EK – 3

Ölüm tacirlerinin ve yaşayan ölülerin
“yaşam seviciliği” üzerine…

Devrimci tutsakların ölüm orucunun ölüm sınırına yaklaştığında artan bir biçimde, medyada “devrimcilerin ölümü yücelttiği”, “devrimcilerin yaşamı sevmediği” vb. demagojileri yapıldı. Liberaller, ölüm orucunun, “yaşama düşman” bir eylem olduğunu; “yaşamın sarılacak en yüce değer olduğunu” vb. anlattılar. Bu demagojiler artık saldırının an meselesi haline geldiği 15 Aralık’tan itibaren daha da yoğunlaştı. Adalet Bakanı’nın son sözünü söyledikten sonra “Bundan sonra ölümlerin tek sorumlusu ölüm orucunu sürdürme kararını alanlar olacaktır.” direktifinin içini doldurdu kimi yazarlar… Bunlara göre, ölüm orucu bir nevi çılgınlıktı. Gencecik çocuklar daha yaşamadan, yüceltilen ölüme şartlandırılmışlardı vb. vb… Burjuva medyada icra edilen bu koruya Evrensel gibi gazetelerden katılanlar da oldu.

Bunların tartıştığı dikkat edilsin hiçbir biçimde, içinde bulunulan anda ölüm orucunun eylem biçimi olarak seçilmesinin doğru olup olmadığı vb. tartışması değildir. Bu taktik bir sorundur. İçinde bulunulan anın, andaki güç dengelerinin somut değerlendirilmesi ile ilgili, buna uygun mücadele yöntemlerinin ve biçimlerinin seçilmesi ile ilgili bir tartışmadır. Bu tartışma devrimciler arasında eylem öncesinde yürümüştür, eylem sonrasında da değerlendirmelerde yürüyecektir. Böyle bir tartışmada tartışan tarafların ortak bir çıkış noktası vardır: Devrime en iyi nasıl hizmet ederiz. Liberallerin çıkış noktası ve tartıştıkları bu değildir: Onlar için (nasıl olursa olsun) insan hayatı en yüce değerdir. Hiçbir şart altında bu en yüce değer “tehlikeye” atılamaz! Bu yüce değeri tehlikeye atan “hayata düşmandır” vb. vb.

Önce genel tartışma açısından şunları belirtmek istiyoruz:

« Komünist devrimciler açısından, “hayat” ne olursa olsun, hiçbir şart altında “tehlikeye atılmayacak” en yüce değer vb. değildir. Yaşam kendi başına bir değer değildir. Yaşama anlamını veren, onu yaşamaya değer yapan, onu değerlendiren, yaşamın içeriğidir. “Ne için yaşıyorum?”, “Amacım ne?”, “Yaşamda varmak istediğim hedef ne?”, “Yaşamı ne için kullanacağım?” diye sorar komünist devrimciler. Her insan gibi, onlar da yaşamlarına bir anlam verir, bir amaç belirler. Yaşam bu amaca hizmet eden bir araçtır ancak.

« Komünist devrimcilerin yaşamlarına verdikleri anlam; bu yaşamı, bütün yaşam boyunca, büyük insanlığın, yani işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin insanca yaşaması davasına katılmak için kullanmaktır. Yaşamak, komünist devrimciler için, komünizm davası için ömür boyu mücadele etmektir, savaşmaktır. Onlar bunu yaşamı sevdikleri için, dünyayı sömürüden, haksızlıktan kurtarmak için, herkesin insanca yaşayabileceği şartları yaratmak için, herkese daha iyi bir yaşam sağlamak için yaparlar.

Böyle bir yaşam, gerçekten de yaşanmaya değer yaşamdır. Sevilmesi haklıdır. Komünistler yaşamı, yaşamın amacına varabilmek için, gerektiğinde uğruna ölmesini göze alacak ve bilecek kadar severler.

« Komünist devrimciler, devrim davasının sürekliliğinin bilincinde olarak, yaşamın bu davada kullanılacak bir araç olduğunun bilincinde olarak, sağlıklı ve uzun yaşamayı –komünizm davasına en fazla katkıyı yapabilmek amacıyla– isterler, buna dikkat ederler. Ancak, komünizm davasına katkının ancak ölünmesi şartlarında daha büyük olacağı şartlarda, sağlıklarını-hayatlarını –evet bütün insanların daha iyi yaşamı için– tehlikeye atmaktan, ölmekten de bir an çekinmezler.

