15 Mart’ta Yargıtay  Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AKP’nin kapatılması ve 71 AKP  yöneticisine 5 yıl süreli siyaset yasağı getirilmesi istemi ile Anayasa  Mahkemesi’ne başvurusu üzerine başlayan dava süreci 30 Temmuz’da alınan kararın  açıklanması ile sonlandı. 11 üyeli Anayasa Mahkemesi’nde alınıp, Mahkeme  Başkanı Haşim Kılıç tarafından açıklanan kesin karara göre : AKP Parti kapatmak için 2001 yılından bu  yana gerekli olan beşte üç çoğunluk sağlanamadığı için kapatılmadı. 6  Anayasa Mahkemesi üyesi AKP’nin iddianamede yer alan “AKP’nin laiklik ilkesine  aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” iddiasına dayanarak bu partinin  kapatılması için oy kullandı. 4 üye, laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı  olma iddiasını kabul etmelerine rağmen, dava konusu fiillerin ağırlığına  uygun  ceza”nın (Anayasa madde 69)  kapatma olmadığını savunarak, Anayasa’da öngörülen “devlet yardımından kısmen  yoksun bırakılması” cezasının verilmesi yönünde oy kullandı. Anayasa Mahkemesi  başkanı kapatma davasının tümden red edilmesi yönünde oy kullandı.  Böylece parti kapatma için  gerekli olan 7 oy sağlanamadığı için AKP  kapatılmadı. Fakat AKP,  11 üyenin 10’unun   onun laiklik ilkesine aykırı eylemlerin  odağı olduğu iddiasını kabulü temelinde, son yıl aldığı hazine yardımının  yarısından yoksun bırakılması ile cezalandırıldı. Anayasa Mahkemesi başkanı  bunu AKP’ye  “ciddi bir ihtar” olarak adlandırdı. 
          Dava süreci…
        15 Mart’ta açıklanan  İddianamenin egemenler arasındaki iktidar dalaşında yargının sadece hükümet  olmakla yetinmeyen, Türkiye’de yerleşik Kemalist bürokrat devlet iktidarını  adım adım tasfiyeye ve iktidarı adım adım fethetmeye yönelen AKP’nin yargı  yoluyla önünün kesilmesinin bir aracı olduğu açıktı. Dava’nın hukuki kılığa  büründürülmüş bir dava olduğu,  yerleşik  iktidar sahibi kesimin kendi iktidarını sürdürmek için elindeki önemli  kalelerden biri olan  Anayasa Mahkemesini  devreye soktuğu açıktı. Kendisinin de bir bölümü olduğu devlet bürokrat  burjuvazisinin bu kurumundan beklediği, hukuki kılıfa uydurup AKP’ni kapatması,  yöneticilerine, en başta da R.T.Erdoğan’a yasak getirmesi, böylece AKP’nin  iktidar yürüyüşünün önünü kesmekti. Dava’nın açıldığı ilk günlerde AKP ve onun  liberal kuyrukçuları davanın “yargı darbesi denemesi” olduğu doğru tespiti  temelinde epey gürültü kopardılar. Fakat AKP bir süre sonra davaya karşı sert  tavırlarından vaz geçip, davanın mümkün olan en kısa zamanda sonuçlandırılmasına  yönelik bir tavra yöneldi. Hem içte hem dışta AKP’nin kapatılmasının genelde  Türkiye’ye çok ağır siyasi ve ekonomik faturası olacağı yönünde bir kampanya  yürüttü. Buna bağlı olarak AKP’nin kapatılmasının da AKP’yi zayıflatacağı  hesabının yanlış olduğunu gösterir bir kampanya yürüttü. Buna karşı yerleşik  iktidar sahiplerinin ve onların medyadaki uzantılarının, başta CHP olmak üzere  siyasi partilerinin tavrı, davanın yargıda olduğu, yargıya güvenmek gerektiği,  yargının vereceği karara herkesin saygı duyması gerektiği, yargıya baskı  yapmamak gerektiği vb. propagandası oldu. Arada AKP-MHP-DTP oylarıyla  gerçekleştirilen, ve yüksek okullarda  türbanın serbestçe kullanılmasının de önünü açacak olan  Anayasa değişikliğinin Anayasa mahkemesi  tarafından 9’a  karşı 2 oyla iptal  edilmesi de, Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik bürokrasi iktidarının sağlam bir  bekçisi olduğunu bir kez daha gösteriyordu. Beklenti bu kesim açısından kesin  olarak yasaklanma idi. AKP’ de her ne kadar dışa karşı yasaklanma için getirilen  gerekçeler doğru değil, yasaklanma olmayacaktır vb. dese de, kendisini  yasaklama ertesi için hazırlıyor, konumlandırıyordu. Bu  bağlamda erken seçim veya genel yerel seçimle  birleştirilmiş ara seçim tartışma ve hazırlıkları tüm hızıyla sürüyordu.
