Kuzey Kıbrıs’ta seçimler ertesi, pazarlıklar sonrasında, seçim sonuçlarına uygun bir koalisyon hükümeti kuruldu.
Seçimlerde muhalefetin temel iddialarından biri olan Denktaş’ın çözüm önünde engel olduğu, çözüm için onun görüşmecilikten çekilmesi gerektiği iddiası; TC tarafından reddedildi. Kurulan hükümet, Denktaş’ın görüşmeciliği sürdürmesini geçmişte en büyük muhalefet partisi konumunda olan, şimdi ise hükümetin büyük ortağı konumunda olan CTP’nin kabul etmesi temelinde kuruldu. Yani Kuzey Kıbrıs’ta bir orta yol bulundu.
Türkiye’de kendini emperyalistlere “müslüman demokrat” olarak pazarlayan AKP hükümeti ile, kemalist devlet güçleri arasında yürüyen iktidar dalaşında Kuzey Kıbrıs seçimlerinin bir nevi patla sonuçlanması, Kıbrıs konusunda, egemenlerin iki kanadı arasında var olan değişik yaklaşımlar arasında bir orta yol bulmayı zorladı.
Bu arada Irak’ta, özellikle Güney Kürdistan’da, Kürt milliyetçisi örgütlerin kendi aralarında anlaşmaya varması ve federasyon konusunda birlikte bastırmaları; KADEK’in kendini emperyalist güçlere siyasi bir güç olarak kabul ettirme çabalarının ilerlemesi; TC hakim sınıflarını ABD ile — I. tezkere olayı sırasındaki kaza nedeniyle bozulan — arayı yeniden bulmaya zorluyordu.
ABD’nin, Güney Kürdistan’da TC’nin istemediği yönde gelişmeleri önleme karşılığı, Kıbrıs’ta ABD’nin de içinde şu veya bu biçimde yer alacağı ve Annan Planı çerçevesinde bir çözüm yönünde adım atılması isteği, Türk hakim sınıflarını resmi devlet siyasetinde bir değişiklik yapma anlamına gelen bir adım atmaya zorladı.
MGK’nin, Başbakan Erdoğan’ın Davos ve Washington gezileri öncesinde yaptığı toplantısından, Annan Planı’nın görüşülmesine hazır olunduğu yönünde bir karar çıktı. Bu toplantıya kadarki devlet siyaseti, Annan Planı’nın tartışma zemini olamayacağı, bu planın bu haliyle görüşülemeyeceği yönündeydi.
Devlet siyasetindeki bu değişiklik, egemen sınıfların değişik kanatları arasındaki dalaşmada, kemalist devlet güçlerinin, hükümetin savunduğu politikaya bir adım yaklaşması demek oluyordu. Fakat iş burada durmadı.
Erdoğan hükümet adına gerek BM temsilcileri ile, gerekse ABD Başkanı Bush’la yaptığı görüşmelerde MGK adına açıklanan kararlardan daha da ileri giderek;
1. Türk
tarafının Annan planının çizdiği genel çerçeveyi çözüm için
kabul ettiğini,
2. Bu temelde ve bu çerçevede BM gözetiminde müzakerelere
başlamaya hazır olduğunu,
3. İki tarafın anlaşamadığı noktalarda Annan’ın boşlukları doldurmasını
kabul ettiğini,
4. Ortaya böyle çıkacak planın referanduma götürülmesini kabul
ettiğini,
5. ABD’nin çözümde bir nevi arabulucu olmasını istediklerini ve
6. Türk tarafının çözüm bağlamında Rum tarafından hep bir adım
önde olacağını açıkladı.
Hükümet yanlısı medyanın öve öve bitiremediği bu adım; ideolojik kemalistler tarafından MGK’nin çizgisi dışına çıkmakla, ver kurtulculukla, vatanı (kimin vatanıysa artık) satmakla, Amerikan uşaklığıyla (söyleyenler kendisi sanki Amerikan uşağı değil!) vb. suçlandı. İlginç olan fakat “asker kanat”ın sessiz kalmasıydı.
Erdoğan’dan — hem de büyük patron Bush’la yapılan görüşme ertesi, ondan onaylı — bu sözleri alan Annan bir çözüm takvimi hazırlayarak tarafları 10 Şubat’tan itibaren Annan Planı üzerine görüşmelere çağırdı. Annan mektubunda görüşmelere başlamanın aynı zamanda, mektupta öngörülen zaman planının aynen kabulü anlamına geleceğini belirtiyordu. Zaman planı ise görüşmelerin Mart sonuna kadar bitirilmesini, anlaşma olmayan noktalarda bizzat Annan’ın boşlukları doldurmasını ve böylece sonuçlandırılacak planın 21 Nisan 2004’de — yani Kıbrıs Cumhuriyetinin, AB üyeliğinin kesinleşeceği tarihten önce — referanduma sunulmasını öngörüyor.
