1 Mart Cumartesi günü Mecliste yapılan kapalı toplantıda AKP hükümetinin meclise sunduğu ve TC üzerinden ABD askerlerinin Irak’a saldırısı için TC sınırları içinde konuşlanmasını ve Türk askerlerinin de ABD askerlerinin ardından Irak’a girmesi için hükümete yetki verilmesini isteyen tezkere, toplantıya katılanların yarısından bir fazlasının oyunu alamadığı için kabul edilmedi. Karaya çıkmak için Akdeniz’de gemilerde bu tezkerenin çıkmasını bekleyen ABD askerleri bir süre daha Akdeniz’de tur atmak durumunda kaldılar.
Mecliste tezkereye gerekli çoğunluğun sağlanamaması kuşkusuz bu savaşa ve Türkiye’nin bu savaşa girmesine karşı olan tüm insanları, güçleri sevindirdi. Buna karşı savaşı mümkün olan en kısa zamanda başlatmak ve TC’nin de bu savaş içinde doğrudan yer almasını isteyenleri şaşırttı ve üzdü.
Tezkereyi, ABD ile yürüttükleri uzun pazarlıklar ertesi meclise sunan ve kabul edileceğinden emin görünen AKP yöneticileri şimdi meclisteki yenilgilerini “bu bizim ne kadar demokratik olduğumuzun bir işaretidir” yorumlarıyla açıklamaya çalışıyor.
Mecliste alınan karar evet Irak’a karşı ABD’nin savaş zaman planında belli bir aksamaya yol açmıştır.
Tezkerenin AKP grubundaki beklenmedik ölçüde fire sonucu kabul edilmemesi olgusu bizi yanıltmamalıdır.
Bu savaşa gerçekten karşı olan hiç kimse, Meclis savaşa karşı karar aldı, artık TC’nin savaşa katılması söz konusu değildir vb. yanılgılara düşmemeli, rehavete kapılmamalıdır.
Meclisten tezkereye onay çıkmamış olması, hiçbir şekilde egemen sınıfların meclisinin gerçekten de savaşa karşı olduğu anlamına gelmiyor. Tezkereye hayır oyu verenlerin gerekçeleri, tezkereye onay verenlerle çıkış noktasında aynıdır. Her iki tarafın da oy verirken çıkış noktası “Türkiye’nin menfaatleri” dedikleri egemen sınıfların menfaatleridir. Tezkereye evet oyu verenler, savaş zaten Türkiye’siz de çıkacağına göre ve Türkiye’nin yanıbaşındaki coğrafyada önemli değişiklikler olacağına göre, Türkiye’nin bu savaşta olasi savaş galibi ABD’nin yanında yer almasını, ABD’nin ardında büyük bir güçle Güney Kürdistan’a girmesini “Türkiye’nin menfaatlerine uygun” görmektedirler. Buna karşı tezkereye hayır oyu verenler, TC’nin bu savaşa ABD’nin yanında girmesinin onu komşularıyla daha da kavgalı hale getireceğini, ayrıca ABD’nin verme sözü verdiği tazminatların az olduğunu, ayrıca diğer emperyalist güçlerin de bu savaşa karşı olduğunu, savaşın sonunun belli olmadığını, bu yüzden üç koyup beş alalım derken zararlı çıkılabileceğini, ABD askerlerinin bir kez Türkiye’ye konuşlandı mı, onların Türkiye’den çıkarılmasının zor olacağını vb. söyleyerek, ABD yanında savaşa girmenin “Türkiye’nin menfaatlerine aykırı” olduğunu söylemektedir. Bunlar evet bugün Irak’a karşı ABD’nin yanında savaşa girmeye karşıdır, fakat Türk askerinin Güney Kürdistan’a bugün zaten olduğundan çok daha büyük bir güçle girmesinden yanadırlar. Hepsi için çıkış noktası birdir: Türk egemen sınıflarının menfaatleri. Ve onlar bu menfaatleri bize halkın “Türkiye’nin” menfaatleri olarak yutturmaktadır. Bunların hiçbiri gerçekte emperyalist bir savaşa karşı değildir. Emperyalist savaş, işgal, ilhak bunlar tarafından “Türkiye”nin çıkarına görüldüğünde bunlar savaştan yanadır.
