Çıktı, çıkıyor derken, Türk hakim sınıflarının meclisi 7 Ekim 2003 tarihli oturumda AKP hükümetine Irak’a asker gönderme yetkisi veren tezkereyi onaylayarak aylardır süren tartışmaya son noktayı koydu: İki çekimser, 183 ret oyuna karşılık 358 oyla tezkere kabul edildi.
Bu yetkiyle hükümet Türk askerini bir kez daha işgal gücü olarak bu kez Irak topraklarına sürebilecek!
ABD ve İngiltere öncülüğündeki emperyalist koalisyon “terörizme karşı mücadele” adına Irak’ı işgal edip Saddam rejimini devirdikten sonra, Irak’ta tam hakimiyeti sağlamaya ve kendi denetimlerinde bir iktidar oluşturmaya çalışıyorlar. Bu amaçla işgalci güçler bir yandan kukla bir yönetimi işbaşına getirirken, diğer yandan Irak emekçilerine yönelik baskı, yıldırma ve sindirme amaçlı saldırılarını sürdürüyorlar.
Saddam rejimi yıkılmasına ve yeni bir geçici yönetim oluşturulmasına rağmen, Irak’ta işgale karşı direnişler de sürüyor, ABD ve İngiliz işgalci güçlerine yönelik askeri saldırılar da devam ediyor. Hemen her gün bir veya birkaç ABD veya İngiliz askeri tabutlar içinde ülkelerine gönderiliyorlar.
ABD ve İngiliz askeri güçlerine yönelik saldırıların sürmesi ABD ve İngiltere açısından rahatsızlık yaratıyor. Anketlere göre Amerikan kamuoyunda Irak’taki işgale ve işgal kararı alan, uygulayan başta George W. Bush olmak üzere Amerikan yönetimine verilen destek azalıyor; İngiltere’de ise Blair’in işgalin başlangıcında kamuoyunun desteğini kazanmak adına çevirdiği bir dizi dolabın da ortaya çıkmasıyla, Blair hükümetine karşı tepkiler yoğunlaşıyor.
Bu gelişmeler ABD ve İngiltere’yi yeni açılımlara başvurmaya zorluyor.
Bu açılımlardan birisi uluslararası arenada diğer emperyalist büyük güçleri işgale katmanın yolunu açmak için Birleşmiş Milletler’i devreye sokmak ve BM üzerinden diğer ülkeleri kendilerine destek vermeye çağırmak oldu. ABD –İngiliz koalisyonunun tek başlarına Irak’ı işgal etmesi ve “deveyi hamudu ile yutmak” istemesi karşısında işgale başlangıçta destek vermeyen “hatırı sayılır” güçler –Almanya, Fransa, Rusya vd.– ABD ve İngiltere’nin son “işgale destek sunma” talebine de şimdilik “hayır” yanıtı verdiler. Elbette ABD-İngiliz koalisyonunun yanında yer almayan ve son olarak “işgale destek” talebine “hayır” yanıtı veren sözkonusu emperyalist güçlerin derdi, bir başka ülkenin işgaline karşı olmak vs. değildi. Nitekim iyi bir pay karşılığında bu güçler Somali, Afganistan vb. örneklerinde olduğu gibi bu tür işgallere destek vermekten geri durmuyorlardı. Ama Irak farklıydı: ABD bu ülkedeki rantı tek başına yemek, Ortadoğu üzerinde hakimiyetini pekiştirmek ve bölgeyi tek başına denetlemek istiyordu, istiyor. İngiltere de –aslan payını ABD’ye bırakmak koşuluyla– ABD’nin yanında pastadan bir pay kapmak ve bölgede etkinliğini sürdürmenin hesaplarını yapıyor. Bu durumda ABD–İngiltere koalisyonu dışındaki güçlerin bu işgal eylemine katılmakla fazla bir kazançları olmayacaktı. Bu yüzden, şimdilik kaydıyla “hayır”ı yapıştırdılar. (Şimdilik kaydıyla diyoruz, çünkü eğer ABD ve İngiliz emperyalist koalisyonu birtakım tavizler vermeye yanaşırsa bu güçlerin bölgeye asker gönderme de dahil, işgale destek vereceklerinden kimsenin şüphesi olmasın! Çünkü emperyalist dünyada herşey çıkar üzerine kuruludur!)(*)
ABD ve İngiltere’nin Irak’ta karşılaştığı direniş karşısında BM şemsiyesi altında talep ettiği desteğe yanıt “kadim dost” Türkiye’den geldi.
