Tecrite Karşı Ölüm Orucunda 122. Ölüm !

TECRİT CİNAYETTİR !
TECRİT KALDIRILMALIDIR !

F Tipi Cezaevlerinin açılmasına, siyasi tutukluların F tipi cezaevlerine nakledilmesi planlarına karşı 2000 yılı Eylül’ünde üç devrimci örgüt tarafından zindanlarda başlatılan Ölüm Orucu eylemi sürüyor. 27 Nisan 2006 da Ölüm Orucu eylemcisi Fatma Koyupınar da 354 gündür sürdürdüğü eylemde hayatını kaybetti. Fatma Koyupınar’ın ölümü ile birlikte, şimdi altı yıldır süren Ölüm Orucu eylemi sürecinde- bir bölümü faşist devletin 19 Aralık 2000 katliamında hunharca katledilen-  ölen devrimcilerin sayısı 122’ ye yükseldi.

Fatma Koyupınar F. tipi Hapishanelerde Tecrit’in kaldırılması talebiyle sürdürülen Ölüm Orucu eylemine Gebze M tipi Hapishanesinde başlamıştı. 10 Mart 2006 da tahliye edilen Fatma Koyupınar eylemini dışarıda da sürdürdü. Onun derdi, kendi canı, yalnızca kendi somutunda tecritin kaldırılması değil  değil, Türkiye’de bir bütün olarak  tecritin kaldırılması, tecrit ölümlerine yeni ölümlerin eklenmemesi idi. 27 Nisan 2006 da  eyleminin 354. gününde öldü. Fatma Koyupınar eylemiyle, diğer Ölüm Orucu eylemcileri gibi topluma bir mesaj veriyordu : Devlet tutsak ettiği devrimcileri  hücrelerde tecrit ederek, onları teslim almaya çalışıyor, buna karşı devrimciler eylemleri ile teslim olmayacaklarını, Tecrit’in ikinci bir cezalandırma olduğunu, Tecrit’in kaldırılması için zindandaki devrimcilerin ölümü göze alan bir mücadeleye hazır olduklarını gösteriyorlardı. Ölüm Orucu gibi uç noktada bir eylem, ölüm orucu eylemcilerinin topluma yönelttikleri bir çığlıktır. Tecrite karşı Mücadeleye çağrıdır.

Bu çağrının muhatabı öncelikle işçiler, köylüler,emekçilerdir. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz durumda işçi, köylü, emekçi yığınlar kendilerinin çok dışında gördükleri örgütlü dar bir kesimin eylemi biçiminde gelişen Ölüm Orucu eyleminin amaç ve taleplerine sahip çıkmamıştır. Görünen önümüzdeki kısa dönemde de bu yönde bir gelişme olmayacağıdır.

Çağrının ikinci muhatabı F tipi cezaevlerinde devrimcileri tecrit ederek teslim almaya çalışan devlettir. Görünürde siyasi sorumluluğu taşıyan hükümettir, hapishanelerden sorumlu adalet bakanlığıdır vb. . Çağrının bu muhataplarının amacı bellidir. Devrimcilerin zindanlarda ölmesi, bu ölümler halk yığınlarının devlete karşı isyanını tetiklemedikçe, bunlar için bir kayıp değil, rahatsız edici bir durum değil, tersine bir kazançtır. Bu yüzden bunlar ölümleri esasta  sevinerek karşılıyor, ölümler karşısında en küçük bir geri adım atma vb. ihtiyacını duymuyorlar. Bugüne kadar Ölüm Orucu eyleminde ölen 122 devrimcinin katilleri, sakat kalan yüzlerce devrimcinin sakat kalmasının sorumlusu F. tipi zindanları ve Tecrit’i devreye sokan faşist Türk Devletidir. Bu devlet eğer istese, siyasi sorumlular eğer isteseler, bir tek siyasi kararla ölüm orucu eylemi biter, ölümler durur. Yapacakları tek şey, F tiplerindeki ağır tecrit şartlarını kaldırmak, devrimci tutukluların aslında gayet mütevazi olan talepleri doğrultusunda adım atmaktır. Fakat yapmıyorlar, yapmazlar. Çünkü onları buna zorlayan bir halk hareketi yok. Ölüm Orucu eylemcilerinin eylemi, ona destek verenlerin kendi örgütlü güçleri ile sınırlı olan destekleri, devleti adım atmaya zorlayamıyor.

