İşçi sınıfı ve sendikal harekette güncel durum ve görevlerimiz

Güncel durumun temel ögeleri

Burjuvazinin kazanılmış haklara topyekûn saldırısı

Emperyalist dünyada kazanılmış işçi haklarının en yoğun olduğu emperyalist metropol ülkelerde, burjuvazi bu hakları adım adım geri alma siyasetini hayata geçiriyor. Metropollerdeki bu siyaset emperyalizme bağımlı ülkelerde de yansımasını ve devamını buluyor. Emperyalist burjuvazinin sosyaldemokrat temsilcileri 1970’lerde kapitalizmin “sosyal” olabileceği, sosyalizmle kapitalizm arasında üçüncü bir yol olabileceği ; “sosyal pazar ekonomisi”nin mümkün olduğu bayatlamış tezlerinin, özellikle Avrupa’da sosyaldemokratların iktidarda olduğu ülkelerde ispatlandığını savunuyor, İsveç’i, daha sonra Almanya’yı bu “model”e örnek gösteriyorlardı. İlk bakışta, birkaç yıllığına da olsa, tam istihdam/sıfır işsizlikli, vatandaşlarının geleceğini güvenlik altına almış, açlık ve yoksulluktan arınmış, kriz tanımayan, sürekli gelişen “sosyal” bir kapitalist düzenin olabileceği yanılsamasına dayanak olabilecek veriler varmış gibi görünüyordu. Avrupa’nın emperyalist ülkelerindeki –bir bölümü işçi ve emekçilere de dağıtılan– zenginlikte, emperyalist sömürünün, emperyalist aşırı kârın, ucuz hammadde ve özellikle de ucuz –nerdeyse bedava– enerji ithalatının yattığı gözlerden gizleniyordu. Aynı şekilde üretimde yeni teknik buluşların –öncelikle de elektronikteki ve bilgisayar tekniğindeki gelişmelerin– devreye sokulmasıyla emek üretkenliğinin muazzam artışı, bunun getirdiği aşırı kârların da zenginliğin artışında oynadığı rol gözlerden gizleniyordu. Tekniğin yaygın kullanımının giderek bu alandaki aşırı kârı ortadan kaldıracağı, piyasalar dolduğunda aşırı üretim krizinin kaçınılmaz olarak kendini dayatacağı gerçekleri unutturuluyordu. Bu “sosyal” kapitalizm masalları 1970’li yılların daha ilk yarısında, petrol üreticisi ülkeler karteli OPEC’in petrol fiyatlarını yükseltme kararı ile ortaya çıkan “birinci petrol krizi” ile bir balon gibi patladı. “Sosyal devlet” masalları, ekonomik konjonktürdeki her gerilemede, her devrevi kriz döneminde yerini “Kriz var, hepimiz aynı sandaldayız, şimdi kemer sıkma zamanı” teranelerine bıraktı. Fakat genel siyaset açısından da emperyalist burjuvazi, ABD’den başlayarak 1970 li yıllarda, o dönemde özellikle Avrupa’da egemen olan, devlet müdahaleci sosyaldemokrat siyasetten, “yeni liberal” diye adlandırılan, monetarist ekonomik siyasetlere yöneldi. 1970’lerde ABD’de ve 80’li yıllar başlarında İngiltere’de uygulamaya konulan sosyal hakların budanması, özelleştirme, taşeronlaştırma, kuralsızlaştırma siyaseti, 80 ortalarından itibaren uluslararası alanda tüm sermayenin genel siyaseti haline geldi. 80’li yılların sonunda, 90’lı yılların başında, o döneme kadar emperyalist dünyanın karşısına, sosyalizm adına alternatifmiş gibi çıkan revizyonist, sosyalemperyalist kampın çöküşü, tüm dünyada emperyalist burjuvazi tarafından sahtekârca kapitalizmin sosyalizm/komünizme karşı zaferi olarak görüldü ve gösterildi. Bu gelişme ertesi işçi sınıfına yönelen saldırılardaki tüm frenler boşaltıldı. Uluslararası alanda sermaye, işçi sınıfının sosyal ve siyasal haklarına karşı geniş çaplı ve genel bir saldırısını yoğunlaştırarak devam ettirdi, ettiriyor. “Kuralsızlaştırma” adı verilen slogan temelinde işçi sınıfını koruyan kimi yasalar, kurallar tek tek budanıyor, işsizlik ve sosyal yardım sigortalarının süresi ve yardım miktarı mümkün olduğunca en alt seviyelere çekiliyor, emeklilik yaşı, sözcüğün gerçek anlamında ancak “mezarda emeklilik” olacak şekilde üst yaşlara yükseltiliyor, işçilerin iş sözleşmelerini patronların istedikleri zaman feshetmeleri amacı ile her türlü kolaylıklar sağlanıyor, sosyal ve hastalık sigortaları özelleştirilerek işçi sınıfının sigorta primlerinin sermaye için yeni kâr olanakları yaratması sağlanıyor… Kısacası meta olan işgücünü kapitalistlerin maksimum düzeyde sömürebilmesi amacı ile her türlü uygulama pratiğe geçirilmeye devam ediliyor.