Bir örnek verelim…

Cephede savaş sürdürülüyor. Düşmanın cephaneliğinin uçurulması, muharebeyi bitirecek, onlarca, yüzlerce komünistin ve halktan insanın ölmesini engelleyecektir. Bir canın fedası, yüzlerce başka canı kurtaracak ve insanları komünizm davasına daha yakınlaştıracaktır. Böyle bir durumda bir komünist devimci, hayatını feda edebilir. Ölümü sevdiğinden vb. değil, yaşamı uğruna ölecek kadar sevdiğinden yapar bunu.

***

Yaşamın amacını salt kendileri için mümkün olan en iyi hayat olarak görenler; “Diğerleri beni ilgilendirmez!” diyenler, gerçekte bir bütün olarak yaşamı sevme vb. durumunda değildir. Sevdikleri bir tek şey vardır: Kendileri. Sevdikleri biricik yaşam ise kendi yaşamlarıdır. Fakat amacı bu olan bir yaşam, insanla, hayvan arasındaki farkı ortadan kaldırır. Sonuçta her hayvan da, bilinçsiz olarak da olsa, içgüdüsel olarak da olsa, hayatın amacı olarak kendi hayatını görür ve ona uygun yaşar.

Hayvanlara da haksızlık etmeyelim: Belli hayvan türleri, yaşamanın ancak toplumsal olarak mümkün olduğunu deneme-yanılma yoluyla “öğrendikleri” noktada, içgüdüsel olarak kendi yaşamları dışında kendi türlerinin yaşamını da hayatın amacı olarak görür ve öyle yaşar. Bireyciliğin en uç noktada geliştiği yerde, bireyci insan için kendi yaşamı en yüce değer, biricik amaç haline gelir.

Kısacası liberallerin “hayata bağlılık”, “hayatı sevmek”, “hayatı yüceltmek” vb. üzerine ürettiği laflar, onların gerçekten hayatı sevdiğini vb. göstermiyor.

Ölümün yüceltilmesi suçlaması, bir devrimciye yapılabilecek en aptalca ve alçakça saldırılardan biridir.

Bir dava uğruna ölümü göze almak, buna hazır olmak, kuşkusuz davası yalnızca kendi bireyi olan bir bireyci için anlaşılmazdır, “çılgınca” bir şeydir.

Toplumsal düşünen devrimci için durum bu değildir. Bir devrimci, bir hedefe varmak için, eğer elinde çıplak canından başka bir silah yoksa, ölüm orucuna gidiyorsa, bu onun ölümü sevdiği, hayatı sevmediği, ölümü yücelttiği vb. anlamına gelmez.

Eğer bazı insanlar, belirli, gerçekte çok basit talepleri bile elde etmek için –örneğin hapiste tecride karşı çıkmak oldukça basit bir taleptir– ölüm orucuna gitmek durumunda ve zorunda kalıyorsa, o zaman öncelikle yapılması gereken şey, böyle bir basit talep için bile ölümü zorlayan sistemin sorgulanmasıdır.

Bu ne barbar, ne faşist bir düzendir ki; yüzlerce devrimci tutsak, tecrit hapsinin ne anlama geldiğini duyurabilmek için, ölümü göze almak zorunda kalıyor. Bu ne barbar faşist bir düzendir ki; F tipine geçmek için, insanlar diri diri yakılıyor; cinayetlerine “Hayata Dönüş Operasyonu” adı konabiliyor. Sorgulanması gereken budur!

Bunu yapmayanlar, devrimcilerin “ölüm seviciliği” vb. üzerine demagoji yapanlar, ne olursa olsun yaşamı amaç haline getirenler, gerçekte yaşayan ölülerdir. Bir ağacın, bir solucanın hayatı ile onların hayatının amacı birdir. Bir türlü yaşamak!!!

Onların yaşamı gibi ölümü de değersiz olacak, Mao’nun deyimiyle bir tüy kadar hafif olacaktır.

Hayatı boyunca devrim davası için yaşayanlar, mücadele edenlerin hayatı olduğu gibi, ölümü de değerli olacak –ölümün biçimi ne olursa olsun– Mao’nun dediği gibi “Tay dağından yüce” olacaktır.

Bu bağlamda, bugün burjuvazinin devrimci iradeyi teslim alma amacıyla yürüttüğü saldırıya karşı çıplak canlarını silah olarak kullanarak direnenler, “Teslim olmaktansa, ölürüz!” diyenler ve bu uğurda ölümün en zoru olan, hücre hücre ölmeyi göze alanlar, devrimci irade konusunda muazzam bir tavır sergilemekte; devrimci iradenin teslim alınamayacağını pratikte göstermektedirler. Böyle bir ölüm, on binlerce bireyci liberalin değersiz solucan yaşamlarından daha değerlidir!

Kendi acınası hayatlarını her şey görenlerin bunu anlaması da mümkün değildir!

16 Şubat 2001

 

[Ölüm Orucu Giriş Sayfasına dön]