Türk hakim sınıflarının AKP hükümeti işgalin başlangıcında açılan kredi muslukları karşılığında işgale destek vermek istiyorlardı. ABD ile kredi konusunda yapılan görüşmelerde net bir uzlaşmanın sağlanamaması; “at pazarlığının” (kredinin miktarı bağlamındaki görüşmeleri “kovboy” Bush böyle adlandırıyordu!!!) sonuçsuz kalması; Türkiye’de savaş karşıtı muhalefetin sesini yükseltmesi, Irak gibi “müslüman bir ülkenin” işgaline iktidardaki AKP tabanı başta olmak üzere muhafazakâr tabanın rıza göstermemesi vb. vb. olgular; hükümetin ABD ve İngiltere’nin yanında işgale katılmasını /destek vermesini geçici de olsa engelledi. Mart ayında mecliste yapılan oylamada “Amerikan askerinin Türkiye’ye gelişine ve Türk askerinin Irak’a gidişine izin veren hükümet tezkeresi” kabul edilmedi.
Ama Türk hakim sınıflarının hükümeti sonunda muradına erdi! ABD ve İngiltere’nin uluslararası camiaya yaptığı destek çağrısına Türk hakim sınıflarının hükümeti olumlu yanıt verdi.
Yine kredi görüşmeleri başladı. Bu kez 8,5 milyar dolarlık kredi üzerinde anlaşmaya varıldığı bilgisi verildi. Anlaşma Eylül ayının ortalarında Dubai’de yapılan Uluslararası Para Fonu-Dünya Bankası yarıyıl toplantıları sürecinde imzalandı.
Türk hakim sınıflarının hükümeti ABD’den Güney Kürdistan’da bulunan KADEK güçlerini silahsızlandırmasını ve tasfiye etmesini de talep ettiler. ABD bu talebe, KADEK silahlı güçlerinin Güney Kürdistan’da kalmasına izin verilmeyeceği, silahsızlandırılacakları yönünde olumlu yanıt verdi. Ama aynı ABD, bu işin kendisi tarafından yapılacağını –nasıl ve ne zamandan bağımsız–, TC’nin de Güney Kürdistan’da askeri güç bulundurmasını istemediğini; Irak’ta esas söz sahibinin kendileri olduğunu TC’ye gösterdiler.
ABD’nin kredi musluğunu açması, KADEK’e yönelik tavrını belirlemesi sonrasında sıra artık Türkiye’ye gelmişti. O da kredinin ve “KADEK’e yönelik ABD operasyonu sözünün” karşılığını vermeliydi. ABD’nin talebi çok somuttu: ABD Türkiye’den “en iyi ihraç ürünü” olan askerini istiyordu! (ABD’li milyarder Soros Irak’a yönelik işgalin hazırlıklarının yapıldığı günlerde yaptığı bir konuşmada Türk askerini “en ucuz ihraç ürünü” olarak tanımlıyordu!) İşte Soros’un ifadesiyle “bu ucuz Türk askeri” “ihraç edileceği” Irak’ta –özellikle sorunlu bölgelerde– konuşlanacak, ABD ve İngiltere mümkün olduğu ölçüde bölgeden askeri güçlerini çekeceklerdi. Kamuoyuna da açıkça yansıyan plan bu idi!
Türk hakim sınıflarının AKP hükümetinin görevini yerine getirmesi için tezkereye ihtiyacı vardı. Meclisin onayı olmadan böyle bir “asker ihracı” mümkün değildi. Ancak bu kez daha dikkatli olunmalı, Mart 2003’teki “kaza” bir daha yinelenmemeli; meclisin önemli çoğunluğunu elinde bulunduran AKP, kendi partisinden milletvekillerini ikna etmeliydi. Bu görev yerine getirildi. Hükümet tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu’nda görüşülerek imzalanıp Meclis Genel Kurulu’na gönderilen tezkere, önceki tezkereye red oyu veren AKP milletvekillerinin çok önemli bir bölümünün “ikna olup” “onay vermesiyle” kabul edildi.
Bu yetkiyle “Mehmetçik” için Irak yolu göründü… Bu yetkiyle ABD askeri yerine Türk askeri bölgeye gidecek, ölüm nöbetini Türk askeri tutacak! En açık ifadeyle tezkerenin anlamı bu!
