Güney Kürdistan ve TC’nin Kürt düşmanlığı...

Bilindiği gibi Saddam rejimi kısa sürede yıkıldı, ardında işgalci güçlerle yerli işbirlikçilerinin “Irak’ı yeniden yapılandırması” gündeme geldi. Savaşın başını çektiği gibi, savaş sonrası düzenin oluşturulmasının başını da ABD emperyalizmi çekmektedir.

Bunun bilincinde olan Türk hakim sınıfları gerek savaş hazırlıkları sürecinde olsun, gerekse de savaş sonrası süreçte ABD emperyalizmi ile ilişkilerde, pazarlıklarda Güney Kürdistan’da herhangi biçimde bir Kürt devletinin, — bu bir federasyon biçiminde de olsa — oluşmasının kendileri için “kırmızı çizgi”, yani savaş gerekçesi olduğunu açıkladılar; ABD emperyalizminden böylesi bir Kürdistan oluşumuna izin vermemeleri istendi, isteniyor.

Savaş hazırlığı döneminde ABD askerinin Türkiye’den geçişine izin veren tezkerenin meclisten geçmemesi sonucu TC ile ABD arasındaki ilişkiler de belli oranda bozuldu. TC’nin daha sonraki çabaları (daha doğrusu ABD emperyalizminin taleplerini yerine getirmesi) ilişkilerin yeniden düzelmeye başlamasını beraberinde getirdi. Ama buna rağmen, ABD’nin TC’ye yönelik savaş öncesi tavrı ile savaş sonrası tavrı arasında belli bir farklılık var. Bundan da önemlisi Irak ve Güney Kürdistan’daki koşullar ve Güneyli Kürtlerin ABD emperyalizmiyle ilişkilerinde değişiklik var.

Bu değişikliklerin başında Güneyli Kürtlerin — özellikle de KDP ve KYB şahsında — ABD ile ilişkilerinde “güvenilir müttefik” olarak artı puan toplamaları gelmektedir. Bu olgu TC’nin aleyhine bir rol oynamaktadır.

Bununla birlikte, “Irak’ın yeniden yapılandırılması” meselesinde ABD emperyalizmi TC’den çok daha fazla KDP, KYB ve genel olarak Güneyli Kürtlerle muhatap olma durumundadır.

KDP ve KYB’nin siyaseti gözönüne alındığında, bunların burjuva siyaset çerçevesinde ve siyasi karakterleri gereği yapmaları gerekeni yaptığı açıktır. Bu siyaset Kürt ulusunun gerçek kurtuluşu siyaseti olmasa da, bu güçler burjuva diplomatik ilişkilerde, emperyalistler nezdinde — özellikle ABD emperyalizmi nezdinde — kendileri için son on yılların en güçlü pozisyonunu elde ettiler. Irak merkezi yönetiminde — “Geçici Hükümet Konseyi” içinde — Kürtler önemli ölçüde yer alıyor.

TC’nin gerek Güney Kürdistan’da Kürtler lehine olan en ufak gelişmeye karşı, gerekse şimdi adı KONGRA-GEL olan geçmişteki PKK ve ardılı KADEK’in silahlı güçlerine yönelik müdahale etme isteği ve tavrı karşısında ABD emperyalizminin bölgedeki gelişmeler hakkında “ben karar veririm” yönlü tavrı, Türk hakim sınıflarının işlerini zora sokmaktadır.

ABD emperyalizminin şimdi kendini tasfiye eden KADEK’in (şimdiki ismi KONGRA-GEL) silahlı güçlerini silahsızlandırma işini ve Güney Kürdistan’dan Türkiye’ye yönelik saldırıları engelleyeceği yönünde TC’ye söz vermeleri ve TC’nin “Kuzey Irak”a müdahalesine karşı olduklarını açıklamaları, TC’nin askeri müdahalesini şimdilik engellemektedir.

Tüm bunlar üstüste binince, bu durum “Irak’ın yeniden yapılandırılması” sürecinde olası bir Kürt devletinin oluşmasını engellemek için TC’nin doğrudan askeri müdahale yolundan başka yollara başvurmasını beraberinde getirmektedir.

