Çark Dönüyor, Yalan Makinesi Çalışıyor! Çarkı kıralım!

ses yalan söylüyorsa,
söz yalan söylüyorsa,
ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
(…)
bu bezirgân saltanatı bu zulüm
bitmesin diyedir.

N. Hikmet

İçinde yaşadığımız sömürü sistemini ayakta tutmak için hakim sınıfların baskı ve devlet terörü yanında kullandıkları çeşitli öğeler var. Yalan, bu öğelerin en önemlilerinden birisi…

Hakim sınıflar ve onların en önemli yalan makinası durumunda olan burjuva medya, emekçi yoksul yığınlara her gün sistemli yalan pompalar, onları kendi gerçekliğinden uzaklaştırmaya çalışır.

İçinden geçtiğimiz dönemde de yalan, hakim sınıfların sömürü sistemini sürdürme ve emekçileri düzenin sadık köleleri olarak tutma çabalarında en önemli araçtır. Kimi örnekler üzerinden bunu ortaya koymak mümkündür…

“AKP hükümeti çalışanın hakkını koruyan bir hükümettir…” — Yalan!

AKP hükümeti kurulduğundan bu yana hükümetin önde gelen şahsiyetlerinin, hükümet çevrelerinin, yalaka basının en büyük söylemlerinden birisi AKP hükümetinin halk için çalıştığı, halka hizmetin hükümeti olduğudur. Bu tür bir söylem / reklam Türkiyeli insan açısından yeni birşey değildir. İktidardaki her TC hükümeti halka hizmet verme vaadiyle kurulur. İktidarda yapılan her şeyi halk için yaptığını söyler. İktidardan düştüğü zaman halka hizmetin kendisiyle biteceğini söyler! TC hükümetlerinin klişeleşmiş, klasik tavrıdır bu tavır!

Oysa bütün bu söylenenlere rağmen gelen hükümetlerin halka hizmetin değil, sermaye sınıfına hizmetin hükümeti olduğu ortaya çıkar. Büyük sermaye sahiplerine devletin tüm imkânları peşkeş çekilir, rant sistemi onların hizmetine sunulur; hortumculuk, hırsızlık ve talan için olanaklar seferber edilir, kredilerle, desteklerle, örtülü ödeneklerle çıkar çevreleri ihya edilir, akraba ve tarikatlar gözardı edilmeksizin pay çıkılır; partililer işlere yerleştirilir, kadrolaşma sürdürülür vs. vs. Buna karşın iktidar olmadan önce halka vaad edilenler unutulur, işçilerin, emekçilerin sömürü sisteminin çarkları arasında daha fazla ezilip sıkılmasına çalışılır, sermaye gruplarının daha fazla kazanması için işçilerin, emekçilerin kazanılmış haklarının ellerinden alınması çabasına ağırlık verilir. Sermaye sahiplerine tanınan birçok olanağa karşılık iş işçilere emekçilere geldiğinde “kırk dereden su getirilir”, “ülkenin ekonomik durumunun iyi olmadığı” teraneleri ileri sürülür, işçilerden, emekçilerden fedakârlık beklenir vs. vb. Yalan söylenir!

Ancak bir süre idare edildikten sonra hükümet yıpranmaya başlar. Ama önemli değildir, yerine iktidarın nimetlerinden yararlanma karşılığında düzenin devamından yana olan, sermayenin çıkarlarını savunma göreviyle yanıp tutuşan başka parti/ler koltuğu/koltukları doldurmaya hazırdır! Yıpranan hükümetin yerine gerekirse seçimle yenileri geçer, “güven tazelenir”, sömürü çarkı sürer… Bu çark içerisinde yalanlarla dolanlarla aldatılan işçilerin, emekçilerin büyük çoğunluğu oyunun farkında değillerdir; bir önceki hükümete yönelen tepki, sisteme duyulan güvensizlik, geleceğe olan umutsuzluk yeni değişiklikle, yerini güvene, umuda ve beklentiye bırakır. Ta ki, yeni hükümetin de ipliği pazara çıkana dek…