  Ne kapatma, Ne aklama …Sevinenler .. Üzülenler…
        Sonuçta ortaya  ne kapatma, ne aklama anlamına gelen bir  karar çıktı. Bir yandan AKP’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline  geldiği” ilan edildi. Diğer yandan fakat laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline  gelmiş olduğu tespiti  yapılan bu parti  kapatılmadı, AKP için gerçekte cezai yaptırım anlamı olmayan, ona fazla  dokunmayacak olan  para cezası ile  cezalandırıldı. Ve kararın böyle çıkması bir tek oy tarafından belirlendi. Eğer  Sezer atamalı 8 yargıçtan biri daha kapatma yönünde oy kullanmış olsa idi, AKP  kapatılacaktı. Kararın böyle çıkması AKP açısından biraz burukça bir sevinçle  karşılanırken, ideolojik Kemalist kesim açısından tam bir hayal kırıklığı oldu.  Güvenilen dağlardan birine daha kar yağmıştı. Çatışmanın her iki tarafı da, ne  şiş yansın/ne kebap kararının işine gelen yanını aldılar. CHP ve ideolojik Kemalist  kesim, kararın AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu kabul  eden  yanına vurgu yaparken, AKP  ve yandaşları da kararın AKP’nin  kapatılmasını sonuçta red eden tavrına vurgu yapıp, yola devam dediler.
        Peki bu karara en çok  sevinenler kim oldu ?
        Kararı TÜSİAD “ Yaşanan  bütün gerilimlere, toplumsal kutuplaşmayı arttıran ve siyasal çatışma ortamına  zemin hazırlayan gelişmelere karşın, Türk demokrasisi önemli bir olgunluk  sınavını başarıyla tamamladı.”   açıklaması ile karşıladı.
        Büyük holdinglerden  Sabancı holding yönetim kurulu başkanı Güler Sabancı, kararı “Toplumsal uzlaşma  adına umutlu olmamızı gerektiren bir döneme giriyoruz.” sözleriyle selamladı.
        İçte sivil büyük  burjuvazi kararı sevinçle karşıladı. Ve   bunların sözcüleri siyasi arenada iktidar için çatışan güçleri, en başta  da AKP’yi “çıkan bu neticeden gerekli dersleri çıkarmaya” çağırdı.
        Dışta ise gerek AB,  gerekse ABD’ den kararın Türk demokrasisi için ‘güven verici’, ‘sevindirici’  bir karar olduğu yorumları ile karşılandı. Yani gerek Türkiye’de gerekse  dışarıda, Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi sınıfını ve emekçilerini daha yoğun  sömürebilmek için istikrarlı ve güvenilir bir ortama ihtiyacı olan sivil büyük  burjuvazi, Türkiye’de belirsizliği, istikrarsızlığı körükleyecek olası bir  yasaklama kararına karşı idi. Onlar bunu çeşitli vesilelerle hep dile  getirmişlerdi. Bunun yanında fakat aynı zamanda AKP’nin dizginsiz gelişmesine,  kendi deyimleri ile “zamansız girişimlerle”  ortamı ‘gereksiz yere germesine’ de karşı idiler. Onların hem AKP’ne , hem de  onun karşısında esas iktidar odağının merkezinde duran Türk ordusuna  ihtiyaçları vardı. Bunların iktidar dalaşında birbirlerini yemelerine karşı  idiler. Uzlaşmalarını istiyorlardı. Bunu da çeşitli vesilelerle ifade ettiler.  Bu yüzden Anayasa Mahkemesindeki ideolojik Kemalist çoğunluğun sağlam  duramaması sonucu çıkan karar en çok onları sevindirdi.