Bu yollardan biri ve anda öne çıkanı ABD emperyalizmiyle yürütülen pazarlıklardır. ABD emperyalizmine, Irak’a asker gönderme tezkeresinin meclisten geçirilmesinden, İncirlik üssünün ABD askerlerinin “transit” geçişlerinin hizmetine sunulmasına kadar birçok “rüşvetin” verilmesi vb. bu pazarlıkların bir ürünüdür.

Sonuçta belirleyici olacak olan kuşkusuz ki emperyalist çıkarlar olacaktır. Anda yürüyen pazarlıklarda ABD emperyalizmi Kürt kartını elinde tutmakta ve işine geldiği gibi kullanmaktadır. TC’nin Kürt düşmanlığını ve olası bir Kürt devletinden korkusunu bildiği için de TC’den daha fazla taviz almaya çalışmaktadır.

ABD emperyalizminin Güneyli Kürtlerle ilişkisinde Kürtlerin kendilerini yönetme bağlamında sınırı ne kadar geniş tutacağı ya da daraltacağı da kendi çıkarlarına bağlıdır. Yani ABD emperyalizmi Kürt kartını iki tarafa karşı da kullanmaktadır.

TC’nin Kürt, Kürdistan düşmanlığının temel direklerinden biri de kendisi gibi Kürdistan’ın bir parçasını işgal ve ilhak eden diğer sömürgeci devletlerle Kürtlere karşı olan işbirliğidir. Başka sorunlar bağlamında birbirine karşı düşmanlığın körüklendiği, ya da yer yer “savaşın eşiğine” gelindiği durumlar yaşansa da; ya da işlerine geldiğinde Kürt milli meselesini birbirine karşı kullansalar da; Kürt milli meselesi ve Kürdistan meselesi karşısında bir tek güç gibi ortak da hareket etmektedirler.

En son Dışişleri Bakanı Gül’ün İran’a, Suriye Başkanı Esad’ın ise Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerde sömürgeci güçlerin Kürtlere, Kürdistan’a karşı ortak hareket etmeleri yeniden deklare edildi…

Suriye Başkanı Esad da TC’nin tavrı gibi Güney Kürdistan’da bir Kürt devletinin kurulmasını “kırmızı çizgi” ilan etti ve bunun tüm bölge ülkelerinin “kırmızı çizgisi” olmasını propaganda etti… Kısacası Irak’ın bütünlüğü çerçevesinde Güney Kürdistan’da Kürtlerin federasyon biçimindeki bir yönetimle kendi kendisini yönetmesi bile, sömürgeci güçleri ayağa kaldırıyor!

Kuşkusuz hepsinin de korkusu var! Kürdistan’ın hangi parçasında olursa olsun, Kürtler lehine en ufak bir gelişme bile onların gövdesine bıçak gibi batmaktadır. Ya bir de bir Kürt devleti kurulur da, kendilerinin işgali altındaki parçaya özgürlük düşüncesini bulaştırırsa ne olur? Bu gün federasyon yarın ayrı devlet, öbürsü gün Kürdistan’ın birleşmesi gündeme getirilirse?!

TC’nin olası bir Kürt devletini engellemek için yöneldiği ya da başvurduğu yollardan biri de kendisiyle işbirliği yapan Türkmenleri kullanmak, halklar arasında düşmanlığı kışkırtmak ve çatışmaları körüklemektir. Çıkacak çatışmaları, Türkmenleri koruma ve Türkiye’ye tehdidi önleme vb. adına askeri müdahaleye gerekçe olarak göstermenin imkânlarını yaratma peşinde. Gerek Güney Kürdistan’da bulunan askeri güçleri, gerekse de sivil kolluk güçlerini (ajanlarını) bunun için kullanmaktadır. Yer yer yaşanan Türk askerinin başına çuval geçirme ya da sınırdışı etme gibi olaylar da bu yönlü çalışmaların ispatıdır. ABD emperyalizmi doğal olarak bölgede kendi egemenliği altında sükžneti sağlamaya çalışmaktadır ve bunun sonucu da istemediği gelişmelere izin vermemektedir. Ama bunu her zaman yapacak güçte de değil. Yapabilse kendi askeri güçlerinin hemen her gün saldırıya uğramasını engeller… Ama gelişmeler her zaman işgalcilerin istediği gibi de yürümüyor. Bunun da bir ürünü olarak Kerkük’te de yer yer çatışmalar, provokasyonlar yaşanıyor.