İşte AKP de böyle bir klişe durumun ertesinde hükümet olmuştur. Koalisyon hükümetleri ile başlanan 2000’li yılların başında Türkiye’de yaşanan kriz, artan işsizlik ve derinleşen yoksulluk, kitleler arasında belirli bir umutsuzluğa ve tepkiye yol açmıştı. Eski, bilinen siyasetçiler, partiler kitleler nezdinde “bitmişlerdi”…

IMF politikaları, kriz, işsizlik, taşeronlaştırma, özelleştirme ve benzeri etkilerle işçi ve emekçi yığınlarda hoşnutsuzluğun artması, bu hoşnutsuzluğu sistemi yıkma mücadelesinde kullanabilecek denli güçlü devrimci bir muhalefetin olmadığı koşullarda, alternatifini yine sistem içinde yaratmıştı. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde önceki koalisyon hükümetlerinden umudunu kesen, politika sahnesinin yıllanmış partilerinden ve siyasetçilerinden bıkan yığınlar siyasi islamın “yeni” partisine, AKP’ye yöneldiler. AKP, seçim döneminde, kitlelerin bu umutsuz halini kullanarak, kendisinden önceki hükümetlerin yaptığı gibi, yokluğa, yoksulluğa karşı “umut olma” yalanıyla, “yeni”lik görüntüsü ile kitleleri kandırdı. Sonuçta kitleler oyları ile bu partiyi tek başına hükümete taşıdılar.

AKP hükümetinin, kendinden önceki Cumhuriyet hükümetlerinden özde farkı olmadığı, özünde bu hükümetin de sermayenin çıkarları için çalışacağı, işçilerin, emekçilerin düşmanı bir hat izlediği görmek isteyenlerce görüldü, görülüyor.

Daha iktidarının ilk günlerinde IMF’nin politikalarının kendisinden önceki hükümet döneminde aldığı biçimiyle sürdürüleceğinin garantisinin verilmesi ve bugüne dek bu konuda verilen sözlerin milim sapmadan yerine getirilmesi, AKP hükümetinin emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin çıkarlarını savunan bir hükümet olduğunu ortaya koymuştur. Bu hükümet döneminde, önceki dönemde de genel geçerli olan edimler sürdürülmüştür: Her geçen gün, IMF politikaları gereği genişleyen özelleştirme ve taşeronlaştırma siyaseti ile yığınlar işsizler ordusuna katılmak zorunda bırakılmışlardır. Büyük sermayenin çıkarları için kaynaklar seferber edilirken işçi sınıfı ve emekçiler için ücret artışı sözkonusu olduğunda kaynak yetersizliği bahanesi ileri sürülerek işçilerden fedakârlık talep eden bir hükümettir AKP hükümeti! Enflasyonun resmi olarak %20’ler olarak açıklandığı bir durumda işçi ve emekçi ücretlerine %sıfır ücret zammı teklif edebilecek kadar yüzsüz bir hükümettir AKP hükümeti! İşçilere, emekçilere %7 civarında ücret zammını yeterli gören siyasi islamın bu hükümeti, islamcı sermayenin güçlenmesine, kitleleri “din adına” soyup soğana çevirmesine destek veren bir hükümettir! Atılan bir dizi palavraya rağmen daha geçtiğimiz aylarda belirlenen asgari ücret bu hükümetin kimin hükümeti olduğunun açık bir göstergesidir! Hayır, gerçekte bu hükümetin halka hizmet diye bir derdi, işçilere, emekçilerin yaşam seviyesini yükseltme diye bir derdi yoktur!

“AKP hükümeti hortumculuğa, hırsızlığa karşıdır. Yetimin hakkını koruyan bir hükümettir” — Yalan!