İşçi sınıfının ve emekçilerin sahip olduğu ve kullandığı haklar açısından adeta 20. yüzyılın başındaki duruma geri dönüş söz konusudur.

İşçi sınıfı hareketinin saldırılara karşı direnişi

Sermayenin uluslararası alanda geniş çaplı saldırısı karşısında işçi ve sendika hareketi kazanılmış hakları savunma açısından bile halen güçlerini biraraya getirebilmiş durumda değil. Fakat buna rağmen birçok ülkede –bu arada emperyalist metropol ülkelerde de– bu saldırıya karşı işçi ve sendikal hareketin kitlesel direnişinde de bir artış görülmektedir. Hareket gelişme, yükselme eğilimi içindedir. Yalnızca Nisan–Mayıs 2003’teki gelişmeler bile bunu göstermeye yeter. Fransa ve İtalya’da hem kitlesel grevlerin hem de kısa süreli genel grevlerin sayısı artmakta, bu eylemlere katılanların yoğunluğu da büyümektedir. Avusturya’da 50 yıl sonra ilk defa tüm ülkede etkisini gösteren geniş çaplı bir kitlesel grev yapılmış ve işçi sınıfının çok yoğun bir katılımı olmuştur. Almanya’da hükümetin reform adı altında yeni hak budama saldırılarına karşı eylemlilikler gündemdedir. Yunanistan’da kısa süreli genel grev ile işçi ve emekçiler, haklarına yönelen saldırılar karşısında tavır koymuştur.

İşçi sınıfının sosyal ve siyasal çalışma ve mücadele şartlarının çok daha geri durumda olduğu emperyalizme bağımlı ülkelerde sermayenin işçi sınıfının haklarına yönelik saldırısı zaten çok ağır olan yaşam şartlarını daha da kötüleştirmiştir. Bu ülkelerin burjuvaları ve hükümetleri uluslararası sermayenin ve İMF gibi kuruluşların direktifleri ile işçi sınıfının haklarına saldırıyı hükümet programlarının en temel, en birincil amacı haline getirmiştir. Bağımlı ülkelerdeki işsizler ordusunun safları, açlık sınırı altında yaşayan kitlelerin boyutu hızla büyümektedir. Bağımlı ülkelerin borç ve mali krizinin yükü, ekonomik çıkmazının sorumluluğu tümüyle işçi sınıfının ve emekçilerin sırtına yüklenmiştir. Bağımlı ülkelerin bir dizisinde de (Arjantin, Venezuela, Meksika, Güney Afrika, Hindistan, Filipinler vb.) işçi sınıfı yürütülen bu sistemli saldırıya karşı yer yer kitlesel eylemleri ile karşı durmaktadır. Örneğin Hindistan’da mayıs ayında 60 milyon işçi ve emekçinin katıldığı grev eylemi, belirli eyaletlerde –örneğin Kerala’da– hayatı bir gün için de olsa durdurmuş, işçi sınıfının gerçek gücünü göstermiştir. Arjantin örneğinde görüldüğü gibi savunma mücadelelerinin ülke çapında kitlesel bir eyleme dönüşmesi sürecinde, işçi sınıfı burjuvazinin kontrolünde olmayan, sovyet tipine benzer yeni örgüt biçimleri ve zengin eylem biçimleri geliştirebilmektedir.

