“Türkiyelilik”

Türk basınında son dönemde bir “Türkiyelilik” tartışması yürütüldü, yürütülüyor. Tartışmalarda bir yanda “Türk”lüğün vurgusunu yapan şoven tutucu kesim, diğer yanda da liberal milliyetçi kesimin olduğu bir durum var. Bu durum tartışmada iki taraf varmış gibi bir görüntü yaratıyor, ama işin özüne bakıldığında gerçekte her iki tarafın da ortak birleştirici bir temeli var:

Türk milliyetçiliği, şovenizmi!

Tartışma, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Fatih Altaylı’nın televizyondaki “teketek” programında yaptığı bir açıklama sonrasında başladı. Bu bağlamda ele alındığında tartışma bir yanıyla da tutucu kemalist kesimle ümmetçi kesim arasında yürüyen bir tartışma. Türkçü, şoven kemalist kesim, irticaya karşı mücadele adına da “Türkiyelilik” tanımının kullanılmasına “savaş” açtı.

Kuşkusuz bu iki tarafın da kendi aralarındaki farklılıklarına rağmen birleştiği temel nokta; Türkiye Cumhuriyeti denen devletin resmi sınırları içinde yaşamakta olan, yaşamak zorunda kalan Türk milleti dışındaki ulus ve milliyetlerin ulusal varlığının inkârıdır. Sadece bu da değil. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti denen devletin resmi sınırlarının sadece Türkiye coğrafyasını değil, ilhak ve işgal edilen, iç sömürge durumuna düşürülen Kuzey Kürdistan’ı, Batı Ermenistan’ı içerdiğinin de inkârıdır. Tek kelimeyle, bunların ortak yanı sömürgecilik temelinde yükselen inkârcılıktır.

Başbakan Erdoğan, “teketek” programında, Paris’te yapılan atletizm yarışmalarında Süreyya Ayhan’ı izlerken Baykal’la konuşmasını şöyle aktarıyor:

“Deniz bey ile de onu konuştuk. Baktım ABD, bütün koşanlar zenci. Fransa bütün koşanlar zenci. Bakıyorsunuz orada bir zenci-beyaz olayı var. Yıllardır bu yaşanır fakat zenciler ABD’yi temsil ediyor. Onlar sadece Amerikalı, Amerikan ırkı değil ve başarı ile bitirdikten sonra, rekorları kırdıktan sonra bakıyorsunuz bayrağı alıyor, bu bayrak ile beraber kalkıyor tur atıyor. Amerikalılık bilincini yakalamış. Şimdi biz de bir defa Türkiye’de Türkiyelilik bilincini en azından yakalamalıyız. Bunu bir de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı bilinciyle zenginleştirmeliyiz.” (Hürriyet, 3 Eylül 2003)

Erdoğan “Türkiyelilik” tanımını Almanya’ya yaptığı ziyaret sırasında da dile getirdi. Türk şovenistlerini ayağa kaldıran tavır, bu tavır oldu. Peki bu tavır Türk milliyetçisi, şovenisti tavır değil mi? Böyle olduğu, aslında Türkiye’de ulusal sorun konusunda biraz dürüst davranan herkes için açıktır. Başbakan Erdoğan, Türkiye’de, yani TC’nin resmi devlet sınırları içinde bir “Türkiyelilik bilincini” yakalamak amacında! Peki niye Kürdistanlılık, Ermenistanlılık vb. bilinci yakalanmak istenmiyor?

Türkiye Cumhuriyeti denen devlet en başından itibaren Kuzey Kürdistan, Batı Ermenistan, Antakya (Hatay) vb. bölgelerin varlığının ve Türk milleti dışındaki millet ve milliyetlerin varlığının inkârı temelinde kurulmuştur. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı en başında ayaklar altına alınıp çiğnenmiştir. Türkiye kavramı da, bu inkâr, işgal ve ilhak temelinde çizilen resmi devlet sınırlarını tanımlamaktadır. Türkiye kavramı aynı zamanda, bu coğrafyanın Türk milletine ait olduğunu da içeren, “Türk eli”, Türk yurdu” vb. düşünceyi vurgulayan bir kavramdır da ve böyle de kullanılmaktadır.