AKP hükümeti hırsızlığa, soygunculuğa karşı bir hükümet olduğu iddiasındadır. Bu iddia özellikle Türkiye’deki kimi sermaye gruplarının hortumculuğuna, hırsızlığına karşı verilen “mücadele” ile desteklenmektedir. Bu temelde siyasi rakiplerinden birisi olan Uzan grubunu tasfiyeye yönelmiş olan AKP hükümeti, bu tavrını hortumculuğa, hırsızlığa karşı tavır olarak gösterme durumundadır. AKP’nin gerçekte bu çıkar grubuna karşı mücadelesinin, onun tasfiyesi için yaptıklarının onun hortumculuğa karşı, hırsızlığa ve talana karşı mücadele olarak gösterilmesi sahtekârlıktır. Gerçekte AKP, kimi su başlarını tutmuş olan, aynı zamanda siyasi rakiplerinden birisi konumunda bulunan Uzan grubunu silerek çıkarlarının temsilcisi olduğu başka sermaye gruplarına — ki hortumculukta, hırsızlıkta, talanda bunların da Uzan grubundan farkları yoktur! — alan açmak, diğer yandan bir siyasi rakibinden kurtulmak istemektedir. AKP’nin yaptığı bir hortumcuya karşı çıkarken bir başka hortumcuya, hırsıza alan açmaktır. Gerçekte bu bir bütün olarak hortumculuğa, hırsızlığa karşı çıkmak vs. değildir. Sermaye grupları arasındaki bu dalaştan, AKP hükümetinin bir sermaye grubuna karşı başka sermaye grubunun / gruplarının yanında yer almasından işçilerin, emekçilerin kazandığı, kazanacağı bir şey yoktur. Ama AKP bu tavrını işçilere, emekçilere “hırsızlığa, hortumculuğa karşı” tavır; “yetimin hakkını yedirmeme tavrı” olarak sunabilmektedir. Bu da AKP hükümetinin sahtekârlık ve yalan hanesine düşülmüş bir nottur!

“AKP bölgede barışı savunan bir partidir.” — Yalan!

AKP, bugüne kadar izlediği politika ile işçilerin emekçilerin düşmanı bir hükümet olduğunu göstermiş bir partidir. Bu düşmanlık sayesindedir ki emperyalistler, özellikle ABD emperyalizmi ve onların yerli işbirlikçilerinin takdirini kazanmaktadırlar. Büyük sermaye sahipleri, düne kadar siyasi açıdan pek de ciddiye almadıkları islamcı ideolojinin devamcısı olarak siyaset sahnesine çıkan ve kitleleri peşine takan AKP iktidarının yanında yer almakta, bu iktidara — derin devletin siyaseti ile çelişmediği koşullarda ve oranda — destek sunmakta, bu iktidarın açmakta olduğu alanlarda işlerini yürütmektedirler.

Dahası, özellikle Ortadoğu’ya ve dünyanın bir dizi bölgesine şekil vermek isteyen ABD emperyalistlerinin andaki çıkarlarına uygun bir hükümettir AKP hükümeti…

ABD, bölgedeki katı dinci-şeriatçı bölgesel yönetimlerin-güçlerin alternatifi olarak bir model arayışındadır. Yüzü batıya dönük, batının — ve ABD’nin — sözünden çıkmayacak, modern/soft islamcı vb. özelliklere sahip bir hükümetin işbaşında olduğu bir Türkiye ABD’nin istediği modele uygundur.

ABD AKP hükümetinin işbaşında olduğu bir Türkiye’yi, modelini diğer ülkelere — Afganistan’a, Irak’a… — örnek olarak göstermektedir. Bu emperyalizmin uşağı faşist Türk devletinin gururunu okşamakla kalmıyor sadece: ABD’nin kendisine biçtiği bu role uygun olarak Türk devleti emperyalizmin bölgedeki çıkarları için çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçi halklara çok daha fazla saldırma siyasetini derinleştirerek sürdürüyor, sürdürecek.