Esas sorun:
Reformizmin egemenliği
Komünist önderliğin eksikliği

Sermayenin uluslararası alanda işçi sınıfının haklarına karşı saldırısına birçok ülkede işçi sınıfının savunma eylemleri geliştirmesine rağmen işçi sınıfının eylemliliği halen geri düzeyde ve bu yoğun saldırılara gereken etkinlikte bir cevap verecek durumda değil. Bunun en başta gelen temel nedeni işçi sınıfının komünist bir siyasal önderlikten yoksun olması ve işçi sınıfının en geniş kitlesel örgütleri olan sendikalarda, “sosyal ortaklık”, “sosyal diyalog” temel anlayışına sahip sarı ve reformist sendika siyasetinin hâkim durumda olmasıdır. Burjuvazi ve onların devletleri ile işbirliği (daha doğru tanımla işçi sınıfının burjuvazinin çıkarlarına tabi olması) siyaseti ile ideolojik ve siyasal olarak silahsızlandırılmış işçi sınıfı örgütsel alanda da birçok bakımdan savunmasız hale getirilmiştir. Sermayenin saldırısı karşısında sarı ve reformist işçi ve sendika bürokrasisi işçi sınıfının gerçek sorunun sermaye egemenliği olduğunu görmemesi için elinden gelen herşeyi yapmaktadır. İşçi sınıfının güncel somut saldırılara karşı mücadele içinde bilinçlenmesi, gücünün farkına varması, düzene göbekten bağlı sendika ağalarını da korkutmakta, onlar bu yüzden grev, direniş eylemlerini mümkün olan en geri seviyede tutmaya çalışmaktadırlar. Onlar, sorunların “iş barışı bozulmadan”, “sosyal diyalog içinde” masa başında, görüşmelerle “çözülmesi” siyasetini yürütmektedir. Onlar açısından işçi sınıfının kitlesel eylemleri ancak en son noktada, ‘sosyal diyalog’la ‘çözüm’ü zorlamak için tehdit aracı olarak düşünülen bir araçtır.

Sendika bürokrasisi ve eylem

Fakat şu da bir gerçektir ki, sermayenin her alanda çok yönlü saldırı yürütme stratejisi sarı ve reformist sosyal diyalog siyasetinin hareket alanını da büyük ölçüde daraltmıştır. Görüşmelerle, sosyal diyalogla bir şey elde edemeyeceğini gören sendika bürokratları, tabanın da baskısı ile ister istemez kendi kontrollerindeki kısmi kitle eylemlerine onay vermek zorunda kalmaktadırlar. Üstelik sermayenin çok yönlü saldırısı sonucunda sarı ve reformist sendikaların savunma eylemlerini bile örgütlememesi sonucunda sendikalar büyük çaplı üye kaybına uğramaktadır. Sendikaların büyük ölçüde üye kaybına ve üye aidatlarından gelen gelir kaybına uğraması sendika bürokrasisinin gelir kaynaklarını azalttığından, onun maddi varlık şartlarına da zarar vermekte, tehlikeye düşürmektedir. Örneğin Almanya’da Birleşik Hizmet Sendikası ver.di kısa bir dönem içinde 1000’in üzerinde sendika çalışanının işine son vereceğini açıklamıştır. Sendika bürokrasisini eylem yapmaya zorlayan en önemli sebeplerden birisi de budur.

Son yıllarda çok sayıda sendikanın üye kaybı büyük boyutlara ulaşmıştır. Örneğin bütün dünyada “Birlik Sendikası”nın en önemli örneklerinden birini oluşturan Almanya’daki üst sendikal birlik DGB’nin (Alman Sendikalar Birliği) 6-7 yıl içindeki toplam üye kaybı 4 milyon civarındadır. (yaklaşık 11,5 milyondan 7,5 milyona düşmüştür) Özelleştirme, taşeronlaştırma, artan işsizlik ve ama her şeyden önce sendika bürokrasisinin en temel haklarını bile savunmadığını gören üyelerin uğradığı hayal kırıklığından dolayı sendika üyeliğinden istifa etmeleri sonucunda, yerleşik sendikalar kitle gücünü yitirme süreci yaşamaktadır. Diğer yandan daha rüşeym aşamasında da olsa, etkisi çok büyük olmasa da sendikaların tabanı ve sendika çalışanlarının alt kesimleri içinde sendika bürokrasisine ve “sosyal ortaklık” anlayışına karşı mücadeleci bir muhalefet de gelişme içerisindedir. Arjantin’de, İtalya, İspanya ve Fransa’da resmi sendika örgütlerinden kopmalar olmuş, mücadele siyasetini savunan muhalif akımlar kendi sendikalarını oluşturmuşlardır. Bu muhalif akımların örgütlediği sendikaların birçoğu, yerleşik resmi sendika örgütlerine göre daha az bir kitleyi örgütlemiş olsalar da, kimi yerlerde küçümsenmeyecek sayıda bir kitleyi örgütlemeyi başarmışlardır.

