Birinci sayımızda Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) hazırlattığı “Kadın erkek eşitliğine doğru yürüyüş; eğitim, çalışma yaşamı ve siyaset” başlıklı raporun “eğitim” ile ilgili bölümünün eleştirisini yayınlamıştık. Şimdi kaldığımız yerden devam etmek ve aynı raporun “Siyasal süreçlere katılımda kadın-erkek eşitliği” bölümünü ele almak istiyorSiyasette kadın-erkek eşitliği ve liberal burjuvazinin programıuz. Bunu yaparken raporda her sayılan noktaya, her detaya tavır takınmaktan çok, başlıca tezler temelinde eleştirimizi aktarmaya çalışacağız.
1. Sorunun konuluşu ve taban tabana zıt iki dünya görüşü
Raporun bu bölümünde ortaya konulan görüşler liberal burjuvazinin siyasette kadın-erkek eşitliği sorununa nasıl yaklaştığını göstermektedir. Proletaryanın bakış açısıyla liberal burjuvazinin bakış açısı daha sorunun konuluşunda taban tabana zıtlık göstermektedir.
Proletaryanın bakış açısıyla temel sorun egemenlerin iktidarının, burjuva-erkek egemen iktidarın devrilmesi ve yerine ezilenlerin iktidarının, işçilerin-köylülerin devrimci-demokratik diktatörlüğü ve devamında proletarya diktatörlüğünün geçirilmesidir. Siyasette kadın-erkek eşitliği sorununa bu temel hedef çerçevesinde yaklaşan proletarya açısından “siyasal süreç”in içeriği devrim mücadelesidir ve iktidarın ele geçirilmesinden sonra da işçilerin-köylülerin demokratik iktidarı/proletarya iktidarı şartlarındaki mücadeledir.
Liberal burjuvazinin devrim diye bir derdi yok elbette! Onlar siyasetteki kadın-erkek eşitliğini burjuva sistemde kadın-erkek eşitliği olarak görüyor ve kendi hedeflerinin sistem içi “demokratik dönüşüm” olduğunu en başından açıklıyorlar:
“Siyasetin toplumsal farklılıklar arasında eşitlik ve adaleti sağlama çabasına dayanması, siyasal karar süreçlerine eksik katılım sorunu olan kadınlara kendilerini temsil olanağı sunacak bir açılımdır. Siyasetin bu tür tanımı kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirebilecek demokrasi anlayışının temelidir. (...)
Bu nedenle, kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik çabaların başlangıç noktası, siyasal süreçlere katılımda cinslerarası eşitliği sağlayıcı adımlar atmaktan geçer.”
Burjuva kapitalist sistemi yıkma diye bir sorunu elbette ki olmayan liberal burjuvazi sorunu bu şekilde koyduktan sonra, sistem içi çözüm yolları aramaya geçmektedir.
Yukarda da belirttiğimiz gibi, proletaryanın bakış açısı buna taban tabana zıttır. Proletaryanın bakış açısına göre kadınların siyasal sürece katılımı devrim öncesinde emekçi kadın kitlelerinin devrimci mücadeleye katılımı ve devrim sonrasında da yeni iktidarın kurulması ve sosyalizmin inşa edilmesi sürecine katılımı şeklinde anlaşılmaktadır.
2. Kadın-erkek eşitliği nasıl anlaşılmalı?
Ya da kadınların sınıf ve katmanlara bölünmüşlüğü...
Liberal burjuvazinin programında siyasal süreçlere katılım bağlamında genel olarak kadın-erkek eşitliği sorgulanırken, kadınların çeşitli sınıf ve katmanlara bölünmüşlükleri fazlaca dikkate alınmıyor. Hiç alınmıyor diyemiyoruz, çünkü çeşitli katman ve sınıflardan kadınların katılım konusundaki fırsatlarının farklı olduğu teslim edilmek zorunda kalınıyor, fakat sorunun çözümü “eğitim yoluyla” ve süreç içinde “fırsat eşitsizliği”nin aşılması gibi genel laflarla geçiştiriliyor.