AKP hükümetinin Irak’a yönelik işgal bağlamında bugüne dek yaptıkları bu yönde yeterli veri sunmuştur. AKP emperyalizmin bölgede çıkarlarını koruyacağı yönünde rüştünü ispat etmiş bir hükümettir. ABD’nin çıkarları doğrultusunda ve verdiği kredi rüşveti temelinde Meclis’te geçirilen tezkere rüştünü ispatlamanın bir adımıdır. Çeşitli ulus ve milliyetlerden işçilerin, emekçilerin diğer ulus ve milliyetlerden sınıf kardeşlerinin üzerine saldırtılması, işgale ortaklık vs. yönünde atılan adımlar — her ne kadar pratikte bu adımlar derinleştirilmemiş olsa da — bu yönde ABD’nin beklentilerini tatmin etmeye dönük çabalar olarak bu hükümetin uşaklık hanesine yazılmış örneklerden birisidir.

AKP hükümetinin bölge barışı konusunda izlediği sahtekâr politikaların başka görüntülerini Kürt sorununa yaklaşımında görmekteyiz. Bu hükümet de kendisinden önceki hükümetler gibi klasik yayılmacı politikanın sürdürücüsü olarak Kürt ulusunun ve diğer milliyetlerin haklarını ayaklar altına alma politikasının sürdürücüsü bir hükümettir. Kuzey Kürdistan’da Kürt ulusunun en temel demokratik haklarının gaspı siyasetini sürdüren, göstermelik çıkarılan reform paketlerine rağmen Kürtçenin öğrenilmesini amaçlayan dil kurslarına bile bir dizi komik gerekçelerle izin vermeyen bu hükümettir. Bu hükümet döneminde insan hakları ihlallerinden en fazla etkilenen Kürt ulusundan emekçiler olmuştur.

Kuzeyde Kürtlere baskı uygulayan Türk devleti ve onun andaki AKP hükümeti Güney Kürdistan’da ABD işbirlikçisi Kürt gruplarının federatif bir yapı oluşturmak istemesi karşısında 80 yıllık refleksini bir kez daha göstermiş, Kürdistan’ı aralarında parçalayan bölgenin gerici devletleriyle buna karşı tavır geliştirme politikasına sarılmıştır. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın ziyareti, Başbakan Gül’ün aynı dönemde İran ziyareti bu yönde işbirliğinin geliştirilmesine hizmet etmiştir.

ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında ortaya çıkan yeni durumda Kürt işbirlikçi örgütlerin federasyon istemleri karşısında Türk hakim sınıfları bir yandan bölgenin sömürgeci güçleri ile buna karşı birlikte hareket etme politikalarını izlerken diğer yandan ABD’nin kullandığı Kürt kozu nedeniyle, kendi uzun vadeli çıkarları için ABD’nin dümensuyunda hareket etme ve gerekirse bu noktalarda tavizler verme biçiminde özetlenebilecek bir yola da girmiştir.

Bu siyasetin en önemli yansıması Kıbrıs politikasında görülmüştür, görülmektedir.

Kıbrıs sorunu konusunda AKP ile derin devlet arasında belirli bir uyuşmazlığın olduğu bilinmektedir. AKP Annan Planı temelinde Kıbrıs sorununun tartışılması ve çözüme ulaştırılmasını savunurken derin devlet buna karşı çıkmakta idi. Ancak gelinen noktada, Kürt sorunu, Ortadoğu’da çıkarlar ve ABD ile ittifak, ABD’nin Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda sunduğu/sunacağı destek vb. konularla içiçe hakim sınıf siyasetinde bir değişiklik gündeme gelmiştir. Derin devlet geri bir adım atarak AKP’nin Kıbrıs siyasetinde savunduğu Annan Planı temelinde çözüme yaklaşmıştır. Bu temelde Kıbrıs görüşmeleri başlamıştır.

Tüm bunlar ama gerçekte ne bölge barışına hizmet eden politikalardır, ne de çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçilere gerçek anlamda barışı getirecektir.

Çeşitli emperyalist güçler ve onların işbirlikçilerinin oynadıkları bir oyun var ortada… Çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçilere bu oyunda biçilen rol kullanılmaktır, bu politikalara kendi hakim sınıflarının bayrağı altında destek sunmaktır.