“Yeniden Yapılanma” ya da Irak-Güney Kürdistan’da Neler Oluyor?

“Irak’ın yeniden yapılandırılmasının” Saddam rejiminin beklenenden daha kolay ve erken yıkılması gibi kolay olmadığı kısa sürede ortaya çıktı.

Gerek işgalci güçlere karşı silahlı direniş, gerekse de Irak’ın hem etnik hem de dini temeldeki bölünmüşlüğü işgalcilerin işini zora soktu ve daha önceki hesaplarının yanlış olduğunu açıkça gösterdi.

Bunun sonucunda başta ABD emperyalizmi olmak üzere işgalci müttefik güçler yeni hesaplara yöneldi. Hem savaş döneminde kendileriyle hareket etmeyen ve savaş karşıtı görünmeye çalışan emperyalist güçleri, hem BM’yi işin içine çekmeye çalışmak, hem de bunlara da bağlı olarak yönetimi Iraklılara devretme planlarını erken bir zamana çekmek vb. hesaplar işgalci güçlerin hesapları içindedir. Bu noktalarda epey yol da alındı.

Anda öne çıkan ve üzerine esas olarak tartışılan şey ise, “geçiş takvimi”dir. Basına yansıyan en son haberlere ve ABD emperyalizmiyle Irak Geçici Yönetim Konseyi arasında 15 Ocak 2004’te imzalanan anlaşmaya (bu takvim üzerine daha önce, 15 Kasım 2003’te anlaşmışlardı) göre “geçiş takvimi” şöyledir:

Taraflar — yani işgalci güçler ve Irak geçici yönetimi — 2004 Mart ayında güvenlik konusunda görüşecekler. Geçici ulusal meclis seçimleri en geç 31 Mayıs 2004 tarihinde yapılacak. Geçici ulusal meclis yürütme heyetini belirleyecek ve bakanları tayin edecek. 4-30 Haziran tarihleri arasında oluşacak yeni yönetim, işgal güçleri tarafından onaylanacak. Bunun sonucu andaki Geçici Yönetim Konseyi (GYK) feshedilecek. GYK’nin feshi ile işgalci güçlerin yönetimi de fesh edilmiş olacak. 15 Mart 2005’te yeni anayasa oylanacak ve 31 Aralık 2005’te de genel seçimler yapılıp yeni Irak hükümeti kurulacak… Plan bu!

Bu planın tutup tutmayacağı hangi zaman diliminde nasıl uygulanacağı somut gelişmelere bağlıdır. “Geçiş takvimi” daha en başından itibaren değişikliğe uğradı. Bundan sonraki süreçte de değişebileceği hesapları yapılmaktadır.

Tüm bu gelişmeler içinde konumuzla ilgili olan ise anayasa tartışmaları ve Güneyli Kürtlerin genişletilmiş özerklik, ya da yer yer dile getirildiği gibi federasyon talebini öne sürmeleridir.

Irak’ın devlet olarak sınırlarının bütünlüğünü koruma konusunda Kürtlerin ayrı bir tutumu yok. Hem “Irak’ın toprak bütünlüğü” konusunda hem de Irak’ta federal bir yapı / yönetim konusunda taraflar hemfikirdir.

Anayasa ile bu iş kesin hale sokulana kadar da Güney Kürdistan’da Kürtlerin statüsü varlığını sürdürecektir. Bu konuda da taraflar hemfikirdir. Anda üzerine tartışmalar yürüyen ve sonuçlanması da Anayasaya bırakılan — yani 2005 yılına ertelenen — ise bu federal sistemin somut olarak nasıl olacağıdır.