Proletaryanın bakış açısı bu noktada da farklıdır. Proletaryanın dikkatinin merkezinde doğrudan ezilen sınıf ve tabakalardan kadınların, emekçi kadınların siyasete aktif katılımının sağlanması durmaktadır. Liberal burjuvazinin böyle bir kaygısı yoktur ve bu nedenle raporda ezen-ezilen ayrımı yapmaksızın sistemli biçimde “kadınlar”dan bahsedilmektedir. Bunu biraz daha açmak gerekirse:
— Raporda bugünün Türkiye’sinde siyasette tam erkek egemenliği olduğu teslim ediliyor. Devamen siyasal parti örgütlerinin genellikle “erkek, orta sınıf, orta yaşlı, orta düzey eğitimli, meslek sahibi vatandaşlar tarafından yönlendirildiği ve toplumun alt sınıflarını, taşrasını, kadınlarını, yoksullarını ve diğer dışlanmış gruplarını klientist/vesayetçi ilişkiler aracılığıyla yönettiği bilinmektedir” vurgulanıyor. (s.206)
— Raporda temsiliyet bağlamında erkeklerin kadınları temsil edemeyeceği, Türkiye’deki meclisin yapısı itibariyle “erkek” olduğu, “erkek meclisin” ve “erkek vekillerin” kadın sorunlarına gerçek çözümler getiremeyeceği açıklanıyor. Buraya kadar sorun yok. Bu tespitler — bizim yaptığımız kadar açık olmasa da — esasta doğru! Buna alıntılarla örnek vermek istiyoruz:
“Eğer, bir grup insan, kendi yaşamadığı sorunlarla karşı karşıya kalan diğer bir grup insanın yaşamını ilgilendiren temel konularda karar verme hakkına sahip ise, “temsil eden” ile “temsil edilen” arasındaki ilişkinin demokratikliği tartışmalı hale gelir.” (rapor s. 201)
“Kadınların içinde bulundukları farklı koşullar nedeniyle yaşadıkları sorunların siyasal karar süreçlerinde dile getirilmesi acaba erkekler tarafından gerçekleştirilemez mi? Bu sorunun yanıtı ‘siyasal temsil’ kavramının tanımına bağlıdır. Meslekleri ‘politikacı’ olan insanların cinsiyet, ırk, sınıf ve inanç farkına bakılmaksızın her tür sorunu olan insan grubunu temsil edebileceğine inanıyorsak bu soruya olumlu bir yanıt verebiliriz. Farklı yaşama koşullarına ve dolayısıyla farklı sorunlara sahip insanların kendi sorunlarının çözümünü yine en iyi kendilerinin bilebileceğine inanıyorsak bu soruya yanıtımız olumsuz olacaktır. Kadınların sorunlarının çözümünün kadınların siyasal temsili ile olanaklı olduğunu kabul etmek demokrasinin temel ilkesi olan kendi yaşamı hakkında karar verme hakkı gereğidir ve bu hak yadsınamaz temel bir haktır.” (rapor s.202)
Çoğu doğru tespitler bunlar! Fakat, bunların ardından üretilen çözüm önerileri hiç de tespit edilen duruma uygun değil. Örneğin, programın “toplumun alt sınıflarını, taşrasını, kadınlarını, yoksullarını ve dışlanmış gruplarını” siyasal süreçlere katma bağlamında herhangi bir çözüm önerisi yok. Bunun üzerine fazlaca durmuyor bile! Tam tersine bu tespitler yapılır yapılmaz atlanıp unutulan, “sosyolojik araştırma” gereği yapılan tespitler olmaktan öte gidemiyor. Programın özel hedefi ezilen kadın kitlelerini — ki bir bütün olarak kadınların içerisinde en büyük kitleyi oluşturan kesim budur — gözeten bir program yerine kadın-erkek eşitliği adı altında toplumun üst ve orta — esasta da orta — sınıfına hitap eden öneriler sunuyor.
3. Liberal burjuvazinin siyasal alanda kadın-erkek eşitliği programı Türk şovenisti bir program olmaktan öte gidemiyor.
Yukarda temsiliyet bağlamında sözedilenler iyi hoş da, bir de bunun milli meseleyle bağını kuralım, bakalım o zaman ortaya ne çıkıyor!
Bir kere bu raporda daha sorunun konuluş aşamasında Türkiye’de Kürt ulusu ve diğer ulusal azınlıkların yaşadığı; Kürt ulusu ve diğer ulusal azınlıklardan kadınların cins baskısının yanısıra ulusal baskılar yaşadıkları, onların her türden siyasal haktan yoksun olduğu düşüncesi eksik. Bu rapor, “Türkiye toplumu”nu Türk toplumu olarak görüyor ve gösteriyor, dolayısıyla ezilen Kürt ulusundan ve azınlık milliyetlerden kadınların ulusal haklarının varlığı diye birşeyi tartışmıyor. Onlar esasen yok sayılıyor! Fakat gerçekler tabii ki inatçı… Kuzey-Kürdistan Türkiye’de güçlü bir Kürt kadın hareketi var ve bu hareketi bütünüyle yok saymak da mümkün değil. Bir şekilde buna da değinme zorunluluğu doğuyor ve bunu yapıyorlar. Ama nasıl?
