Bilindiği gibi Saddam rejiminin devrilmesi, Irak-Güney Kürdistan’ın işgal altına alınması, Saddam ordusunun ve diğer savunma güçlerinin çabuk dağılması ve fazla direnmemesi sonucu relatif kolay oldu.
Beklenenden daha “kolay” elde edilen “zafer” ertesinde, kurulmak istenen “yeni düzenin” kurulması, “Irak’ın yeniden yapılandırılmasının” ise planlandığı kadar kolay olmadığı, kısa sürede ortaya çıktı.
İşgalcilere karşı silahlı direniş, gerilla eylemleri ile kendini gösteriyor. Her gün birkaç ABD askeri, müttefik güçler ve işgal işbirlikçisi Iraklı, silahlı saldırılara maruz kalıyor ve yaşamını yitiriyor.
Savaş sonrası dönemde öldürülen ABD’li ve müttefik güçlerden asker sayısı her geçen gün çoğalıyor… Her ne kadar savaş öncesi dönemde emperyalist saldırganlar, hesaplarında beşbin civarında askeri gözden çıkarmış olsalar da, ABD’ye tabut içinde dönen her asker, ABD’de Bush yönetiminin kamuoyundaki desteğini azaltıyor. Bu azalan desteğin gelecek başkanlık seçimlerine yansıması Bush’un bir kez daha başkan seçilmemesi ihtimalini de içinde barındırıyor.
ABD’nin işgal yönetimine bağlı olarak kurduğu sivil yönetim de, her ne kadar çok hesaplanıp düşünülerek oluşturulsa da Irak’taki bir dizi gücü temsil etme yeteneğine sahip değil ve ABD’nin ve müttefiklerinin “Irak’ı yeniden yapılandırma” planlarının zorluklarını ortadan kaldıramamaktadır.
ABD emperyalizminin işgal ve talan operasyonu sürüyor. Şimdi bu açık emperyalist işgal ve talan harekâtının, hem ABD hem dünya kamuoyunu kandırmak için üretilmiş yalanlar üzerine kurulu olduğu açıkça belgelendi, belgeleniyor. Fakat bu, “güçlü”nün haklı görüldüğü emperyalist dünyada fazla bir şey değiştirmiyor. Emperyalistler o kadar pervasız ki, sahtekârlıklarını gizleme ihtiyacı bile duymuyor!
Savaş öncesi ve sırasında lafta ABD’nin Irak’a karşı giriştiği saldırı savaşına karşı çıkan ve bu yüzden ABD ile karşı karşıya gelen diğer emperyalist büyük güçler, Saddam rejimi kısa süre içinde devrilip Irak-Güney Kürdistan işgal edilince, bütünüyle devre dışı kalmamak için, Birleşmiş Milletler’de “işgal gücü ile birlikte Irak’ta yeni bir düzen kurulması ve savaş sonrası Irak’ın imarı”na katılma yönünde tavır takındılar. Böylece Irak-Güney Kürdistan’a karşı emperyalist saldırıya, savaş sonrasında “uluslararası meşruiyet” kazandırılmış oldu.
ABD ve İngiliz işgalcileri işgal-talan operasyonlarının mali ve maddi yükünü diğer emperyalist büyük güçlerle paylaşmak istiyor. Bu istek Irak’taki işgalin sürdürülmesi ve yeni bir düzen kurulmasının zorlukları arttıkça gelişiyor.
Kuşkusuz sözkonusu pazarlıklarda ABD emperyalistleri kendi istedikleri yönde bir yapılanma konusunda kararlıdır ve karar verici esas güç durumundadır. Ortadoğu’ya Amerikan düzeninin yerleştirilmesi için tüm kozlarını kullanmaktadır. Şu ya da bu emperyalist güçle veya yerel gerici güçlerle yaptığı pazarlıklarda verdiği tavizler de, esas olarak kendi çıkarlarına hizmet ettiği oranda sözkonusudur.
ABD ve müttefiki İngiltere’nin “müttefik”lerinden biri de Türk devletidir. 1 Mart’ta Meclis’te yapılan oylamayla reddedilen tezkere sonrasında ABD ile TC arasında bozulan ilişkiler, savaş sonrası dönemde yeniden düzeltilmeye çalışıldı, çalışılıyor. ABD Türk devletinden Irak’a asker göndermesi talebinde bulundu ve bu konuda yürüyen pazarlıklar, görüşmeler birkaç ay sürdü.