Ülke bazında Türkiye tanımı böyle kullanılırken, etnik köken bağlamında ise bu kavram Türk olmakla eş anlamlı kullanılmaktadır. Türk milletinden başka millet ve milliyetlerin varlığı inkâr ediliyor! Türk şovenlerine, milliyetçilerine göre tüm müslüman etnik gruplar Türk milletinin bir parçasıdır… Bu şovenlerin yaklaşımına göre etnik köken önemli değil, önemli olan sözkonusu etnik kökenlilerin Türk milletinin mozayiğinin bir parçası olmasıdır, onların kendilerini Türk olarak görmesidir…

İşte Başbakan Erdoğan’ın “Türkiyelilik bilinci” dediği şey de, bu yaklaşım temelinde yükselmektedir. Kürtler, Lazlar, Araplar, Çerkezler, Ermeniler, Süryaniler ve aklınıza gelen diğer tüm milli azınlıklardan herkesin “Türkiyelilik” bilincini yakalamasını istiyor Recep efendi! Herkesten kendi etnik kimliğini, ulusal kökenini inkâr etmesinin istenmesinin bir başka biçimde formüle edilmesidir bu aslında.

Peki “Türkiyelilik” ne demek?

Kuşkusuz Türkiye diye bir coğrafya var. İsmi değiştirilmediği sürece de bu coğrafyayı Türkiye tanımıyla adlandırma durumunda olacağız. Türkiye kavramı bu bağlamda bir ulusu değil, o ulusa ait coğrafyayı tanımlamaktadır. “Türkiyelilik” de, bu coğrafyaya ait olmayı dile getirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Türk ulusundan olmayan, ama bu coğrafyada yaşayan insanların yaşadıkları coğrafyayı dile getirmek için kullanabileceği bir kavramdır, “Türkiyeliyim” kavramı.

Ama, objektif gerçekliğe bakıldığında, Türkiye kavramı, sadece Türkiye coğrafyasını ifade etmek için kullanılmamaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye kavramı andaki resmi devlet sınırlarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Ve bu sınırlar içinde Kürdistan’ın kuzeyi, Ermenistan’ın batısı vb. bölgeler de bulunmaktadır.

Bu inkârı içinde barındırarak kullanılan Türkiye tanımı, sözkonusu coğrafyanın Türk milletine ait bir coğrafya olduğunu dile getiren bir ifadelendirmedir de. İşte bu temel yaklaşımla yakalanmak istenen “Türkiyelilik” bilinci de, varolan durumun iyice pekiştirilmesini amaçlamaktadır. Bu pekiştirmeye bir de “Anayasal vatandaşlık” eklenmeye çalışılarak, deyim yerinde ise Türk milleti dışındaki millet ve milliyetlerin inkârı ve zorla asimilasyon çabasına çifte dikiş atılmaktadır…

Sadece bu olguya bakılsa bile, bu inkâr temelinde yükselen bir “Türkiyelilik” bilincinin yakalanmasını savunma tavrının Türk milliyetçiliğinin, şovenizminin tavrı olduğu ortaya çıkar. Kısaca belirtilirse, Türk şovenlerini ayağa kaldıran “Türkiyelilik” kavramını kullanan Erdoğan da, Türk milliyetçisi, şovenistidir… “Türkiyelilik” tanımı da şoven tavrın birazcık yumuşatılmışıdır. Açık şovenizmden daha tehlikelidir…

Erdoğan’a tepkiler…

Erdoğan’ın “Türkiyelilik” yönlü açıklamalarına esas tepki kafatasçı-kemalist-Türkçü kesim diye de adlandırabileceğimiz çevreden geldi. Bunların başını da Hürriyet gazetesi “Başyazarı” Oktay Ekşi çekti. Oktay Ekşi Erdoğan’a doğru bir anımsatmada, –“zenci” kavramının hakaret olarak algılandığı, bu nedenle de kullanılmadığı yönlü anımsatmada– bulunuyor. Ama aynı zamanda “Türkiyelilik” kavramını da Türklüğe bir hakaret olarak kabul edip tavır takınıyor.

Ekşi, devamında şu tavrı takınıyor:

“Kaldı ki renginin derisi (derisinin rengi olsa gerek BN) ne olursa olsun, Amerikalının “Amerikalıyım” demesi, “Türkiyeliyim”in değil, “Türküm”ün tam karşılığıdır. Çünkü burada Türkçe’nin yapısından kaynaklanan bir deyiş farkı var. O olmasaydı “Amerikanım” denirdi. Nitekim dendiği de oluyor.