  Kararın anlamı : Yargısal balans Ayarı …
        Karar, bir yanı ile  ideolojik Kemalist kesim içinde de, en azından bu kesimin bir bölümünde  AKP’yi  bütünüyle tasfiye etmenin mümkün  olmadığının görüldüğü; AKP’nin iyice uslandırılıp çizgi içine çekilerek, onunla  iktidarı bir türlü paylaşmanın zorunlu hale geldiğinin görüldüğü; AKP’nin  tasfiyesi adına hareket eden bir bölüm devlet çetecisinin giderek kontroldan  çıktığının görüldüğü; kontrol edilemez gelişmelerin bir bütün olarak bütün  kanatları ile devleti zayıflattığının görüldüğü vb. anlamına geliyor. Görülüyor  ki Anayasa Mahkemesinin kapatmaya karşı çıkan ve fakat AKP’ye para cezası  vermekten yana tavır takınan 4 üyesi, ideolojik olarak ‘kapatalım’cı 6 üyeyle  aynı safta olmasına rağmen, kapatma kararı ertesindeki olası gelişmelerin  sorumluluğunu taşımaya hazır değildir.
        Karar ikili niteliği ile AKP’  ye karşı Yargısal bir balans ayarı,   iktidarı ele geçirme konusundaki mücadelesinde yerleşik iktidarın  dokunulmazlarına dokunmama konusunda bir kez daha ‘ciddi uyarı’ anlamını  taşıyor.   Karar ertesindeki ilk açıklamasında  başbakan R.T. Erdoğan öncelikle “sorumluluk” a vurgu yaparak bu mesajı aldığını  açıkladı. Bu kuşkusuz egemenlerin iki kanadı arasındaki iktidar dalaşının sonu  vb. anlamına gelmiyor. Bu dalaş önümüzdeki dönemde de sürecek. Ve bu dalaşta  her iki kesim de diğerini tasfiye edebilmek için elinden gelen her melaneti  yapacaktır. Fakat şimdilik –Ergenekon davası iddianamesinde de açıkça görüldüğü  gibi-  geçici ve zoraki bir uzlaşma  sağlanmıştır. Bundan sonraki esas çatışma Anayasa değişiklikleri ile tartışmalarda,  Anayasa’nın değiştirilmesi sürecinde yaşanacaktır. AKP’nin bu konuda hangi  hızla ve hangi yöntemlerle gideceğini önemli ölçüde önümüzdeki genel yerel  seçimlerin sonuçları belirleyecektir. Siyaset bu seçimlere kilitli olarak  gelişecektir.
  Ne hukuku, ne demokrasisi ?... 
        Şimdi Tekelci Türk  medyasının Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı ile ilgili ortak genel yorumu, aynı  burjuvazinin TÜSİAD, TOBB, TİSK gibi doğrudan sınıf örgütlerininki gibidir: Bu  karar Türkiye’de demokrasinin varlığının, olgunluğunun, hukuk’un her şeye  rağmen işlediğinin vb. vb. ifadesidir. Bu kararla Türk demokrasisi kazanmıştır!
        Ne demokrasi ama! Bu  demokrasi’de işçilere emekçilere öngörülen şey, eğer paşalarımız darbe yapıp  sivil siyaseti tatile çıkarmazsa, belli aralıklarla gidip, kendilerinin kimin  tarafından nasıl ezilip sömürüleceğinin siyaset satıcıları arasında tercih  yapmalarıdır. Öyle bir demokrasidir ki bu, işçilere emekçilere öngörülen her  biri emperyalizmin uzantısı olan değişik egemen sınıf klikleri arasında yürüyen  iktidar dalaşında onların kuyruğunda saf tutmaktır. Öyle bir demokrasidir ki,  işçilerin emekçilerin hak arama mücadelesi karşısında polisi, jandarmayı,  orduyu bulur. Copu, sıkılan suyu, bazen kurşunu, göz altını, işkenceyi,  mahkemeyi, zindanı bulur.