Türk hakim sınıflarının çıkarlarının temsilcisi AKP hükümeti oynanan oyunun Türk tarafının andaki başaktörüdür. Bu konumuyla AKP hükümetinin, bölge barışından dem vurması sahtekârlıktır. Bu hükümetin politikalarına safça aldanmak ve destek sunmak, gerçekte Türk hakim sınıflarının çıkarlarına destek sunmak demektir!

“AKP din üzerinden siyaset yapmaya karşıdır!” — Yalan!

AKP, Türkiye’de siyasi islamın partilerinden birisidir. Dini siyasi çıkarları temelinde tepe tepe kullanan bir partidir. Gerici bir partidir. Bu partinin kadrolarının önemli bir bölümü önceki dinci partinin içinden çıkıp gelmiştir. Bu kadroların şekillendirdiği AKP politikası, dini kullanarak kitlelerin inancını oya tahvil ederek hükümet kurmuştur. Fakat din sömürüsü burada bitmemiştir. AKP gerçek anlamda iktidar koltuğuna oturabilmek için din silahını kullanmaya devam etmektedir. Anda iktidarı elinde bulunduran kemalist bürokrasinin iktidarını ele geçirmek için AKP, rakiplerinin “laiklik” adına yaptıklarının karşısına yine bir dizi şey yanında dini sembollerle de çıkmaktadır.

Dinci kadrolaşma bu partinin çok açık uygulamalarından birisidir. TÜBİTAK, sağlık alanı, eğitim alanı başta olmak üzere çeşitli alanlarda yürütülen dinci kadrolaşma hareketi ile AKP, subaşlarını tutma yönünde önemli adımlar atmaktadır. Dahası AKP hükümeti, sözümona “laik” olan ama gerçekte dini bir araç olarak kullanma bağlamında kendilerinden pek de geri kalmayan kemalist kesimin devlet bürokrasisi içindeki etkisini kırmak için “dokunulmaz” alanlara da girmek, buralarda da örgütlenmek / kadrolaşmak için acele etmeden, derinden ve sessiz bir şekilde — türban bağlamında olduğu gibi gerektiğinde geri adımlar da atarak — çabalarını sürdürmektedir. Mehteran bölüğünün iki adım ileri bir adım geri taktiğine benzer bir tavır içindedir AKP hükümeti…

Tüm bu olgulara rağmen AKP hükümeti, gerek derin devlet denilen kemalist bürokrasinin — bunun içinde de ordunun — tepkisini çekmemek, toplumu kamplaşmaya düşürmeden dönüştürmek yönlü bir tavır içindedir. AKP bu tavrını yine yalanla gizleme yoluna gitmektedir. Örneğin sık sık “AKP’nin din üzerinden politika yapılmasına karşı olduğunu” yinelemektedirler. İstanbul’da düzenlenen, AKP’nin politik hattının ortaya konulmasını amaçlayan “Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu”nda konuşan Recep Tayyip Erdoğan bu tavrı, “AK Parti, dini bir toplumsal değer olarak önemsemekle birlikte, din üzerinden siyaset yapmayı, devleti ideolojik bir dönüşüme uğratmayı, dini sembollerle örgütlenmeyi doğru bulmamaktadır. Din üzerinden siyaset yapmak, dini araç haline getirmek, din adına dışlayıcı bir siyaset yürütmek hem toplumsal barışa, hem siyasi çoğulculuğa, hem dine zarar vermektir.” diyordu. Oysa bu şahsın ve içinden geldiği akımın niteliği; yaşam biçimleri, seçim propagandaları, hükümet döneminde yapılanlar, bir dini sembol olarak türbana yaklaşımları vs. vs. söyledikleri ile yaptıklarının farklılığını göstermektedir. Bu alanda da yalan onların temel silahıdır!

“AKP demokrasiyi savunmaktadır!” — Yalan!