Tezkereye hayır diyenlerin, bu tezkerenin “uluslararası meşruiyet” temeli yoktur gerekçesi de sahtekârlığın dik alâsıdır. Faşist Türk devleti Kuzey Kıbrıs’ı Birleşmiş Milletler kararıyla mı işgal etti? Güney Kürdistan’da 30 bin Türk askeri şimdiden Birleşmiş Milletler kararıyla mı var? Kaldı ki, Birleşmiş Milletler kararı denilen kararlar neden uluslararası meşruiyet anlamına geliyor? Birleşmiş Milletler’de halklar mı temsil ediliyor, yoksa sömürücü sınıfların devletleri mi? Birleşmiş Milletler bugün gerçekte emperyalist büyük güçlerin halklara karşı kullandığı bir kandırma aracından başka bir şey değildir. Orada herşeyi belirleyen emperyalist güçlerin arasındaki dengeler ve ilişkilerdir. İş ciddiye bindiği zaman, Birleşmiş Milletler’in aldığı kararlara rağmen emperyalist ve gerici devletler bildiklerini okurlar. İşte İsrail-Filistin’in durumu. İsrail’in işgal ettiği topraklardan derhal çekilmesini isteyen bir dizi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı vardır. Ama İsrail bildiğini okumaktadır. ABD’nin Irak’a saldırması için bir Birleşmiş Milletler kararı kuşkusuz halkların kandırılması açısından onların istediği bir şeydir. Fakat olmasa da olur!
Bu savaşa gerçekten karşı olan hiç kimse 1 Mart’ta hükümet tezkeresine onay çıkmamış olması olgusunu savaşın çıkmayacağı, “barışın” kurtulduğu vb. biçiminde anlamamalı, rehavete kapılmamalıdır. Tezkerenin kabul edilmemiş olması, ABD emperyalizminin Irak’a saldırısını engellemez, en iyi halde askeri planlarında belirli değişiklikleri gündeme getirebilir. ABD emperyalizmi bölgeye 200 bine yakın askerini yığmıştır, yüz milyarlarca dolarlık askeri malzemeyi bölgeye yığmıştır. Hedefine varmadan, Irak’ta kendi hegemonyasını kayıtsız koşulsuz kabul edecek “güvenilir” bir rejim oluşturmadan bölgeden çekilmesi, onun dünya hegemonyası iddiası ve planlarına ölümcül bir darbe olur. O bu hedefine varmak için herşeyi yapacaktır. ABD emperyalizmi açısından savaş olmazsa olmaz hale gelmiştir. O esasta askeri hazırlıklarını da tamamlama aşamasına gelmiştir. Kuzey cephesinin Türkiye üzerinden açılmaması olasılığı, belli aksaklıklara yol açsa da, savaşı engelleyecek bir rol oynamaz. Kaldı ki Kuzey cephesinin Türkiye üzerinden açılmaması da, TC’nin bu savaş içinde olmadığı anlamına gelmiyor. Türkiye, daha şimdiden Irak’a karşı savaşta ABD açısından en önemli üslerden, ikmal alanlarından biri durumundadır. İncirlik üssü “arı gibi” çalışmaktadır. Tezkere ile söz konusu olan, Türkiye’nin savaşta ABD’nin yanında yer alıp almaması değil, bu yer alışın resmen ve Meclis kararıyla olup olmayacağı, ABD asker sevkiyatının da Türkiye üzerinden olup olmayacağı noktasıdır.