Üçüncüsü… Sayın Erdoğan o tarihlerde belki Milli Selamet Partisi gençlik kollarının sorunlarıyla meşgul olduğu için fark etmemiştir ama gerçek şu ki “Türkiyelilik” kavramı 1970’li yıllarda Kürt kökenli bir kısım Türk vatandaşları tarafından “Türk değilim” mesajı vermek için icat edilip kullanıldı. Yani Erdoğanın –ve Baykalın– dediği gibi birleştirici bir kavram değil ayırımcı bir kavram olarak dilimizde yerleşti. (…) hele biraz ortalık ısınsın… “Türk’üm” demenin önemini ve değerini de anlatmaya sıra gelir.” (3 Eylül 2003 tarihli Hürriyet)

Kürt ulusal bilincinin gelişmesine paralel olarak kullanılan “Türkiyeliyim” tanımı, kuşkusuz ki ilk kullanıldığı dönemde, Türk olmadığının işaretini vermek için de kullanılmıştır. Bu tanım sorunu çözen bir tanım olmasa da, belli bir kalıbı parçalamanın başlangıcı için bir rol oynamıştır. Evet, bu kavram belli dönemlerde Türk olmama, “Türk’üm dememenin” bir aracı olmuştur. İyi de, kötü olan bu mu? Hayır! Kötü ve yanlış olan değişik ulus ve milliyetlerden insanların kendi farklılıklarını özgürce dile getirememeleridir. Yanlış ve kötü olan Türk olmayanların Türk olmaya zorlanması, kendisini öyle ifadeye zorlanmasıdır.

Bu bağlamda ele alındığında Ekşi’nin dediği “Kürt kökenli”lerin Türk olmadıklarını ifade etmek için “Türkiyeliyim” kavramını kullanmaları gayet haklı ve anlaşılırdır. Eğer Türkiye Cumhuriyeti denen devlette burjuva anlamda bile demokrasi olsaydı, Kürt ulusunun ve milli azınlıkların varlığı inkâr edilmeseydi, ben Kürdüm, Lazım, Arabım, Ermeniyim, vb. diyen insanlara baskı-zulüm uygulanmasaydı; kısacası demokrasi olsaydı ve ulusal baskı olmasaydı, o zaman kimse gerçek kimliğini dolaylı ifadelerle dile getirmezdi. “Türkiyeliyim” yerine, Kürdüm, Lazım, Arabım, Ermeniyim, vb. denirdi.

Ama bunu diyemedikleri içindir ki, Türk değilim demenin çaresini coğrafyayı –ki gerçekte Türkiye tanımıyla ifade edilen coğrafya da bellidir: resmi devlet sınırları– ifade etmekte aramışlardır.

Sorgulanması gereken esas şey tabii ki Türkiye’deki faşist, zorba rejimdir, ulusal baskıdır, sömürgeciliktir. Ama kafatasçı-şovenlerin aklına “Türk”lük ve “Türklüğü” koruma dışında bir şey gelmemektedir. Doğaldır da!

Sorunu “anayasal vatandaşlık” temelinde çözmekten yana olan Ertuğrul Özkök ise Ekşi’nin kategorik olarak “Türkiyelilik” kavramına karşı olma tavrına karşın, bu kavramın tartışılmasının önünde engel olmadığını savunmaktadır. Ama Hürriyet gazetesinin logosundaki “Türkiye Türklerindir” cümlesinin çıkarılmasına ne kendisinin ne de Hürriyet’in sahibinin gücünün yeteceğini söylemektedir. Bu bağlamda Özkök de, Türkiye’nin Türklere ait olduğu düşüncesinin savunuculuğunda Ekşi ile aynı konumda olduğunu göstermektedir. Özkök’ün Ekşi ile farklılığı “Türkiyelilik” kavramının tartışılmasını kategorik olarak reddetmemesi, kuyruğuna basılmış gibi havlayan Ekşi gibilerini sükunete davet etmesi ve sorunu “anayasal vatandaşlık” temelinde ele almasıdır.