Bu tezkere ile Irak’a yönelik saldırı ve işgal hareketi başladıktan bu yana, Türk hakim sınıflarının önemli bir kesiminin de görüşü olan, işgal ve talan içinde yer alınması, Türkiye’nin de “kurtlar sofrasında bulunması” isteği gerçekleşmiş oluyor.
Tezkerenin Meclisten kabul görmesi sonrasında hükümet partisi AKP’nin yetkilileri, yapılan oylamada alınan sonucu öncelikle hükümete güvenoyu şeklinde yansıttılar. Bu, sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Sadece kendi partisinden milletvekillerin onay vermesinin bile tezkerenin geçmesi için yeterli olduğu bilindiğinde, sonucu ilk etapta “güvenoyu” olarak göstermek kişinin kendisine methiye dizmesi kadar aptalca bir davranıştır. Evet, AKP kendisine güvenoyu vermiştir!
Hükümet sözcüleri –başta Başbakan Tayyip Erdoğan–, gerek tezkerenin hazırlığı sürecinde, gerekse tezkerenin kabul edilmesi sonrasında yaptıkları değerlendirmelerde tam anlamıyla kitleleri kandırıyorlar.
Diyorlar ki; “Irak’ın huzuru ve imari, bölgede barışa katkı sağlanması için oraya gitmek zorundayız.”
ABD –ve İngiltere– Irak’ta işgalci güç olarak bulunmaktadır. Türk hakim sınıfları anda ABD’nin talebiyle Irak’a asker göndermek üzere karar almıştır; öncelikle işgale destek vermek için karar almıştır! İşgalci güç olarak bölgeye gitmenin bölgede barışa katkı sağlamak ile ilgisi yoktur, olamaz! Bölgede barış bizzat savaşı gerçekleştirenlerle, işgalcilerle; emperyalistlerle, onların işbirlikçileriyle gelmez, gelemez! Irak’a asker göndermenin Irak’ın yeniden yapılandırılmasıyla da ilgisi yoktur! Askeri güçler imar ve yapılandırma işiyle uğraşmazlar! Evet bir yapılandırmadan, imar işinden bahsedilecekse Türk sermayesi Irak’ta kimi ihaleler alacak, Irak halkının soyulmasına, zenginliklerinin talan edilmesine ortak olmaya çalışacak ve Türk ordusu da bunun bekçiliğini yapacaktır! Onların imar ve yeniden yapılandırmadan anladığı budur! Bu, tam da bir cesede üşüşen leş kargalarının yaptığı iş gibidir!
Diyorlar ki; “Meclis’ten bu konuda gerekli izni aldıktan sonra ABD ile masaya güçlü bir şekilde oturacağız. ABD’yle uzlaşma sağladığımız takdirde askerimiz bölgeye gidecek. Ancak, bizim hassas olduğumuz konularda uzlaşma sağlayamazsak bu konudaki kararı vermek de yine bizim elimizde olacak.’’
Karar verilmiş, anlaşmalar yapılmıştır: ABD’nin isteği doğrultusunda, 8,5 milyar kredi karşılığında asker gönderilmesi karara bağlanmıştır! Eğer Irak’a asker gönderilmezse, bu TC’nin değil, ABD’nin Iraklı güçleri ikna etme zorluğunun sonucu olarak kararını değiştirmesiyle olacaktır.
Bu konuda atılan adımlar yeni de değildir. Daha tezkerenin sadece lafının edildiği, Türkiyeli işçi ve emekçilerin kanlarının masaya yatırıldığı ve ABD ile “ekonomik anlaşmaların” imzalandığı günlerde askeri hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Tezkerenin hemen ertesinde ne kadar asker gönderileceği, nerelerde konuşlanacağı vs. planları basına yansıdı. Bu yazının yazıldığı tarihte “en geç onbeş gün içinde” bölgeye askeri sevkiyatın yapılacağını burjuva basın yazıp çiziyordu.
Diyorlar ki; “Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarımız Irak’a güvenlik ve istikrarın teminatı bir barış askeri olarak görev yapacaktır. Kardeş Irak halkına barış, güvenlik, huzur ve hizmet götürmek için Irak’a gidecektir.”
İşgalci bir güç olarak Türk askeri bölgede barış ve güvenliği sağlayamayacağı gibi Irak halkının “kardeş halkı” vs. olarak değil, Irak halkının, işçilerinin, emekçilerinin düşmanı olarak orada bulunacaktır. Anda ABD ve İngiliz askerlerinin “barışçılığı”, “kardeşliği” ne ise Türk askerinin barışçılığı ve kardeşliği de o kadar olacaktır!