Tezkerenin 1 Martta geçmemiş olması da kesin, “düzeltilemeyecek” bir sonuç değildir. AKP yöneticileri şimdi bir yandan savaş istemeyen halkın baskısıyla, savaşa ABD yanında resmen katılmak isteyen egemen sınıfların, “kadim müttefik ABD”nin baskısı altındadır. En önemlisi de sözleşmeleri yapılmış satış parasını kaptırmak istememektedir. 9 Martta yapılacak Siirt seçimleri, ardından Tayyip Erdoğanın başbakanlığında yeni hükümetin kurulması, bu arada 7 Martta Blix’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine sunacağı yeni silah denetçileri raporu, bunun ardından Güvenlik Konseyinde ABD, İngiltere ve İspanya’nın yeni bir karar konusunda girişimleri vb. AKP’ye yeni bir tezkereyi meclis gündemine getirmesi için yeni fırsatlar sunacaktır. Sorun ABD’nin daha ne kadar beklemeye hazır olduğu sorunudur. Bu da şimdi pazarlıklarla çözülmeye çalışılıyor, çalışılacak. Eğer anlaşma olursa tezkerenin yeniden meclis gündemine gelip, onaylanması kimseyi şaşırtmamalıdır. Bu arada tabii AKP’nin özellikle sallantıda olan milletvekillerini “ikna” için yeni gelişmeler de kullanılacaktır, kullanılıyor.
Tezkerenin kabul edilmemesi ertesinde Güney Kürdistan’daki yürüyüşlerde Türk bayrağının yakılması olayının sansasyonel duyurulması, şoven, küfürbaz kışkırtmalar; tezkerenin kabul edilmemesinin hemen ertesinde açılan ve “barışın bir bedeli olacaktır” gerekçesiyle halka yeni vergilerle yeni yükler bindiren IMF damgalı paket bu “ikna” çalışmalarının parçasıdır. Buna önümüzdeki günler ve haftalarda yenileri de eklenecek, Türkiye’nin güvenliğinin nasıl tehdit altında olduğu, bu tehdide karşı savaşta açık taraf olmanın faydaları (!) konusunda beyinler yıkanacaktır.
Bütün bunlara hazırlıklı olmalı, kanmamalıyız!
Hazırlanan ve Türk egemen sınıflarının halklarımızı sürüklemek istediği savaş, emperyalist, gerici, karşıdevrimci bir savaştır. Bu savaş bizim savaşımız değildir.
Türkiye’nin Türk, Kürt, Ermeni, Çerkez, Arap… bütün milliyetlerden işçilerinin, köylülerinin baş düşmanı Irak’ta değil! Baş düşman, Türk egemen sınıflarının temsilcilerinin bir bölümünün antiemperyalist pozlarda karşı çıktığı ABD emperyalizmi, veya başka bir emperyalist güç de değil. Esas tehlike anda Türk topraklarının ABD işgaline girmesi vb. de değil. ABD emperyalizminin Türkiye topraklarını işgale ihtiyacı yok. Onlar, Avrupalı emperyalist büyük güçler gibi, işbirlikçileri aracılığıyla da Türkiye’yi sömürüyorlar. Baş düşman Amerikancı, Avrupacı tüm kanatlarıyla Türk hakim sınıfları! Emperyalizme karşı gerçek mücadele, Türkiye’de, emperyalizmle işbirliği içindeki Türk hakim sınıflarının faşist diktatörlüklerine karşı devrim mücadelesi yürütmekle olur.
Bizim savaşımız, egemen sınıflara karşı, onların faşist devletini yıkmak, yerine işçilerin köylülerin demokratik diktatörlüğünü kurmak için sınıf savaşı, devrim savaşıdır!
Kendi iktidarımız için savaşmaya ve bu savaşta gerekirse ölmeye değer!
Egemenlerin “vatan” dedikleri, onların sömürü cenneti, onların “milletin menfaatleri” dedikleri kendi menfaatleridir.
Onların çıkarı için savaşmak, kendi çıkarlarımıza karşı, kendimize karşı savaşmaktır.
Onların savaşında, yapılacak bir iş vardır: Savaşı engellemeye çalışmak, bunun olmadığı yerde, bizi savaşa sürdüklerinde, silahı kendi burjuvazimize çevirmek, savaşı kendi burjuvazimize karşı devrim savaşına dönüştürmek!
Görev bu gerçeklerin kavranması ve kavratılmasıdır!
Görev başına!
4 Mart 2003