ABD ile TC arasında Washington ve Ankara’da yapılan pazarlıklarda esas olarak mutabakata varıldığı bir duruma gelindi. Bu arada ABD’nin TC ile 8.5 milyar dolarlık kredi anlaşmasını imzalaması, 1 Mart sonrası için ABD’nin “bizim oğlanları” affettiğinin de bir işaretiydi… ABD de TC de “geçmişi bırakalım, bugüne bakalım” yaklaşımıyla hareket ederek, Irak’a asker gönderilmesi meselesini öne çıkardılar.
Yürüyen pazarlıklarda TC’nin en önemli taleplerinden biri Güney Kürdistan’daki PKK/KADEK’in silahlı güçlerinin silahsızlandırılmasıdır. ABD, buna genel düzlemde evet diyerek, ama bu işi Türk devletinin değil kendisinin yapacağını açıklayarak hem TC ile mutabık oldu, hem de Irak’ta esas söz sahibi olanın kendisi olduğunu ortaya koydu. 8.5 milyar dolarlık kredi anlaşmasının imzalanması ertesinde kamuoyuna yansıdığına göre, bu kredi karşılığında Türk hükümeti Güney Kürdistan’da askeri güç bulundurmama görüşünü de imzalamıştır. Ve bu özellikle Türkiye’de gerçek iktidar gücü olan askeri rahatsız etti. Hükümetle olan bu çelişki şimdilik bazı açıklamalarla bitmiş görünüyor. Kuşkusuz burada anlaşmanın diğer tarafının ABD olduğu gerçeği de rol oynuyor ve Türk askeri ABD’yi karşısına almamak için de kendisini şimdilik “bize bildirilmedi, bizi çok rahatsız etti” vb. açıklamalarla sınırlıyor.
TC’nin kuşkusuz PKK/KADEK’e karşı tavır dışında da hesapları var. Bunların başında da, “Irak’ın yeniden yapılandırılmasında” yer almak, pastadan pay almak geliyor. Bu yapılanmada yer almadığı koşullarda, Güney Kürdistan’da olası bir Kürt devletinin oluşmasını engellemede de dışlanmış olacak…
Bir diğeri ise, ABD emperyalizmiyle bozulan ilişkilerini düzeltmek; eğer asker gönderme talebini yerine getirmezse ilişkiler daha da kötüleşecek ve ABD’nin TC’ye karşı Kürt kartını daha fazla kullanması olasılığı gündeme gelecek.
ABD ile ilişkilerin bozulması durumunda da, bunun Türk ekonomisine olumsuz yansıması durumu yaşanacak vb. vb.
Tüm bu hesapların çıkış noktası kuşkusuz Türk devletinin ve Türk hâkim sınıflarının çıkarlarıdır. Bu “yüce çıkarları” için kendi aralarında iktidar dalaşı içinde olan AKP hükümeti ile Türk Silahlı Kuvvetleri aynı noktada birleşmiştir. Irak’a asker gönderilmesi konusunda hepsinin temel yaklaşımı aynıdır: Faşist Türk devletinin çıkarlarını savunmak, korumak!
Kısaca özetlenirse ABD’nin çıkarları Irak’ta –diğer milletlerden askeri gücün Irak’a gönderilmesi gibi–, Türk askerinin bulunmasını, ABD’nin yükünü, zorluklarını azaltmasını; conilerin yerine memedlerin ölmesini gerektiriyor. TC’nin çıkarları da Türk askerinin Irak’a gitmesini gerektiriyor!
Tüm konularda anlaşmasalar da, ortak çıkarlar yürüyen pazarlıklara, görüşmelere damgasını vuruyor. Görüşmelerin daha da ilerlemesi ve Irak’a asker gönderme işinin somutlaştırılması için Türk hükümetinin Meclis’in yaz tatiline girmesini kullanarak ertelediği tezkerenin Meclis’ten çıkması gerekiyordu. AKP hükümeti bu “tatil” dönemini kendi milletvekillerini ikna etme çalışması için kullandı ve sonuçta başarılı da oldu.