Diyorlar ki; “Irak halkının bizim barışı sağlamak üzere oraya gitmemize ihtiyacı vardır. Iraklılar bizi bağrına basacaktır!”
Çeşitli ulus ve milliyetlerden Irak emekçilerinin işgalci güce “ihtiyaç” duymayacağı açıktır! Irak işçileri, emekçileri, Türkiye de dahil, hiçbir işgalci gücü istemediklerini ifade etmişlerdir. Emperyalistlerin denetiminde kurulan geçici hükümet bile Türk askeri güçlerini istemediğini, Meclis’te oylamanın yapıldığı saatlerde bir kez daha dile getirdi! Durum böyleyken, kendi işgalci ve talancı yüzlerini gizlemek için Irak işçilerini, emekçilerini kullanmak sahtekârlık değil de nedir?
Diyorlar ki; “Herhangi etnik köken, din ve mezhep ve geçmiş siyasi eğilimler temelinde ayırım yapmayacağız”!
Daha düne kadar bölgedeki Türkmenler üzerinden Irak’ın “yeniden şekillendirilen” siyasi hayatında söz sahibi olmayı açıkça dillendiren hakim sınıf siyasetçilerinin bu istek ve heveslerinden neden vazgeçtikleri “sırdır!” Hayır, onların planı nettir: Güney Kürdistan’da oluşan Kürt otonomisinin Türkiye’ye zarar vereceğini dillendiriyor, Kürtlere yönelik düşmanlığı körüklüyorlar. Onlar, Güney Kürdistan’da bulunan KADEK güçlerinden duydukları rahatsızlığı açıkça dile getiriyor, bu güçlerin safdışı edilmesini, ABD ile pazarlıklarda masaya getiriyor, diretiyorlar. Onlar, Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinden hâlâ Türkmenler üzerinden iş yapmaya çalışıyorlar vb. vb.
Diyorlar ki; “Irak’ın yeniden yapılanması sürecinde her alanda katkı yapmaya hazır olan Türkiye’nin, “İstikrar Gücü” kapsamında Irak’taki geçici askeri mevcudiyetinin amacı, fonksiyonu ve gerçekleştirmeye çalışacağı temel hedefler bu çerçeve içinde kalacaktır. Türkiye’nin Irak’ta bunun dışında bir gündemi bulunmamaktadır.”
Türk hakim sınıfları, işgalci ve yayılmacı geleneğini sürdürüyor, bölgede oluşturulmaya çalışılan “yeni düzen”de kendilerine bir yer açma plan ve hesaplarını da yapıyor. Tezkerenin oylanması sürecinde Başbakan Erdoğan bu tür hesapları “Ortadoğu’da bazı gelişmeler oluyor, bölge yeniden şekilleniyor. Duyarsız kalmamamız gerek. Menfaatlerimiz bizim asker göndermemizi gerektiriyor.” sözleriyle ifade ediyordu. Bu noktada onların planı açıktır: TC, ABD’nin başlattığı Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde yayılmacı bir güç olarak yeralmak, uzun vadeli hesaplar / planlar peşindedir.
Yukarıda sıraladığımız tüm bu ve benzeri yalanlar ile TC, işgalci, yayılmacı, talancı yüzünü gizlemeye çalışmakta; somut olarak işgal / işgal ortaklığını kitleler nezdinde “meşrulaştırmak” istemektedir. Çeşitli ulus ve milliyetlerden işçiler, emekçiler bu yalanlara kanmamalıdırlar! İşçiler ve emekçiler, hakim sınıfların çıkarları temelinde işledikleri insanlık suçuna onay vermemelidirler!
Bugün Türkiye’de Irak’a asker gönderme kararını alan AKP hükümetinin tabanı da dahil olmak üzere geniş kesimler Irak’a asker gönderilmesine karşı çıkıyorlar. Yapılan bir ankete göre halkın % 70’inden fazlasının buna karşı çıktığı söyleniyor.
Bu karşı çıkışta ama hemen her kesim kendisine göre belirli gerekçe ileri sürüyor.