Mektupta ayrıca Türkiye ve Yunanistan’ın da bu biçimde hazırlanacak planı ve referandum sonucunu kabul edeceklerini en baştan kabul ettiklerini açıklamaları isteniyor. Görüşmelere başlanması Annan’a göre bunların tümünün de baştan kabulü anlamına geliyor. Hem Türk hem de Yunan tarafı bu dayatmacı tavırdan rahatsızlıklarını dile getirerek ve resmi yazılı bir açıklama yapmaksızın New York’a gittiler.
Bugün (10 Şubat’ta) Annan taraflarla tek tek görüşmeye başlayacak.
Tarafların yazılı açıklama yapmaksızın görüşmelere gitmesi, onların biz resmen görüşmelere başlamayı kabul etmedik diyebilmelerinin ve belli bir noktada masadan kalkmalarının gerekçesi yapılabilir. Fakat hem Yunan, hem de Türk tarafı açısından, “mızıkçılık yapan taraf” olarak görünmemek, “suç” ve “sorumluluğun” karşı tarafa yüklendiği bir çözümsüzlük çözümü önemli. Görüşmelerin ne kadar süreceğini, ne çıkacağını göreceğiz.
Şimdi kısa vadede iki alternatif var:
Ya Annan Planı temelinde — üzerinde ufak tefek değişiklikler yapılarak — anlaşma sonuçlandırılıp referanduma gidilecek. Bu noktada referandum sonuçları belirleyici olacak. Referandumda ne Kuzeyde, ne de Güneyde evet sonucu çıkacağı garantili değil. (Güneyde Annan Planı’na %70 oranında karşı çıkış olduğunu gösteren kamuoyu yoklamalarından söz ediliyor). Referandumda Annan Planı her iki yanda çoğunluk tarafından kabul görürse, o zaman Kıbrıs sorunu “Annan planı temelinde” çözülmüş! olacak.
Annan Planı temelinde çözüm: İki kurucu devletli, bu kurucu devletler bağlamında da 1974 sonrası ortaya çıkan etnik yapıyı olduğu gibi koruyan bir federatif (gerçekte konfederatif) devlet; bu konfederatif devletin 1 Mayıs 2004’den itibaren AB üyeliği; AB üyesi bir devletin topraklarında — Kuzey Kıbrıs’ta — AB üyesi olmayan bir devletin askeri işgalinin — işgal gücü sayısı azaltılarak — resmi, uluslararası hukuka uygun hale getirilip kabul edilmesi; Kıbrıs’ın güneyindeki İngiliz üssü Akrotiri’ye dokunulmaması; Yunanistan-Türkiye-İngiltere’nin yanında bir de ABD’nin ve AB’nin doğrudan çözüm tarafı olarak devreye girmesi anlamına gelecek.
Bu tip bir çözüm andaki durumun kabulü ve kimi reformlarla sürdürmesi yanında pratikte ABD’nin çözüm tarafı haline getirilmesi ile AB, ABD kapışmasında ABD’nin lehine bir çözüm olacak.
Taraflardan birinin masadan kalkması halinde, o taraf mızıkçı olarak ilan edilecek, fakat masadan bu kalkış, 1 Mayıs 2004’e kadar “Kıbrıs sorununun çözülmemesi”, böylece topraklarının bir bölümü NATO üyesi bir ülke tarafından işgal altında tutulan bir AB üyesi devletin ortaya çıkması anlamına gelecek. Türkiye’nin AB üyeliği için görüşmelerde tarih alma ve tam üyelik konusunda Kıbrıs sorunu belli ölçüde engel olarak varlığını sürdürecek.
Her halde her iki alternatif de çözüm diye sunulsa da gerçek anlamda çözüm değil. Her iki durum da (hem andaki statüko / hem de Annan Planı temelinde olası bir çözüm) emperyalizmin adadaki egemenliğinin değişik biçimlerde sürmesidir; adada emperyalizmin uşaklarının egemenliğinin sürmesidir; adadaki devlet(ler)in varlığının, dış güçlere bağlı olma durumunun sürmesidir.
Kıbrıs halkları için bu çözümler kırk katır-kırk satır tercihleridir. Halkları bu tercihlerden biri yanında yer almaya çağırmak, bu devrimci sosyalist vb. taktik adına da yapılsa yanlıştır.
Çözüm, “çözüm” değil gerçek çözüm, Kıbrıs’ın çeşitli milliyetlerden halklarının işçi sınıfı önderliğinde birleşip işgalcilerin tümünü adadan kovmasında, kendi antiemperyalist- demokratik-sosyalist perspektifli iktidarını kurmasındadır.
Çözüm Kıbrıs’ta da devrimdedir.
Şimdi devrim gündemde değil gerekçesiyle, emperyalist çözüm planlarından birinin kuyruğuna takılmak, devrimcilik ve sosyalizm adına yapılabilecek en büyük yanlıştır.
Doğru olan bugün gündemde olmasa da, devrim için çalışmak, onun için halkı hazırlamak, örgütlemektir.
10 Şubat 2004