Ekşi sözkonusu yaklaşımını daha sonraki günlerde de sürdürmüş ve “Türk olmayı kendine yakıştıramayanlara (alçaklara) “Türk”lüğü benimsetmenin deveye hendek atlatmaktan zor olduğunu” (11 Eylül) tespit ederek küfür savurmaya kadar vardırmıştır. Ekşi aslında kendisinin ne kadar şoven kafalı olduğunu ortaya koymaktadır. Devamında da “Türk” kelimesiyle bir ırk”tan değil “Türk ulusunun bir üyesi olmaktan” başka bir şey ifade edilmediğini, Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişinin açıklamalarında milyonlarca defa açıklandığını anlatmaktadır. Tabii ki bu arada, her seferinde, “Türk”ün dışındakilerinin ulusal kimliğini inkâr ettiğini, hepsini Türk ulusunun bir parçası olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. “Türkçü” olduğunu gizlemeye bile ihtiyaç duymamaktadır bay Ekşi. Bu yüzden de “Türk” olmayı kendine yakıştıramayanlara “alçaklar” diye küfür etmektedir. Tabii ki Ekşi bu tavrıyla kendisinin “alçak” bile olamayacağını, “çukur” olduğunu da göstermektedir.

Erdoğan gibi “Türkiyelilik” temelinde birliği savunanlar da, üst kimlik alt kimlik tartışmasında “Anayasal vatandaşlığı” savunanlar da, Ekşi gibi “Türkiyelilik” kavramına bile tahammül edemeyen, “Türk”lüğü öne çıkarıp “Türk” olmayı savunanlar da aynı fabrikanın ürünleridir: Türk şovenizminin! Bunların aralarındaki farklar öze değil, detaya ilişkindir.

Türkiye’de yürüyen bu tartışmanın yurtdışına yansımaması mümkün değildi. Yurtdışında “Türklüğün” savunucusu olma esas görevine sahip Büyükelçiler, Konsolosların tavırlarında da benzeri şeyler görüldü.

Somut olarak Almanya’nın Frankfurt kentindeki Kitap Fuarı’nda düzenlenen forumda konuşan yazar Buket Uzuner’in, Türkiye’de “tam Türk” olmadığını ve herkesin bir karışımdan meydana geldiğini söyleyerek herkesin “ben Türkiyeliyim” demesi gerektiğini söylemesi; Frankfurt Başkonsolosu Ali Rıza Çolak’ı kızdırmış! Hürriyet gazetesinin 14 Ekim 2003 tarihli yurtdışı baskısında aktarıldığına göre Ali Rıza Çolak şöyle itiraz etmiştir:

“Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir terminoloji yok. Fas kökenli bir insan Fransız vatandaşı olduğunda hiç bir zaman ‘Fransalıyım’ demez, ‘Fransızım’ der. ‘Almanyalıyım’ diyen de yok, ‘Almanım’ der. Böyle bir terminoloji yok.”

Çolak efendi dil terminolojisine katkıda bulunup bizi de aydınlatıyor! Türkçe’de, Konya’lıyım, Adana’lıyım, Ankara’lıyım, Ezine’liyim vb. terminolojiye ne diyor acaba? Ya da etnik kimliğini bilmediği bir turistin nereli olduğunu sorduklarında nasıl bir terminolojiyi devreye sokacak? Türkiye’de Almanyalı, Fransalı, Hollandalı vb. tanımlamalar kullanılmaktadır.

Çolak efendi “Türkiyeli” kavramına itirazda bulunmaya devam ederse, geriye Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’nun 26.2.1982 tarih ve 1836 sayılı kararı ile okullara tavsiye ettiği imlâ klavuzuna bakmasını, tavsiye etmekten başka bir şey kalmıyor.

Eğer “Türkiyeli” diye bir terminoloji yoksa, Çolak efendi, Türk Dil Kurumu’na başvurup bu tanımlamaları kullananlar hakkında dava açtırmalı ve hepsini de ömür boyu hapse mahkûm ettirmelidir… Türk şovenizmiyle beyinleri şişirilmiş bir toplumda, Ekşi ve Çolak gibilerinin sayısının ne kadar olduğunu da bu sayede öğrenmiş olacağız!

Hepsinin de köküne kibrit suyu!

Ekim 2003 •