Bu kesimlerden birisi dinci /muhafazakâr kesim… “Irak’ın müslüman olduğu, müslüman bir devletin, din kardeşlerine silah doğrultmasının doğru olmayacağı” bu kesimin temel argümanı… Oysa sorun din-iman sorunu değil, emperyalist çıkarlar temelinde şekillenen işgal sorunudur. Bu bilinçle sorunu din-iman sorununa indirgeyenlere, kitleleri bu temelde yönlendirmek isteyenlere karşı mücadele de sınıf bilinçli işçilerin emekçilerin görevleri arasındadır.
Kimileri ise alınan kredi karşılığında Irak’a asker gönderildiğini doğru olarak ifade ederken, alınan paranın azlığından yakınıyorlar! “8,5 milyar dolara gidilmez!”miş! “Daha fazlası istenmeli!”ymiş… Sermaye sınıfının kimi savunucularından –soruna bu kadar “ekonomik” bakan başka hangi sınıf olabilirdi ki?!– çıkan bu seslere göre “gidilecekse biraz daha “koparılmalıydı!” İşgalcilik, soygun, talan, halklar arasında düşmanlığın körüklenmesi bu kesimler için “olağan” şeyler olduğundan; sermayeleri bunlar üzerinde yükseldiğinden, onların bu tavrı gayet anlaşılırdır; yakışır!
Bir diğer kesim ise irticaya karşı olduğunu söyleyen milliyetçi-kemalist ideolojinin savunucuları… Bunlara göre; a) öncelikle kararı alan AKP’dir, “emperyalizme karşı Türkiye’deki en sağlam güç olan orduyu ABD ile işbirliği içinde olan AKP” batağa göndermektedir; b) ABD emperyalistlerinin çıkarları için “Türk askerinin” kanı akıtılmamalıdır! “Türkiye emperyalizme karşı ulusal mevzide direnmelidir!” Bunlar da emperyalizme karşı çıkar görünmekte, Türk devletini antiemperyalist görüp gösterme, orduyu antiemperyalist gösterme çabasındadırlar. Gerçekte ne Türk devleti, ne de Türk ordusu antiemperyalisttir. Türk devleti ordusuyla, parlamentosuyla bir bütün olarak emperyalizmin işbirlikçisi bir devlettir. Bunların çabası geniş yığınların bu olguyu görmesini engellemeye Türk ordusunu temize çıkarmaya hizmet etmektedir. Türk ordusunun Irak’a gönderilmesini isteyenlerin başında ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin generalleri gelmektedir. Bunlar, bu gerçeği bile tersyüz ediyorlar…
Yine bu kesimler (bunlarla birlikte Saadet Partisi gibi muhalefet partileri de) tezkerenin Anayasa Mahkemesi’nden, Cumhurbaşkanından döneceğini… vs. söylerek boş bir beklenti yayıyor, devleti aklamayı bu yolla da sürdürüyorlar. Düzen içi muhalefetin göstermelik çabalarından başka bir şey olmayan bu tür çıkışlara işçilerin, emekçilerin karnı toktur.
Sınıf bilinçli işçiler, emekçiler bu yaklaşımlardan, yanlış beklentilerden kendilerini ayırmalıdır. Yapılacak eylemlerde, gösterilecek tepkilerde dincilerin, kemalistlerin, hatta yer yer direnişe destek verme adına Saddam rejimini savunma; “küçük haydut”u şirin gösterme pozisyonlarına / yanlışlarına düşen kimi “sol”, “sosyalizm” adına konuşan güçlerin gerekçelerinden uzak durmak, bunlarla araya sınırlar koymak önemlidir.
Bu alanda görev, kitlelerin bu tür gerekçeler temelinde yönlendirilmesine karşı çıkmak; güç oranında doğru görüşlerin kitleler arasında yaygınlaştırılmasına çalışmak olmalıdır.
Tavrımızın temelinde ne dini bir motif, ne de milliyetçi bir bakış açısı olamayacağı gibi, bizim kendimizi bunlardan ayırma ve sınıfsal temelde karşı çıkışı merkeze koyma, mücadeleyi bu temelde şekillendirme görev ve sorumluluğumuz vardır. Tutarlı antiemperyalist-antifaşist tavır bunu gerektirir. Enternasyonalizm bunu gerektirir.
Ortadoğu’da süren emperyalist işgal ve teröre, yeni imha hazırlıklarına ve bu temelde oluşturulan birlikteliklere karşı; emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin bölgenin işçilerine, emekçilerine yönelik her türlü saldırısına karşı devrim mücadelesini yükseltmek günün görevidir. Bu mücadele çeşitli alanlarda mücadelenin bileşkesi olarak, çok yönlü ve birçok cephede yürümek zorundadır.