Raporda Türkiye’de kadınların “taşralı/köylü/ezilen/cahil/haklarını bilmeyen kadınlar ile kentli/okumuş/çalışan/kurtulmuş kadınlar olarak iki grupta” düşünüldüğü söyleniyor…
Rapor’da Türkiye’de “Bu ‘bölünmüşlük’le, 1980’li yıllardan sonra, İslamcı-laik kamplaşmasının kadınların yaşam tarzı üzerinden siyasal varlık bulmasıyla daha da ağırlaşmıştır.” tespiti yapılıyor… Fakat ne hikmetse, bugün Kuzey-Kürdistan Türkiye’de ulusal ve cinsel hakları için mücadele eden güçlü Kürt kadın hareketinin adı sadece ve sadece olumsuz örnekleme noktasında geçiyor. Şöyle yazıyorlar:
“Türkiye’de kadın hareketi, feministler, İslamcılar, sosyalistler, laik-cumhuriyetçiler, Kürt kadınlar gibi, esas olarak ideolojik-siyasal hareketlere gönderme yapan adlarla kendilerini tanımlayan farklı örgütlenmeler içinde oluşmuştur. Kadın hareketini oluşturan her bir ‘parça’ kendi ideolojik bağlarından destek almakla birlikte, ‘kendini ortaya koyamama sorunu’ da yaşamaktadır. (…) Yeni yeni oluşmakta olan ‘Kürt kadın hareketi’ ise siyasal gündemini insan hakları, savaşın önlenmesi ve barış talebi, devlet şiddetinin açığa çıkartılması ve Kürt kimliğinin tanınması eksenine oturtmuş; ulusal düzeyde kadınlar için ‘ortak hedefler’ gibi bir talebi bugüne kadar dile getirmemiştir.” (rapor 226)
Kürt kadınlarının ulusal kimlikleri ve ulusal hakları için mücadeleye “ortak talepler geliştirmiyorlar” türünden sudan gerekçelerle dudak büken, tepeden bakan yaklaşımda esasta Türk şovenisti bakış açısı kendisini açığa vuruyor! Demokratik dönüşümden çokça bahsedenler sorun milli meseleye gelip dayandığında düpedüz yançiziyorlar.
“Siyasal süreçlere katılımda kadın-erkek eşitliği”nin sözümona sağlanmasının programı olan bu raporda kota uygulaması, kadın adayların desteklenmesi, eğitim, bütün kamu kuruluşlarının ve partilerin dönüştürülmesi, yasaların erkek egemen bakış açısından temizlenmesi gibi bir sürü soruna, hem de çok detaylı bir biçimde eğilinmesine karşın Kuzey Kürdistan-Türkiye’de “özgürlükler ve demokrasi” sorununun merkezinde duran ulusal sorunun es geçilmesi liberal burjuvazinin “özgürlük ve demokrasi” sorunundaki pozisyonunun sınırlılığını gayet açık biçimde ortaya koymaktadır.
Sayfalarca istatistik ve kimi doğru tespitlere karşın bu programın gelip dayandığı yer, Türkiye’deki “orta sınıf, orta yaşlı, orta düzey eğitimli, meslek sahibi” erkek siyasetçi profilinin yine “orta sınıf, orta yaşlı, orta düzey eğitimli, meslek sahibi” kadın siyasetçi profiliyle tamamlanmasıdır. Bunun yol ve yöntemleri de hazırdır ve bunların çoğu aynı amacı önemli ölçüde gerçekleştirmiş olan Avrupa ülkelerinden ithal edilmiştir.
Bunlardan biri KA-DER örgütüdür. Kürt kadın hareketinden sadece olumsuz olarak bahseden raporun, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği’ne (KADER) özel önem vermesi ve favorize etmesi bu yüzdendir. Bu dernek, seçimlerde şu ya da bu partiden adaylığını koyabilecek kadar paraya, statüye, çevreye sahip kadınları desteklemeyi kendisine amaç edinmektedir. Bunlar için kadın adayların hangi partiden olduğu da önemli değildir, önemli olan kendilerinin kadın sorunlarına “duyarlı” olmalarıdır.
Sonuçta, liberal burjuvazinin programı siyasal partilerde uygulanacak kota sistemiyle vb. parlamentodaki kadın oranının yükseltilmesi ve bu konuda en ileri Avrupa ülkelerinin (örneğin Norveç %40’ın üzerinde) seviyesine çıkarılmasıdır. Biz buna karşı, bunun işçi ve emekçi kadınlar açısından hiç de çözüm olmadığı ve erkek egemenliğini ortadan kaldırmayacağı pozisyonunu savunuyoruz. Bugün Avrupa ülkelerinin çoğunda parlamentoda kadınların oranı %30’a ulaşmıştır. Bu tabii ki, kadın oranı %4 olan Büyük Türkiye “Erkek” Meclisiyle karşılaştırılamayacak kadar iyidir. Fakat bu durum da, bugünün Avrupa parlamentolarının işçi ve emekçi kadınların haklarını genişletmek ve yaşam koşullarını iyileştirmek bir yana, daha da kısıtlama yoluna girmiş oldukları gerçeğini maalesef değiştirmiyor. Liberal burjuvazinin programı esasta burjuvazinin kendi sınıfından kadınlara kadın-erkek eşitliğinin sağlanması programı olarak anlaşılmak zorundadır. Bu programın emekçi kadın kitlelerine vereceği birşey yoktur. Ve bu program Kürt ulusundan kadınların ulusal hakları için mücadelesini ve taleplerini görmezden geldiği ve reddettiği noktada Türk şovenisti bir pozisyonda durmaktadır.
18 Şubat 2004