Tezkere Meclis’ten geçti…
Bakanlar Kurulu 6 Ekim’de üzerinde görüştüğü tezkereyi Meclis’e gönderdi ve 7 Ekim’de Meclis’teki görüşmelerden sonra oylama yapılarak tezkere onaylandı. Oylamaya 543 milletvekili katıldı ve 2 çekimser, 183 red oyuna karşılık tezkere 358 oyla kabul edildi.
Bu tezkereye göre hükümet, Genelkurmayla görüşmeler ve ABD ile pazarlıklar sonucu, Irak’a asker gönderip göndermeyeceği, gönderirse ne kadar asker göndereceği vb. konularında karar verme izni–yetkisi almıştır.
Tezkerenin asker gönderme yükümlülüğünü içermemesi, gerçekte ABD ile yürüyen pazarlıklarda pazarlık gücünü yükseltme hesabının gereğidir. Yoksa, Irak’a asker gönderilmesine kesin gözüyle bakılmaktadır.
Tezkerenin Meclis’ten çıkması ertesinde burjuva medyanın önemli kesimi, özellikle de Hürriyet gazetesi gibi gazeteler ve “köşe” yazarları kararı selamlayarak tüm Türkiye’yi –devletini ve halkını–, Türkiye için fedakârlık üstlenen askerini desteklemeye çağırdı!
Bunlara göre, alınan karar “tarihi bir karar”dı! Türkiye’nin çıkarları –içinde bulunulan koşullarda– riskli de olsa en iyi biçimde Irak’a asker göndererek savunulabilirdi! “Orada hem güvenliğimizi tehdit, hem de gururumuzu rencide eden olaylar meydana” geliyordu… (E. Özkök, 8 Ekim tarihli Hürriyet) Eh! Türk ordusu güvenliği tehdit edilen Türk milletini korumayıp; Türkün gururunu rencide edenlerden öç almayıp da ne yapacak?
Türk şovenizminin işgalci emperyalist siyasetinin savunucuları bununla da kalmıyor! Onlar Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı sürecinde sözkonusu imparatorluk sınırları dışına çıkmış bölgeleri –burada sadece Musul ve Kerkük sözkonusu değil– işgal etmenin ateşiyle yanıp kavruluyor… Ama güçleri buna yetmiyor! Bunun için de, işgal gücünü “barış ve istikrar gücü” olarak kamuoyuna sunuyorlar. Örneğin Hürriyet gazetesinin manşeti: “86 yıl sonra BARIŞ İÇİN”di.
Hürriyet’te yazan Özkök de “Ordumuz, 1917’de trajik bir savaşın ardından terk ettiği topraklara şimdi barışı sağlamak için dönüyor” (aynı yerden) biçiminde tavır takınarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve hükümete destek veriyor ve Irak’a asker gönderilmesine “uluslararası meşruiyet yok” diyerek karşı çıkan CHP’yi eleştiriyor.
“Uluslararası meşruiyet” bağlamında da gerek Cumhurbaşkanı Sezer, gerekse de CHP ve diğerlerinin tavrı, esasında BM’nin karar alması talebidir. Tezkerenin meclisten geçmesi, bu “meşruiyetin” reddedilmesi veya buna gerek duyulmaması anlamına geliyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan bu konudaki tavrını şöyle dile getirdi: “BM’nin adı var kendi yok. Olsaydı Irak’ta savaşı engellerdi, engelleyemedi. Dolayısıyla BM’nin meşruluk arayışına giremeyiz. Biz meşru diyorsak bu iş meşrudur. Önemli olan Türkiye’nin ulusal menfaatidir.” (aynı yerden)
Tezkerenin Meclis’ten geçmesi ABD emperyalizminin Bush ve Rumsfeld gibi başları tarafından “sevinçle” karşılandı…
Irak’a asker göndermenin yolu açıldı ve ABD ile atılacak adımların neler olacağı, ne kadar askerin gönderileceği, hangi ikmal yolu ya da yollarının kullanılacağı vb. konularda pazarlıklar sürüyor. Bazı açıklamalara göre bu pazarlıkların Ekim ayı içinde biteceği tahmin ediliyor.