AKP kurmayları partilerinin demokrasiyi savunduklarını ileri sürmektedirler. Partinin Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aynı toplantıda yaptığı konuşmada; “Siyasi iktidarın en temel dayanağı milli iradedir ve özelliği meşruluğunu halkın genel kabulünden almasıdır. Biz hukuki ve siyasi meşruluğu her partinin “olmazsa olmazı” olarak görüyoruz. Her türlü dayatmacı, buyurgan, tek tipçi, toplum mühendisliğine dayanan yaklaşımlar, sağlıklı bir demokratik sistem için engeldir. Hiç kimse, masa başında toplumları yönlendirmeye, onlara biçim vermeye kalkmamalıdır. Muhafazakar demokrasi kimliğimiz, her türlü toplumsal ve siyasal mühendisliğe karşıdır. Demokrasi, bir diyalog, tahammül ve uzlaşı rejimidir. Diyalogun gelişmediği kapalı toplumlar, kültür üretmezler. Türkiye’de kendine özgü bir demokrasi yerine, çoğulculuk, çok seslilik ve tahammül duygusunu sindirebilmiş bir demokrasi tesis edilmelidir. İdeal olan, seçimlere ve belli kurumlara indirgenmiş mekanik bir demokrasi değil, idari, toplumsal ve siyasal alanlara yayılmış organik bir demokrasidir. Biz buna ‘derin demokrasi’ diyoruz.”

Bu çok demokrasi savunuculuğunu iki yönlü irdelemek gerekmektedir. Erdoğan bir yandan mevcut devlet iktidarını, ordu eksenli “laik” kemalist kesimin iktidarını eleştirmektedir. Diğer yandan Recep Tayyip Erdoğan bu kesimin diktacı iktidarına son vermek ve kendi partisinin / ideolojisinin devlet iktidarını ele geçirmek için demokrasi aracının kullanılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir. Gerçekte ama ne AKP, ne bu partinin Genel Başkanı demokrasinin savunusundan yanadır.

Siyasi islamın demokrasiyi savunması bir sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Hayır, AKP’nin amacı demokrasi sakızı çiğneyerek siyasi iktidar dalaşında avantaj sağlamaktır. Onlar için demokrasi, bir dönemler Erdoğan’ın söylediği gibi, “iki istasyon arasında kullanılacak bir araçtır.” Siyasi islamın partisi AKP’nin kimi kurmayları, yer yer islamla demokrasinin bağdaştığından dem vurmaktadırlar. Gerçekte bütün dinlerin olduğu gibi islam dininin de demokrasiyle bağdaştığı düşüncesini ileri sürmek başlıbaşına bir yalandır, sahtekârlıktır.

Yerleşik kemalist bürokrasinin iktidarını kırmanın yollarından birisi olarak demokrasinin kullanımı tam da Erdoğan’ın bir zamanlar söylediği gibi hedefe varmak için kullanılan, kullanılacak araçlardan birisidir. Bugün AKP’nin yaptığı göstermelik demokrasinin, demokrasi oyununun sınırı da iktidarın kemalistlerden alınmasına kadardır. Statükocu, baskıcı ve terörcü yerleşik kemalist iktidarına karşı gelişen muhalefeti liberal, “demokrat”, “insan haklarına saygılı”, “yüzü batıya dönük olma” vs. maskeler takarak toparlayabilen AKP, hükümet dönemi boyunca yaptıklarıyla pratikte kendinden önceki hükümetlerden farklı olmadığını ortaya koymuştur. Kimi “reform paketlerinin” çıkması bu durumu değiştirmemiştir. Tersine bu paketler — yerleşik devlet iktidarının tavrına endeksli olması, pratikte hayat bulamaması vs. nedenler de gözönünde tutulduğunda — görüntüyü kurtarmanın hükümeti olarak AKP’nin sahtekârlık hanesine yazılmıştır.

“AKP hükümeti halka hizmetten yana bir hükümettir!” — Yalan!