Toplumsal muhalefet hareketi içinde işçi sınıfı hareketi

Bir çok ülkede toplumsal muhalefet, çeşitli sınıf ve tabakaların değişik talepleri uğruna mücadelesinin bir bileşkesi olarak gelişiyor. İşçi sınıfı hareketi, toplumsal muhalefet hareketi içinde yer alan hareketlerden biri.

İşçi ve sendika hareketinin yanısıra, burjuva ve küçük-burjuva siyasetlerin yönlendirdiği barış, çevre ve (ATTAC gibi) sosyal-siyasal sorunları merkeze koyan hareketler vardır. Bu tür hareketler işçi sınıfı ve sendika hareketini birçok alanda peşine takmakta, bunlar işçi sınıfının birçok eylemlilikte (örneğin en son barış hareketinde görüldüğü gibi) yönünü, siyasetini belirlemektedir.

Aslında toplumsal muhalefetin başını çekmesi gereken işçi sınıfı hareketi, olası istisnalar dışında, hareketin içinde, esasta diğer sınıf ve katmanların muhalefet hareketlerinin peşine takılan veya bu hareketlerle bağı olmayan ayrı bir hareketmiş gibi gelişmektedir.

Kısaca toparlarsak sonuçlar

Uluslararası işçi sınıfı hareketinde güncel durumu belirleyen hemen her yerde burjuvazinin topyekün saldırı halinde olmasıdır.

İşçilerin emekçilerin kazanılmış hakları her yerde büyük bir pervasızlıkla tırpanlanmaktadır.

İşçi ve emekçi yığınların ekonomik ve demokratik haklarında büyük bir gerileme söz konusudur.

İşçi sınıfı hareketi, uluslararası alanda geneli itibariyle ele alındığında geri seviyededir ve esası itibariyle savunma hareketi durumundadır. Emperyalizme bağımlı kimi ülkelerde –örneğin Filipinlerde, örneğin Hindistan’da, örneğin Arjantinde– yer yer burjuvazinin kontrolü dışına çıkan bir hareketlilik olsa da, genelde harekete damgasını vuran reformizmdir.

Son dönemde saldırılara karşı –aslında olması gerekenden geri seviyede de olsa– hissedilir bir hareketlenme vardır. Ve bu hareketlenmenin daha da artması, seviyenin yükselmesi olası gelişmedir.

İşçi sınıfı hareketi, toplumsal muhalefet hareketi içinde öncü, önder konumda değldir.

Esas sorun, komünist önderliğin eksikliğidir.

Görevler

Bu bazı temel yönlerini koyduğumuz işçi sınıfı ve sendikal hareketin uluslararası durumu hakkında değerlendirmelerimizden önümüze şu görevler çıkmaktadır:

·        İşçi ve sendika hareketinin ideolojik ve siyasal olarak silahsızlandırılmasında, işçi sınıfının eylemlerinin kötüleştirilmesinde en öne çıkan “sosyal ortaklık” sınıf işbirlikçisi anlayışına karşı önümüzdeki dönemde daha yoğun teorik, ideolojik ve siyasi mücadele yürütülmelidir. “Sosyal ortaklık” siyasetini savunanların temel tezleri ele alınıp, bunların özü somut olarak ortaya konulmalıdır.
Sınıflararası işbirliğini vaaz eden “Sosyal ortaklık” safsatasına karşı, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki sınıf karşıtlığına dayanan “Sınıfa karşı sınıf” tutarlı “Sınıf Mücadelesi’ siyasetinin hakim kılınması için sürekli, sistemli, kararlı, inatçı bir çalışma yürütülmelidir.