“Geçiş takvimi”nin adımları atılırken anayasa üzerine tartışmalar da doğal olarak yürüyor. Başta TC’yi olmak üzere sömürgeci İran ve Suriye’yi rahatsız eden şey, Güneyli Kürtlerin federasyon / genişletilmiş özerklik talebi ile Kerkük gibi tarihi olarak Kürdistan coğrafyası içinde yer almış kentlerin sözkonusu federasyonun sınırlarına alınması yönlü taleptir.

Aslında bu sömürgeci güçlerin elinde gelse Güneyli Kürtlerin andaki konumunu da ortadan kaldıracaklar ama güçleri yetmiyor! Güneyli Kürtlerin “yeniden yapılandırılmış Irak”ta elde edebileceği hakların mümkün olduğunca alt düzeyde tutulması için ellerinden geleni yapıyorlar. Federasyonun etnik ya da coğrafi temelde olup olmaması üzerine tartışma ise, işin özünü saptırmak içindir. Çünkü sömürgeci güçler hem etnik hem de coğrafi temeldeki bir Kürdistan federasyonuna karşıdırlar.

TC “Irak Anayasası” için ABD, Irak, Suriye, İran, Türkiye’den ve Irak’ın başka komşu ülkelerinden akademisyenlerin katılacağı bir toplantı düzenlemeyi planlıyor. Bu toplantıda anayasa taslağının hazırlanması hedefleniyor. Şovenizm, Kürt, Kürdistan düşmanlığı, yayılmacı emperyalist siyasetle birleşince, TC başka halklara, devlete anayasa ihraç etmeye kadar işi vardırabiliyor… Hem de “eşitlik” adına yapılıyor. Ne sahtekarlık!

“Irak’ın yeniden yapılandırılması” ve “geçiş takvimi” konusundaki gelişmeler birçok sorunu içinde taşısa da, bunun nasıl olacağını önümüzdeki süreç hepimize gösterecektir. Andaki gelişmelere bakıldığında sözkonusu “geçiş takvimi”nin sancısız, sorunsuz gerçekleşemeyeceği açıktır.

Hem iç ilişkiler (etnik ve dini sorunlar) hem de dış ilişkiler (daha doğrusu müdahaleler) “Irak’ın yeniden yapılandırılması”na etkide bulunmakta ve sorunu karmaşık hale sokmaktadır.

Kerkük ve Etnik Çatışmaların Körüklenmesi

Güneyli Kürtlerin federasyon talebini ileri sürmesi ve Kerkük’ün de bu federasyonun sınırlarına katılmasını istemeleri ertesinde Kerkük’te belli çatışmalar gündeme geldi ve birkaç kişi yaşamını yitirdi, otuzdan fazla insan da yaralandı.

Aralık ayı sonuna doğru binlerce Kerküklü Kürt, federasyon talebiyle bir yürüyüş gerçekleştirdi. 31 Aralık’ta ise iki bin kadar Türkmen ve Arap Kürtlerin federasyon talebini protesto etmek için yürüyüş yaptı.

Sözkonusu yürüyüşte “Kürdistan’a Hayır”, “Kerkük’ün Kürdistan toprakları içine alınmasına hayır”, “Kerkük Irak şehridir”, “Federasyona Hayır” ve “Kürtlerin Kerkük’ü terketmesini istiyoruz” vb. sloganlar atıldı.

Göstericilerin Valiliğe doğru yürüdüğü sırada göstericilere ateş açıldığı ve ateşe ateşle cevap verildikten sonra üç kişinin öldüğü, 31 kişi yaralandığı haberi basına yansıdı. Daha sonraki günlerde de birkaç Kürdün cesedi bulundu.

Çatışmaların daha da genişlememesi için ABD askeri olaya müdahale etti, gece sokağa çıkma yasağı ilan etti ve KDP ile KYB’nin bürolarına da baskın gerçekleştirdi.