Bu noktada devreye  Ölüm Orucu eyleminin esas yükünü taşıyan, eylemi zaman zaman tek başına sürdüren devrimci örgütün DHKP-C’nin  devrimci sorumluluğu sorunu giriyor.(*) Ölüm Orucu’na yatan devrimciler kuşkusuz bu kararlarını devrimci bireyler olarak, bilinçli olarak veriyor. Ölüm Orucu gibi olağanüstü bir devrimci irade isteyen bir eyleme hiç kimse kendi özgür iradesi dışında katılamaz, zorlanamaz. Biz bu kararı veren ve sonuna kadar götüren devrimcilerin devrimci irade konusunda herkese örnek olması gerektiğini düşünüyor, onların kırılmaz devrimci iradesi karşısında saygı duyuyoruz. Fakat ölüm orucunun gönüllü ve bilinçli bir eylem olduğu ne kadar doğru ise, Ölüm Orucu’na katılan devrimcilerin bunu salt devrimci bireyler olarak kendi başlarına yapmadıkları, bunu devrimci bir örgütün eylem çizgisi temelinde örgütlü kişiler olarak, örgütlü bir devrimci yapının parçası olarak yaptıkları da olgudur. Ölüm Orucuna katılan ,sürdüren, bu eylemde ölümü, sakat kalmayı göze alan devrimciler, eğer örgütleri bu eylemi sonlandırma kararı alsa, bu yönde  direktif verse, örgüt iradesine uyacak devrimci insanlardır. Burada örgütün sorumluluğu devreye girmektedir.

Gelinen yerde Ölüm Orucu eylemi, inandıkları dava uğruna ölmeye hazır  fedakar devrimci insanların ölümlerinin  salt örgüt prestiji için örgüt tarafından göze alındığı bir eyleme dönüşmüştür. Örgüt açısından gelinen yerde Ölüm Orucu eyleminin sürdürülmesi, devrimci sorumluluk açısından taşınabilir bir durum değildir. Yapılan göz göre göre,  örgütün “en devrimci, en tutarlı, en direnişçi..vs.” örgüt olduğunun gösterilmesi,bunun propagandasının yapılabilmesi için, zindandaki (ve şimdi dışarıdaki) kimi devrimci kadroların gönüllülük temelinde  ölüme yatırılmasıdır.  Bu eylem çizgisi, en “direnişçi” lik vb. adına savunulsa da gerçekte halk yığınlarından umudu kesen, onlar adına hareket eden küçük burjuva devrimciliğinin umutsuzluk çizgisidir.

Biz bir kez daha, Ölüm Orucu eylemini sürdüren Örgütün Sorumlularına devrimci sorumluluklarını hatırlatıyor, onları  Ölüm Orucu eylemini iradi bir kararla sonlandırmaya çağırıyoruz. Direniş’in tek biçimi Ölüm Orucu değildir. Ölüm Orucu eylemi, gelinen yerde çok açık olarak direniş, en tutarlı, en devrimci, teslimiyeti en fazla reddeden  direniş olma adına, davası için ölümün üzerine gözünü kırpmadan yürüyen devrimci insanların sürece yayılmış, egemenlere hiçbir zararı olmayan intihar eylemine dönüşmüştür. Bu eylemi sürdürmek yanlıştır.

Hiç kimse çağrımızın teslimiyet, ihanet vb. çağrısı olduğu demagojisine baş vurmasın.

Çağrımız, F tiplerine, tecrite  karşı mücadelenin sonlandırılması çağrısı değil, devrimcilerin devrimciliklerinden vazgeçmesi, teslim olması vb. çağrısı değil. Çağrımız bugünkü ortamda yalnızca devrimci enerjinin, ölüme hazır  devrimci kadroların hiçbir sonuç elde edilemeyen bir mücadele yöntemi ile telef edilmesine yol açan bir eylem biçimine son verilmesi çağrısıdır. Çağrımız devrimci potansiyelin doğru eylem biçimleriyle, doğru değerlendirilmesi çağrısıdır.