·        Anda diğer muhalif hareketlerden ayrı veya onların kuyruğuna takılan bir hareket konumunda olan işçi sınıfı içinde çalışma esas alınmak zorundadır. İşçi sınıfı hareketini toplumsal muhalefet hareketinin merkezi, öncüsü, önderi haline getirmek görevdir.
Gelişen hareket içine girmek, onun en önünde yürümek, onu ilerletmeye yönelik siyasetler geliştirmek tüm komünistlerin görevidir.
Güncel saldırılara karşı mücadelede, kazanılmış hakların budanmasına karşı ve yeni haklar kazanmak için yürütülecek mücadeleler içinde temel amacımız işçi sınıfının bilinçlenmesi, kendi gücünün farkına varmasıdır. Kazanılmış hakların korunması ve yeni haklar kazanma mücadelesi içine esas sorunun ücretli kölelik sisteminin yıkılması olduğu düşüncesini taşımak, bu düşüncenin doğruluğunu pratik deneyimleri içinde işçilerin görmesine yardımcı olmak komünistlerin işidir, bizim işimizdir.

·        Uluslararası alanda işçi sınıfı içinde bizim çizgimize yakın görüşlerle mücadele yürüten komünist güçlerle daha sıkı işbirliği aranmalıdır. Bunun yanında mücadeleci muhalif güçlerle ilişki kurmak ve var olan ilişkileri geliştirmek amacı ile daha yoğun ve özenli çalışılmalıdır.

·        Sendika bürokrasisine karşı mücadeleci bir siyaseti uygulamak amacı ile var olan sendikaları terk ederek ayrı sendikalar kurma alternatifini uygulayanlar bağlamında biz, yerleşik sendika ağalığına ve onların elindeki sendika aygıtlarına karşı gelişen tepkiyi anlıyoruz. Bu tepkinin kısa yoldan var olan sendikalar dışında örgütlenmek, bunlardan ayrılmak, yeni sendikalar kurmak şeklinde gösterilmesini yanlış buluyoruz. Biz işçilerin, patronların karşısına mümkün olan en büyük örgütlülükle çıkmasından yanayız. İşçilerin sendikal örgütlenmesinde, her iş kolunda tek birleşik, birlik sendikasından yanayız. “Sendikal birlik” sendikal örgütlenmede temel şiarlarımızdan biridir. İşçilerin sendikal düzeyde bile yanyana gelememesi patronların, kapitalist düzenin işine gelmektedir. Zaten birçok ülkede var olan sendikal bölünmüşlüğü daha da derinleştirecek ayrı sendikalar kurma siyaseti yerine, var olan sendikalarda kalarak, en geniş sendika kitlesini mücadeleci, devrimci, komünist muhalefet çevresinde birleştirmek amacımıza daha uygun olacaktır. Uluslararası alanda bazı ‘sol’ güçler “Toplumsal Muhalefet Sendikaları” adı altında ve işçi sınıfının çalışan kesimlerini değil de en iyi halde işsiz kesimlerini örgütlemeyi merkeze koyan ve fabrikalar yerine örneğin gecekondu mahallelerini esas örgütleme üssü olarak savunan anlayışlar savunmaktadır. İlk anda daha fazla başarı vaat eden bu örgütlenme çizgisi, uzun vadeli çalışma açısından, işçi sınıfının devrimde önderliğinin sağlanması gerekliliği açısından vb. yanlıştır.

 

 

 

 

 

Kuzey Kürdistan/ Türkiye’de işçi ve sendika hareketinin güncel durumu ve görevlerimiz

Kuzey Kürdistan /Türkiye’de işçi ve sendika hareketinin durumu ve görevlerimiz üzerine değerlendirmeler yapılırken, yukarıda çizilen uluslararası çerçeve göz önünde bulundurulmalıdır.

Uluslararası alanda, burjuvazinin işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına karşı topyekün saldırı içinde bulunduğu, kazanılmış hakları geri aldığı bir ortam; işçi hakları açısından gerileme, geriye gitmenin söz konusu olduğu bir ortam vardır.

