye devrimi ve sınıf mücadelesi açısından, Kemalizm’e yaklaşımda İbrahim Kaypakkaya bir anlamda milattır! Onun, Kemalizm değerlendirmesinde düştüğü kimi sol hatalar (örneğin, Kemalist devrimde önderliğin Türk komprador burjuvazi ve toprak ağalarının elinde olduğu tespiti ve bunun gerekçelendirilmesi), sınıf mücadelesi açısından pratikte fazla önemi olmayan, teorik düzeyde kalan hatalardır ve onun özde ve esasta haklı olduğu gerçeğini değiştirmez!
(Bolşevik
Partizan,
sayı 111, sayfa 23-27)