F tipleri içerde ve dışarıda toplumu hücreleştirme planının ve eyleminin bir parçasıdır. F tiplerine karşı mücadele bir bütün olarak Türkiye’deki egemen sisteme karşı mücadelenin,bir bütün olarak devrim mücadelesinin bir parçası olarak kavranmak ve yürütülmek zorundadır. Bu mücadelenin gerçek öznesi işçi sınıfı ve emekçilerdir. İşçi sınıfı ve diğer emekçi yığınların sahiplenip, kendi meselesi olarak kavrayıp uğrunda mücadele etmediği hiçbir talep gerçek anlamda kazanılamaz. İşçi ve emekçilerin sahip çıkmadığı talepler, eğer şu veya bu nedenle egemen sınıflar tarafından karşılanırsa, bunların yine onlar tarafından geri alınması kolaydır. F tiplerine karşı ülkelerimizde yürüyen mücadelenin en büyük zaafı, bu mücadelenin –onda kullanılan yöntemler, yapılan yanlış değerlendirmeler  sonucu olarak da- işçi sınıfı ve emekçi yığınlar tarafından kendi mücadeleleri olarak kavranmamış olması, kimi devrimci örgütlerin devletle çatışması olarak yürümesidir. Kırılması gereken kısır döngü budur. Bu yüzden F tiplerine karşı mücadelede günün devrimci görevi, işçileri ve emekçileri bu bağlamda da uyandırmak, onlara bu mücadelenin de onların mücadelesi olduğunu kavratmak için işçi ve emekçiler arasında çalışmaktır. Öncelikle de Fabrikalarda İşçileri bilinçlendirmek ve örgütlemektir görev. Uzun vadede, işçileri ve emekçileri bilinçlendirmek ve örgütlemek, gerçek başarının tek anahtarıdır. Bizim devrimci insanlara bunun için ihtiyacımız vardır.

 TECRİT CİNAYETTİR !
TECRİTE HAYIR!

2 Mayıs  2006

(Ölüm Orucu Eylemi, bu eylemin gelişmesi hakkında geniş değerlendirmemiz Bolşevik Partizan’ın “Ölümüne bir Mücadele ve çıkarılması gereken dersler” başlıklı Özel sayısı olarak yayınlanmıştır.

(* 30 Nisan’da DHKP-C Tutsaklar Örgütlenmesi adına yapılan bir açıklama’da  “13. Ölüm Orucu Ekibi” nin “direniş bayrağını taşıyacağı” bildirildi. Bildiride şöyle deniliyor :

“ Bundan önceki son ekibimiz 12. (Fidan Kalşen) Ölüm Orucu Ekibi’ydi.

Bu ekipte yer alan üç yoldaşımız, Faruk Kadıoğlu, Serdar Demirel ve Fatma Koyupınar bir bir şehit düştüler. 12. Ölüm Orucu Ekibimiz’in 3. direnişçisi Fatma Koyupınar’ı da ölümsüzlüğe uğurlarken, direniş bayrağını 13. Ölüm Orucu Ekibi devralmıştır.

1 Mayıs 2006’da ülkemizin ve dünyanın meydanlarında kızıl bayraklar dalgalanırken üç devrimci tutsak ta  hücrelerinde alınlarına kızıl bantlarını kuşanacaktır.

13. Ölüm Orucu Ekibimizde Ölüm Orucu’nu başlayacak tutsak yoldaşlarımızı şunlardır:

Kamil Karataş: Sincan F Tipi Hapishanesi

Sevgi Saymaz: Uşak Hapishanesi

Mustafa Tosun: Tekirdağ 2 No’lu F tipi Hapishanesi “

13. Ölüm Orucu Ekibi dışında , Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Avukat Behiç Aşçı  da 5. Nisan’da başladığını açıkladığı Ölüm Orucu’nu dışarıda sürdürüyor.

Ölüm Orucu eylemine anda DHKP-C dışında çağrı yapan tek örgüt TKEP-L. TKEP-L de bir katılımcı ile Ölüm Orucu Eyleminde yer alıyor.)