Bu olay Türk basını tarafından hemen Kürtlere karşı kullanılmaya başlandı. Dışişleri Bakanlığı hemen açıklama yaptı. Bütün tavırlarda işlenen temel düşünce “Kürtlere Irak’ta vereceğiniz ayrıcalık bölgeyi ateş topuna atar” biçimindeki TC’nin tavrıydı.

Bu tavır Kerkük bağlamında daha da açık takınıldı. TC’nin tavrı “Kerkük’te bugün cereyan eden üzücü gelişmeler tarafımızdan ABD’nin de dikkatine getirilmiştir” biçiminde formüle edildi.

Türk basınına yansıyan haberlere göre “Gösteri için Kerkük dışından çok sayıda kişi geldi.” (1 Ocak 2004, Türkiye) Albay William, “göstericilerin arasına sızan bazı unsurların kasıtlı bir eyleminin söz konusu olabileceğini, bu kişilerin Kürtlere ateş açtıklarını söyledi.” (aynı yerden) Irak Geçici Yönetim Konseyi Başkanı Paçacı ise yaptığı bir açıklamada şunları dile getirdi:

“Bu olayların arkasında doğrudan Türkiye’nin olduğunu söyleyemem ama bazı çevreler milliyetçiliği, din, mezhep olaylarını körüklemek istiyorlar.” (8 Ocak 2004, Özgür Politika)

Evet, biz de bu olayların arkasında Türkiye’nin olduğunu ispatlayacak durumda değiliz. Ama TC’nin en yetkili kişilerin ağzından takındığı tavırlara ve medyasının Kürt düşmanlığını körüklemesine bakıldığında, büyük bir olasılıkla TC’nin bu olayların arkasındaki esas güç olduğu tahmin edilebilir.

Kerkük’te yaşanan bu olayların sıcaklığı yaşanırken, sürekli yenilenen açıklamalara Genelkurmay 2. Başkanı Org. İlker Başbuğ’un açıklaması eklendi. Başbuğ açıklamasında “Etnik federasyon kurulursa kan dökülür” diyerek Hürriyet gazetesinin deyimiyle “TSK, Kuzey Iraklı Kürt gruplara çok sert bir mesaj verdi” (17 Ocak 2004, Hürriyet)

TC yetkililerinin bu yönlü tavırları Irak-Güney Kürdistan’ın sözkonusu olduğu zaman hemen hemen her seferinde takınılan tavırdır. TC’nin Kürtlere düşmanlığı, Güney Kürdistan’da Türkmen-Arap-Kürt vb. etnik çatışmaları körüklemeye kadar varmaktadır. Hem de Türkmenlerin haklarını savunma adına, Irak’ın Irak’ta yaşayan herkesin olduğu, eşit paylaşılması gerektiği yönlü düşüncelerin arkasına gizlenerek yapılıyor bu düşmanlık. Evet bu düşmanlık Güney Kürdistan’da etnik çatışmayı körükleyen ve bu temelde de müdahale etme ortamını, gerekçesini yaratarak bölgede herhangi bir Kürt otonomisi, federasyonu vb. biçimde Kürtlerin kendi yönetimini engelleme amaçlıdır.

TC’nin bu ve benzeri tavırlarına karşı “iç işlerimize karışmayın” diye tavır takınan Kürtlerin temsilcileri sonuna kadar haklıdır. TC’nin ya da başka sömürgeci gücün Güney Kürdistan-Irak’a karışma hakkı yoktur.

Barzani ve Talabani önderliğindeki örgütlerin işgalci güçlerle işbirliği siyaseti, Kürt ulusunun ulusal özgürlüğünü sağlayamaz. Ama buna rağmen, otonomi mi, federasyon mu ya da başka bir biçimde mi yaşayacaklarına karar verecek olan Kürt ulusunun kendisidir.