AKP kurmayları partilerinin kurduğu hükümetin halka hizmeti esas alan bir hükümet olduğunu ileri sürüyorlar. Bunu yerel yönetimlerdeki çalışmalarla da örneklemeye çalışıyor, yaklaşmakta olan yerel seçimler için propagandada “halkın daha iyi belediye hizmeti alabilmesi için AKP’yi seçmesi gerektiğini” söylüyorlar. Yalan söylüyorlar.

Yalan söylüyorlar çünkü, bu sistemde hiçbir düzen partisinin yerel alanda da halka hizmet diye bir derdi yoktur. Düzen partileri, yerel yönetimleri ellerine geçirerek büyük bir arpalığın başına geçmek istemekte, yerel yönetimler üzerinden kendilerine, yandaşlarına, partilerine, yakınlarına… çıkar sağlamanın peşinde koşmaktadırlar. AKP de bu partilerden birisidir.

Diğer yandan ama AKP, yerel yönetimleri yerleşik kemalist devletle iktidar dalaşında bir silah olarak kullanmak istemektedir. AKP, yerel yönetimleri güçlendirerek, merkezi devlet erkini buralarda da geriletmeyi düşünmekte, iktidarı elde etmenin yollarından birisi olarak “atanmışların” gücünü kırmayı düşünmektedir. Bu amaçla bugüne kadar uygulanan ve merkezin iktidarına olanak sağlayan “Kamu Yönetimi Yasası”nı değiştirmek için bir taslak hazırlamıştır. Bu taslağa göre yerel yönetimler özerk hale getirilecek, yetkileri artırılacak ve böylece yerelde merkezi devletin etkisi azaltılacaktır. AKP yasal plandaki bu adımını yerel seçimlerde alınacak büyük bir başarı ile tamamlamak istemektedir.

Kısacası yerleşik kemalist devletin iktidarına son verip gerçek iktidar koltuğuna oturmak amacındadır AKP. Bunun için bir dalaş içindedir. Ama o bu dalaşı açıkça dile getirmiyor, bu amacını gizliyor. Halka “halka hizmet”, “daha iyi belediye hizmeti” vs. adına gidiyor, oy istiyor… Yalan söylüyor!

Gerçekte AKP’nin halktan istediği destek “halka hizmet için”, “iyi belediyecilik hizmeti için” bir destek değildir; bu tür laflarla halktan AKP’ye iktidar yürüyüşünde istenen bir destektir.

* * * *

AKP hükümetinin yalanları elbette bunlarla sınırlı değil… Biz belli başlı, öne çıkan kimi yalanlardan bazılarına tavır takınmaya çalıştık. Ama biliyoruz ki, bu yalanlar dün de vardı, bugün de var, yarın da olacak. Çünkü sermayenin saltanatı yalan üzerine kurulu…

Yalanın tekeli yok. Yalan sadece AKP’nin bir aracı da değil. AKP’nin gözünü diktiği iktidar koltuğunda oturan kemalist bürokrasi de iktidarını sürdürmek için yalana başvuruyor.

Örneğin onun “laik”liği yalandır. Kemalist iktidar dini kendi iktidarı için kullanmıştır, kullanmaktadır.

Örneğin onun halkçılığı yalandır. Onlar halkçı değil, sermayecidir!

Örneğin onların antiemperyalistliği sahtedir. Onlar emperyalizmin işbirlikçisidir vs. vb.

Hakim sınıf klikleri arasında yürüyen iktidar dalaşında yalanla dolanla döndürülen çarklar arasında ezilen işçiler, emekçilerdir, baskı ve zulüm altında tutulan ulus ve milliyetlerdir.

Yalanın hakimiyetine son verilmediği sürece bu çark dönecek. Çeşitli ulus ve milliyetlerden işçilerin, emekçilerinin kurtuluşu bu yalanların ortaya serilmesindedir, bu yalanlar üzerine kurulu düzenin çarkının kırılmasındadır.

(…)
Aldanıp aldanmamak,
işte mesele.
Aldanmazsak: varız!
Aldanırsak: yok!”

Nâzım Hikmet

Var olmak için aldanmayacağız ve bu çarkı kıracağız!

Er ya da geç!

14 Şubat 2003