Öyle ya da böyle, Türk ordusu işgale hazırlanıyor. Irak’a –Güney Kürdistan’a değil– göndermeye hazırlandığı askeri gücün, Irak halklarına yardım etme, istikrarı ve güvenliği sağlama diye bir amacı yoktur. Hiçbir işgalci gücün bunu yapması mümkün değildir.
Sağlanacak güvenlik ve istikrar, Irak halklarının değil, işgalci güçlerin ve onlarla birlikte hareket edenlerin güvenliği ve istikrarıdır.
Türk askeri gücünün Irak’a gitmesini Irak halklarının büyük çoğunluğu istemiyor. ABD emperyalizminin yönetiminde kurulan Geçici Yönetim Konseyi de Türk askerini istememektedir. Bu yönetimin Türk askerini istemediğine dair oybirliğiyle kararlaştırdığı metnin yayınlanmasının ABD tarafından önlendiği de basına yansıdı. Bu durumda ABD emperyalizminin işgalci güçlerinin başta kendi atadığı Yönetim Konseyi’ni ve bunların temsilciliğini yaptığı kesimleri ikna etmeye çalışması gündeme gelmektedir.
Ama bu çaba da, Irak’ta işgalci güçlerin halklar tarafından istenmediği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Türk askerinin işgalci güçlere katılması, Irak halklarına karşı savaş yürütmesi, Irak halklarına yardım etmeyi, güvenliğin ve istikrarın sağlanmasını değil, çatışmaların daha da artmasını, yoğunlaşmasını birlikte getirecektir. Daha fazla işgalci gücün varlığı, daha fazla baskı, zulüm demektir. Bu işgalci güçler daha fazla baskıyla kendilerine karşı olan güçleri bastırsalar da, uzun vadede işgale karşı mücadeleyi engelleyemeyeceklerdir.
Görev işgale karşı mücadeleyi yükseltmektir!
Kuzey Kürdistan-Türkiyeli değişik ulus ve milliyetlerden işçilerin, köylülerin, tüm emekçilerin görevi, TC’nin –kendilerine karşı da yönelen– bu işgal ve savaş tavrına karşı Irak halklarının yanında yer almaktır.
ABD’nin petrol için, dünya hegemonyası için yürüttüğü savaş bizim savaşımız değil! Türk hakim sınıflarının kurtlar sofrasında pay almak için yürüttüğü, yürüteceği savaş bizim savaşımız değil! Sömürgeci Türk devletinin Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi Güney Kürdistan’da da Kürt ulusuna karşı yürüttüğü savaş bizim savaşımız değil! Bizim Irak halklarıyla çıkar çelişkimiz yok, savaşmamızı gerektiren hiçbir nedenimiz yok! Ama bizim onlarla, emperyalist işgalcilere karşı mücadelede ortak çıkarımız var! Bizim faşist Türk devletine karşı mücadelede, Türk askerinin Irak’a gönderilmesine karşı mücadelede ortak çıkarımız var. Irak halklarına yardım, onlarla dayanışma, bugün somut olarak Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Türk devletine karşı mücadele, Irak’a asker gönderilmesine karşı mücadele demektir.
Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin dünya hegemonyası için savaşı, dünya halklarına karşı savaştır, bize karşı savaştır!
O halde, Irak’a asker gönderilmesine hayır! demek, buna karşı mücadele etmek günün acil görevlerinden biridir. “Amerikan askeri olmayacağız!” sloganı, “Türk askeri olmayacağız!” sloganına dönüşmeli ve bu slogan protesto eylemlerine damgasını vuran sloganlardan biri olmalıdır.
Kuzey Kürdistan-Türkiyeli işçi ve emekçiler, düşmanımızın Irak’ta olmadığını, bizzat bizi işsiz koyanın, aç koyanın, baskı ve zulme maruz bırakanın Türk hakim sınıfları ve devleti olduğunu bilinçlerine kazımalı; Irak’a asker gönderilmesine karşı mücadeleyi, faşist Türk devletine karşı mücadele olarak kavramalı, mücadeleyi bu temelde yürütmelidir.
Irak’a asker
gönderilmesine hayır!
Türk askeri Güney Kürdistan’dan derhal çekilmelidir!
Faşist Türk devletine ölüm!
Halkların kardeşliği için tek yol devrim!
8 Ekim 2003