“Neo Liberalizm” ve
TC’nin AB’ye “uyum”unun anlamı

Kuzey Kürdistan-Türkiye’de de sermaye, uluslararası alanda uygulanan “yeni liberal” siyasetleri özellikle 1980’li yıllardan bu yana yoğun bir şekilde uygulamaya sokmaktadır. KK/T’de bu, geçmişte egemen olan devlet kapitalisti işletmelerin özelleştirilmesi, devletin ekonomiye müdahalesinin azaltılması, burjuvazinin devlet kapitalisti-bürokrat kesimlerinin etkinliğinin azaltılması vb. anlamına da gelmektedir ve bu yüzden burjuvazinin bu kesimlerinin belli ölçüde frenleyici direnişi ile karşılanmaktadır. Bu siyasetin uygulanması, TC burjuvazisinden, “uluslararası normlara” uyacak değişiklikleri gerçekleştirmesini talep etmektedir. Bu talepler en somut biçimde AB üyelik görüşmelerinde TC burjuvazisine dayatılmıştır, dayatılmaktadır. Bu “uluslararası normlar” gelinen yerde, gerçekte uluslararası alanda burjuvazinin topyekün saldırı halinde olduğu bir anın normlarıdır. Yine de bu normlar genel gericiliğine rağmen, işçi ve emekçi hakları açısından da esasta faşizmden başka bir şey tanımayan TC’nin, kendini yasal düzeyde AB’nin gericileşmiş burjuva demokrasisi normlarına uydurması anlamına gelmekte, bazı noktalarda işçi ve emekçiler için geçmişte yasal olarak var olmayan kimi hakların da da kazanılması anlamına gelmektedir. TC burjuvazisi ve onun şimdiki AKP hükümeti AB’nin talep ettiği “uyum yasaları” çerçevesinde iş/çalışma hayatı alanında bir dizi yeni yasa değişikliğini gündeme getirmiştir. Yeni yasal düzenlemeler işçi hareketinin dayatması sonucunda değil Avrupa Birliği’nin ve Türk burjuvazisinin çıkarları ve beklentileri doğrultusunda gündeme getirilmiştir. İş yasaları alanında yapılan değişikler, bazı noktalarda –örneğin “İş Güvencesi” yasasının getirdiği işten atmayı zorlaştırıcı hükümler vb.– işçiler açısından belli iyileştirmeler anlamına gelirken, bazı noktalarda var olan hakların da tırpanlanması anlamına gelmektedir. İş Kanunu tümüyle sermayenin isteği doğrultusunda AB’ye uydurulmaktadır. Yeni İş Kanunu’nun özü esneklik ve kuralsızlaştırmadır. İş zamanı, sözleşmeyle belirlenen ücretler, işin niteliği, iş şartları tümüyle patronların ihtiyaçlarına göre belirlenecektir. Şimdiye kadar yasal alanda öngörülmeyen “Kiralık işçilik” sistemi devreye sokulmaktadır. İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun resmi iş aracılığı kaldırılmakta, özel “iş büroları” kurulması olanağı sağlanmaktadır vb. Yeni İş Kanunu’nun TBMM’den geçmesi sonrasında yeni Sendikalar ve Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu taslakları da gündeme getirilecektir.

İş Yasası’nda “uyum”
tüm egemenlerin ortak tavrı…

İş Güvencesi” yasasının yürürlüğe girme tarihini ileriye atma kararını Cumhurbaşkanı Sezer imzalamayarak, hükümetin iş hayatı alanındaki her uygulamasına, devletin her kurumunun aynı biçimde onay vermeyeceğini göstermesine rağmen, MGK, Ordu, Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi vb. gibi önde gelen tüm devlet kurumları özde ve esasta AB’nin talep ettiği “uyum” yasaları olan AKP hükümetinin yeni iş yasalarına onay ve destek vermektedir ve bu desteğini sürdürecektir.

Ve sendika ağaları…

Sermayenin saldırılarına karşı sendika bürokratları, işçilerin bu alanda hak eylemlerini en geri düzeyde tutmak için ellerinden gelen her şeyi yapmakta, ancak ya göstermelik ya da tabanın tepkisinin arttığını hissettikleri zaman bir tür sübap görevi yükledikleri geri eylemlilikler düzenlemektedirler. Bunun yanında KK/T’de de getirilen yeni yasaların sendikasızlaştırmaya da yöneldiği, bu anlamda sendikalarla birlikte sendika ağalarını da tehdit ettiği; sendika ağalarının salt kendi sınıfsal konumlarını korumak için bile olsa önümüzdeki dönemde daha “mücadeleci” görünümlere bürünmek zorunda oldukları da bilinmeli, bu faktör hesap içine alınmalıdır.