Etnik çatışmaların körüklenmesine yer yer Barzani ve Talabani’nin yaptığı açıklamalar, ya da Saddam döneminde Kerkük’e yerleştirilen ailelerin (ki bunlar esas olarak Arap kökenlidir) Kerkük’ten çıkarılmasını talep etmeleri de hizmet etmektedir.

Kerkük’ün Kürdistan’ın bir şehri olduğu ne kadar olgu ise, anda Kerkük’te yaşayanların kentten çıkarılması, yani sürgün edilmesinin de etnik çatışmaları körükleyeceği de olgudur. En başta böylesi bir sürgünün kendisi etnik temizlik olacaktır ki, bu reddedilmesi gereken bir uygulamadır. Saddam rejiminin Kerkük’ü Araplaştırma siyasetine karşı şimdi “Kürtleştirme” ya da “Türkmenleştirme”yi savunmak, Saddam rejiminin siyasetiyle özde aynıdır ve kökten reddilmelidir.

TC Başbakanının ABD Gezisi

26 Ocak 2004 tarihinden itibaren Başbakan Erdoğan ABD’de değişik temaslarda bulundu. Ziyareti sırasında Başkan Bush ile de görüştü. Erdoğan ABD’de temaslarına başlar başlamaz Newsweek dergisine konuştu. Sorulan sorulara yanıt verirken Erdoğan “Kerkük uyarısı”nda bulundu! Erdoğan TC’nin Kürt, Kürdistan düşmanlığını tabii ki tehditlerle dile getiremezdi… Ama buna rağmen belli itiraflarda bulundu.

“Irak’ta etnik veya dini esaslara dayalı federal bir yapı sağlıklı olmayacaktır. Bu durum, Suriye İran ve Türkiye’yi rahatsız edecektir.” (27 Ocak 2004, Hürriyet)

Evet, sömürgeci güçlerin bir Kürt federasyonundan rahatsız olacakları böyle itiraf ediliyor. Erdoğan devam ediyor:

“Kürtlerin Kerkük’te attığı adımlar sağlıklı değil. Bir etnik grubun, diğerinin üzerinde egemenliğini tatbik etmesi çabaları adil değil. Bu etnik grup Kürt, Türk, Arap veya her ne olursa olsun farketmez. Bu yaklaşım, Irak’ın bütünlüğüne zarar verecektir. İkinci olarak, Kerkük’te olanlar, bütün Irak halkına ait olması gereken Irak petrolünün, tek bir etnik grup tarafından sömürülmesi ihtimalini yaratıyor. Doğal olarak, diğer etnik unsurlar, buna karşı olumlu bir tavır almayacaklardır.” (aynı yerden)

Erdoğan açıkça siyasi sahtekârlık yapmaktadır. Kürtlerin federasyon talebi ve Kerkük’ün Kürdistan toprakları içinde olduğunu savunmaları tavrını, Kürtlerin başka etnik gruplar üzerinde egemenlik kurma tavrıymış gibi göstermektedir. En büyük sahtekârlık ise, sanki şu ya da bu etnik grubun ezilmesine, şu ya da bu etnik grubun egemenliğine karşıymış gibi tavır takınmasıdır.

Sanki 80 yıllık cumhuriyet tarihinde Türk milletinin Kürt milleti ve azınlık milletler üzerinde egemenliği tatbik edilmemiş, Türkler dışındaki ulus ve milliyetlerin varlığı inkâr edilmemiş; zorla Türleştirmeden her türlü ulusal baskıya kadar baskı ve zulüm uygulanmamış gibi, TC’nin Başbakanı “Bir etnik grubun, diğerinin üzerinde egemenliğini tatbik etmesi adil değil” tespitini yapmaktadır… Erdoğan açıkça sahtekârlık yapmaktadır. Bu sahtekârlığa modern tehdit ise “Doğal olarak, diğer etnik unsurlar, buna karşı olumlu bir tavır almayacaklardır.” biçiminde eklenmektedir. Aslında bu tavrı ile de Erdoğan TC’nin Güney Kürdistan’daki etnik çatışmalara çanak tuttuğunu başka biçimde ifade etmektedir.