Günün görevi emperyalistlerin Irak-Güney Kürdistan’ı işgaline karşı çıkmaktır! “Emperyalistler, onların işbirlikçileri Irak-Güney Kürdistan’dan defolun!” şiarımızdır. Dayanışmamız geçmişte Saddam rejimi altında, bugün emperyalist işgal altında inim inim inleyen Irak’ın değişik ulus ve milliyetlerden işçilerine, emekçilerine, yoksullarınadır!
Günün görevi, Türk ordusunun Irak’ta işgale destek çabalarına karşı çıkmaktır! “Irak’a işgal gücü gönderilmesine hayır!”, “Türk ordusu Güney Kürdistan’dan defol!” şiarlarımızdır!
Yoksullar kapitalistlerin kasalarına akacak milyar dolarlar uğruna cepheye, ölüme sürülmekte; sınıf kardeşleriyle savaşmaya zorlanmaktadır! Türkiye’nin işgalci bir güç olarak çeşitli ulus ve milliyetlerden işçi ve emekçiler üzerinde baskı, sindirme ve terör gücü olarak bölgeye gönderilmesine karşı çıkmak öncelikle Türkiyeli işçi ve emekçilerinin görevidir. Türkiyeli işçilerin ve emekçilerin bu işgal hareketinden, Iraklı işçi ve emekçilerle aralarına düşmanlık tohumları serpilmesinden, düşman edilmesinden çıkarı yoktur! Asker elbisesi giydirilmiş Türkiyeli işçilerin, emekçilerin Iraklı sınıf kardeşlerinin üzerine gönderilmesinden; sınıf kardeşlerini öldürmesi veya sınıf kardeşleri tarafından öldürülmelerinden kazanç sağlayacak olan tek sınıf sermaye sınıfıdır!
Irak işgaline verilen destek ile Türk hakim sınıfları yeni birşey yapmıyor… Hayır, bu ilk değildir: İşgal, imha ve yayılmacılık politikaları 80 yıllık cumhuriyet döneminde Türk hakim sınıflarının uyguladıkları politikalar arasındadır. Ermeni soykırımının sorumluluğunu üzerinde taşıyan, Kürt katliamları gerçekleştiren, Kuzey Kürdistan’da zor ve baskı ile, terör ile sömürgeciliği sürdüren, Kuzey Kıbrıs’ı işgal altında tutan faşist Türk devletidir. Kore’de, Bosna’da, Somali’de, Afganistan’da işgale katılan, yayılmacı Türk devletinin askeridir! Irak bu zincirin andaki halkasıdır. Bu devlet yıkılmadığı sürece bu zincire yeni halkalar eklenecektir…
Görev, Türk devletini yıkmaktır! Görev, Türk devletini yıkmayı hedefleyen devrim mücadelesini yükseltmektir! Görev, Bolşevik önderlik altında örgütlü mücadeleyi yükseltmektir! “Faşizme ölüm, tek yol devrim!” şiarımızdır!
Günün görevi Kuzey Kürdistan ulusal mücadelesinin ABD emperyalistlerinin ve işbirlikçisi Türk devletinin ortak çabası / uzlaşmasıyla boğulmaya çalışılmasına karşı çıkmaktır! “Emperyalistler ve işbirlikçileri Kürdistan’dan defolun!” şiarımızdır!
Gerek Kuzey Kürdistan’da Türk hakim sınıflarının, gerekse de Güney Kürdistan’da emperyalist koalisyonun ve onlarla işbirliği içinde hareket eden maşa örgütlerin baskısı ve saldırıları altında inleyen Kürt işçi ve emekçilerinin gerçek barışı ve özgürlüğü kazanmak için mücadeleyi yükseltmeleri gerekiyor. Emperyalistlerle anlaşma, uzlaşma vs. ile gerçek barış gelmez, gelemez! Sorunun bizzat kaynağı olanlar sorunları çözemezler! Kürdistan’a da özgürlük ve barış emperyalizme karşı mücadele ile gelecektir; devrimle, sosyalizmle gelecektir!
10 Ekim 2003 •
(*) Dergimiz yayına hazırlandığı dönemde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ABD’nin Irak’la ilgili karar tasarısını onaylayarak işgale de açık destek vermeyi kabul etti.