KK/T’de sendikal örgütlenme düzeyi çok geridir. Bu gerilik bir de sendikal örgütlenmenin parçalanmışlığı ve sendikalar arasındaki rekabetin koyuluğu ile birleştiğinde, işçi sınıfının en basit ekonomik hakları için bile birleşik bir sınıf olarak hareket etmesinin önüne engel olarak dikilmekte, patronların işini kolaylaştırmaktadır. Bu durumun da bilincinde olarak KK/T’de sendikal hareket içinde her iş kolunda birleşik tek sendika, sendikaların, sendikal hareketin birliğinin sağlanması için mücadele özel önem kazanmaktadır.

Sarı, reformist sendikalardaki genel olarak ‘sol’, özel olarak devrimci ve komünist muhalefet geri ve güçsüz durumdadır. Var olan ‘sol’ ve devrimci güçler ortak bir platformdan yoksun, dağınık halde bir dizi sendikalarda faaliyet yürütme durumundadır. İşçi ve sendika hareketi alanında biz attığımız bilinçli, sistemli adımlarla oldukça yavaş fakat küçümsenmeyecek bir gelişme içinde bulunuyoruz. Bu alanda çok sabırlı, uzun süreli, sistemli, planlı bir faaliyet gerekiyor. Kısa süreli başarı hayallerine kapılmadan, geçici yenilgilerden yılmadan yürütülecek bir çalışma gerekli. Bu alanda son dönemde oldukça deneyim kazandık. Bu alandaki faaliyetimiz özenle daha da geliştirilecek, güçlendirilecektir. Önemli işyerlerine arkadaşlarımızın yerleştirilmesi ve işletmelerde (geçmiş çalışmalardaki hatalarımız ve eksikliklerimizden de öğrenerek) daha uzun vadeli ve sistemli bir çalışmaya geçilmesi için uğraşılacaktır.

Sınıf mücadelesinin andaki durumu

İşçi sınıfı hareketi var olan haklarını savunma konusunda çok zayıf bir tepki gösterebilmektedir. Birçok işletmede ve alanda irili ufaklı birçok işçi eylemi yapılmaktadır, fakat bunlar arasında yeterli bir dayanışma ve koordine yoktur. Eylemlerin çoğunluğu sendika bürokrasisinin kontrolü altındadır. Tüm ülkede sendikalar büyük bir üye kaybına uğramıştır. KESK dışında 3 işçi sendikaları konfederasyonunun gerçek üye sayısı 1 milyonun altında, yaklaşık 600-700 bin civarında seyretmektedir. İşçi sınıfının sendikal örgütlülüğünün geriliği onun eylemlerine de yansımaktadır. Birçok eylem, –merkezi eylemler de– 1990-95 yılları ile karşılaştırıldığında çok daha küçük bir işçi kitlesi ile gerçekleştirilebilmektedir.

Yer yer kendilerinin sınıf işbirlikçisi siyasetlerini haklı çıkarabilmek için işçi sınıfının duyarsızlığından, mücadeleye hazır olmadığından vb. de yakınan sendika ağalarının, gerçekte işçi ve sendika hareketini geliştirip, düzene karşı sınıf hareketi haline dönüştürme konusunda niyetleri, planları vb. yoktur. Onlardan bunu beklemek de abestir. Sendikalarda işçilerin bilinç ve örgütlenme seviyesini yükseltecek eylemlilikler konusunda somut önerileri biz geliştirip, işçileri bu önerilere kazanmak bizim görevimizdir. Önümüzdeki dönemde sendika bürokrasisinin somut sorunlar ve somut talepler temelinde teşhirine ve işçi sınıfının geniş kitlelerini genel hedeflere yaklaştıracak bir biçimde faaliyetimize daha da yoğunlaşmalıyıyız.