Erdoğan’ın ABD gezisinin kuşkusuz birkaç yönü var. Ama ağırlıklı olan konular Kıbrıs ve Irak’tı… Tabii ki sözkonusu Irak olunca TC için esas sorun Kürt milli meselesi olmaktadır. Bush’la ve diğer yetkililerle görüşmelerinde ABD’nin Erdoğan’a “Irak’ın bölünmesini ve Kürtlerin devlet kurmasını önlemek için çaba gösterdikleri yönünde güvence” verdiği basına yansıdı. Buna göre Erdoğan istediğini elde etmişti!

Verilen sözlerin yeni olmadığını ve bunların tutulup tutulmamasını belirleyecek olanın da ABD emperyalizminin çıkarları olduğunu hatırlatarak diğer gelişmelere değinelim.

ABD emperyalizmi TC ile pazarlıklarında PKK, KADEK ve şimdi KONGRA-GEL’e yönelik kartı elinde tutmaya devam ediyor. KONGRA-GEL sadece PKK’nin devamı bir örgüt olduğu gerekçesiyle ABD emperyalizmi tarafından “terör örgütü listesine” kondu. Sözkonusu karar 13 Ocak 2004 tarihli ABD’nin Resmi Gazetesi’nde yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu karar 14 Ocak’ta Ankara ABD Büyükelçiliği’ne bildirilmiş.

Erdoğan ise, KONGRA-GEL’in ABD tarafından “terörist örgütler listesine” alındığını tam 15 gün sonra ve ABD’ye yaptığı gezi sırasında “yeni bir gelişme” olarak duydu…

Erdoğan’ın gezisinde ABD emperyalizminin baş temsilcileri “PKK’nin silahlı güçlerini Irak’tan çıkaracaklarını”, “teröristleri barındırmayacaklarını”, bunun için “TC temsilcilerinin baharı beklemelerini” açıklayıp sözler verdiler.

Türk basını — başta Milliyet olmak üzere — bu durumu kullanarak ABD emperyalizminin işgalci güçlerinin Irak-Güney Kürdistan’da PKK ile ilişkilendirilen ve Türk basınının “PKK’nin siyasi kanadı” olarak gösterdiği Demokratik Çözüm Partisi’nin bürolarına baskınlar yaptığı yönlü haberler yayınlanmaya başlandı. Sözkonusu baskınlar “PKK’ye karşı saldırının ilk örneği” olarak gösterilmeye çalışıldı. Demokratik Çözüm Partisi’nin açıklamasına göre ise böylesi bir baskın yaşanmamıştı. Türk basını Güney Kürdistan’da çatışmaları, karışıklığı kışkırtmaktadır.

ABD emperyalizminin KONGRA-GEL’e karşı tavrının hangi yönde olacağını ise önümüzdeki dönemde göreceğiz. Fakat öyle ya da böyle TC’nin, tüm sömürgeci güçlerin ve de bilumum emperyalistlerin Kürtlerin de, ezilen tüm halkların da dostu olmadığı, tersine düşman oldukları çok açıktır. Sorunun özü ezilen halkların, işçilerin, emekçilerin bu gerçeğin farkına varması ve bu sömürü sistemini tarihin çöplüğüne atması için ortak mücadele vermeleridir.

TC’nin Kürt, Kürdistan düşmanlığına karşı ise, en başta Türk milletinden işçi ve emekçilerin mücadele etmesi, Kürt ulusunun Kuzey Kürdistan’da ayrılma, ayrı devlet kurma hakkını kayıtsız şartsız savunması ve ulusal azınlıkların tam hak eşitliğini savunup bunun gerçekleşebilmesinin ortamını yaratmak için, yani devrim için mücadele etmesidir. TC’nin Güney Kürdistan’da da Kürt düşmanlığına son verebilmenin yolu, sömürgeci faşist Türk devletinin demokratik devrimle yerlebir edilmesinden geçer!

Faşist Türk ordusu Kürdistan’dan defol!

31 Ocak 2004