        Öyle bir demokrasidir ki  bu, Türk olmayan tüm milliyetler, en başta da kürt ulusu için öngördüğü “Ne  mutlu Türküm” diye bağırması, kendinin Türk’ten de Türk olduğunu ispatlamasıdır  ! Yoksa  bölücü, terörist olur.
        Öyle bir demokrasidir ki  bu, yasaya göre güya eşit olan kadınlara öngörülen ikinci/üçüncü sınıf  insanlıktır, koca, baba, ağabey, erkek kardeş, sevgili baskısıdır; seks nesnesi  olmaktır, çokça dayak, kimi zaman töre cinayetlerine varan şiddettir. Erkek  egemenliğini sorgulayan kadın ‘normal’ değildir bu demokraside!
        Hukuk’a gelince : Türkiye  ve Kuzey Kürdistan’da  hukukun üstünlüğü  vb. koskoca bir yalandır. Kuzey Kürdistan’da zaten T.C. devleti Kürt ulusuna  karşı savaş yürütmektedir. Orda savaş hukuku uygulanmaktadır. Örneğin Şemdinli’de  Umut kitapevinin bombalanması ve ertesinde yaşananlarda orada hukukun guguk  olduğunu gördük.
        Öyle bir hukuk ki bu,  devlet içinde kendine özel görev yükleyen çetelerin ordudaki muvazzaf paşalarla  ilişkisi ayan beyan ortada iken, Muvazzafları , orduyu, MİT’i  vb. dava dışında tutup, bunların işin içinde  olmadığını iddianameye yazmak durumunda kalıyor. 
        Öyle bir hukuk ki  Türkiye’de egemen olan, bu hukuk “yargının bağımsızlığı”nı, işçilere  emekçilere, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi verenlere karşı, yargının  yasalardan bağımsızlığı olarak kavrayıp uyguluyor. Söz konusu işçiler emekçiler  olunca, ya da demokrasi; sosyalizm için mücadele edenler  olunca, yasaların ne deyip, ne yazdığı, yasa  koyucunun ne dediği vb. belirleyici olmuyor. “Bağımsız” mahkeme heyeti, kendi  keyfine göre karar veriyor! Hukuk değil guguk uygulanıyor.
        Öyle bir hukuk ki egemen  olan, En yüksek yargı organları için bile yasalar geçerli değil. Örneğin  Anayasa’da  Anayasa Mahkemesi kararları  gerekçeleri ile birlikte açıklanır deniyor. Dinleyen kim? Ya da en son türban  ve AKP kapatma davalarını alın. Ondan önce 367 ile ilgili davayı alın. Bunların  hukuk temelinde açılan davalar, alınan kararların hukuki kararlar olduğunu  ancak Türkiye’nin hukuksuz hukukçuları savunabilir.
  Çözüm nerede ?
        Sömürüye dayalı bu sistem  içinde hiçbir temel sorunun işçiler emekçiler lehinde bir çözümü yoktur. Geçici  olarak burjuvazinin sömürü sistemini sürdürmek için getirdiği, bazen sınıf  mücadelesi sonucu getirmek zorunda kaldığı   çözümlerde elde edilen haklar da her an geri alınma tehdidi altındadır.
        Türkiye’de /Kuzey  Kürdistan’da yaşadığımız sorunların köklü çözümü sömürü sisteminin yerle bir  edildiği, işçilerin emekçilerin kendi iktidarlarının kurulduğu devrimdedir. Demokrasinin,  hukukun üstünlüğünün, insan haklarının   vb. gerçekten yaşanacağı tek düzen işçilerin emekçilerin egemen olacağı  düzendir, sosyalizmdir !
        Bu hedef karşısında  egemenlerin kendi aralarındaki iktidar kavgası kayıkçı kavgasıdır. Bırakalım  onlar bu kayıkçı kavgasını bizsiz yürütsün ! Biz kendi sınıf partimiz olan  Bolşevik Partimiz önderliğinde, kendi sınıf örgütlerimizde  örgütlenerek kendi sınıf mücadelemizi  yürütelim !
        Geleceği sınıf savaşı ile  kendi ellerimize alalım!
        31Temmuz 2008
        Bolşevik Parti