Önümüzdeki dönemde:

·        İş/işsizlik bağlamında: Çalışabilir durumda olan herkese iş,
İşten çıkarılanlara, yeni iş yeri bulana dek son ücreti düzeyinde işsizlik parası
7 saatlik işgünü, 35 saatlik iş haftası, cumartesi ve pazarın resmi tatil ilan edilmesi
Yıllık 30 işgünü ücretli izin

·        Ücret siyaseti bağlamında:
Bugünkü resmi istatistiklere göre “yoksulluk sınırı” olarak belirlenen miktarın net/çıplak asgari ücret olarak kabulü (Yoksulluk sınırı, 4 kişilik bir ailenin zorunlu ihtiyaçları temelinde hesaplanan bir büyüklük. Anda DİE ve değişik sendikaların hesapladığı ortalama 1 milyar 200 milyon TL civarında. Andaki gerçek asgari ücret ise 200 milyon TL civarında)

·        Ücret talepleri konusunda:
Ücretler arasındaki dengesizlikleri azaltmaya yönelik ücret artışı taleplerinin getirilmesi

·        Sosyal güvenlik alanında:
Çalışamaz durumda olanlara insanca yaşamaya imkân veren sosyal yardım
Herkese ücretsiz sağlık sigortası
Tüm emekçilere 60 yaşında emeklilik hakkı
Emeklilik öncesi alınan son ücret düzeyinde başlayan ve her yıl enflasyon oranında artan emeklilik maaşı
Özürlü ve bakıma muhtaç olanlara, insanca yaşayacakları ücretsiz bakımevleri

·        Sendikal haklar bağlamında:
Sendikal faaliyet, sendikal özgürlüklerin önündeki her türden yasal engellerin kaldırılması

·        Yeni iş yasaları bağlamında:
İşçileri patronların saldırılarına karşı koruyacak yasaların çıkartılması
esnekleşme ve kuralsızlaştırmanın reddedilmesi

·        İşyerlerinde “işçi temsilciği” bağlamında:
İş Güvencesi” yasası ile getirilen ve AKP hükümeti tarafından yeniden kaldırılan bu hakkın kabul edilmesi ve uygulamaya sokulması… vb. vd.

·        Konut hakkı bağlamında:
Herkesin insanca barınabileceği, sağlıklı ve güvenlikli (Bu KK/T şartlarında 7,6 şiddetinde bir depremde yıkılmayacak sağlamlıkta ve yapıda konut anlamına geliyor) konutun hizmete sokulması ve konut kiralarının en fazla ortalama ücret ve maaşların %10’unu geçmemesi

gibi talepler savunmalıdır.

Burjuvazi dünyanın hemen her yerinde işçi ve emekçi haklarına saldırılarını ‘reform’ adı altında gizliyor. İşçi ve emekçilerin yaşama ve mücadele şartlarını, patronlar lehine kötüleştirmek – onların reform adını verdiği değişikliklerin içeriği budur. İşçi sınıfı ve emekçiler açısından reformun içeriği ise, onların yaşamında, kendi lehlerine köklü değişiklikler biçiminde doldurulur. Yukarda saydığımız talepler tam da bu içerikli gerçek reform talepleridir. Biz bu taleplerin işçi hareketinin genel talepleri haline getirilmesi amacı ile yoğun bir ajitasyon, propaganda ve örgütlülük faaliyeti sürdürmeliyiz.

BAZI SOMUT SORUNLAR

·        Sendikal rekabet ve şiddet: Bu alanda son dönemde somut örnekler yaşanmış, hatta adam öldürme olayları bile olmuştur. Bu tür şiddet olayları sonuç itibariyle burjuvazinin işine yaramakta ve işçi sınıfına karşı yönelmektedir. Biz ilkesel olarak sendikal rekabetin şiddet aracı ile yürütülmesine karşıyız. İşçilerin, emekçilerin, işçi- emekçi örgütlerinin kendi aralarındaki ilişkilerde şiddet ilke olarak reddedilmelidir. Bu düşüncenin egemen kılınması için mücadele görevimizdir.

·        İşyerlerine yerleşme: İşyerlerindeki faaliyetlerimizde yoldaşlarımızın ne ölçüde ve ne zaman açık tavırlarını ortaya koyacakları ve somut sorunlarda kendilerini belli edecekleri uzun vadeli çıkarlarımız açısından ele alınmalı ve uzun vadeli çıkarlarımız açısından bazı durumlarda geri durmamız göze alınmalıdır.

Mayıs sonu 2003
MK Toplantı Sonuçlarından •