İstanbul beş gün arayla iki büyük bombalı saldırı eylemi yaşadı.
Önce 15 Kasımda hemen hemen eşzamanlı olarak Galata’da Nevi
Şalom, Osmanbey’de Beth İsrael sinagogları çevresinde patlayan
bombalarla İstanbul sarsıldı. Bu bombalama eyleminde 24 kişi
hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı.
Bombaların patlatıldığı alanlar yoğun insan trafiğinin olduğu ve yoğun ikamet alanı olan yerlerdi.
Bu bombalama eylemi dünyanın her yerinde egemen sınıfların sözcüleri tarafından lanetlendi. Kendileri dünya egemenlikleri uğruna halklara, emekçilere kan kusturan savaşların, terörist eylemlerin düzenleyicisi, sorumlusu, suçlusu olanlar, utanmazca terörizme lanetler yağdırıp, bu ‘insanlık dışı’, ‘insanlığa karşı’ eylemleri kınadılar. Afganistan’ı, Irak’ı doğrudan işgal altında bulunduran ABD emperyalizminin andaki başkanı Bush, onun en yakın yardımcısı İngiliz emperyalizminin andaki başbakanı Blair bu saldırıları, kendilerinin “terörizme karşı savaş” adına yürüttükleri terörist emperyalist saldırıların ne kadar haklı olduklarını gösterdiğini söyleyip, bütün dünyada halkları kendi savaşlarına destek vermeye çağırmak için kullandılar. Çeçenya’da halka karşı tam bir terörist emperyalist savaş yürüten Rusya’nın başkanı Putin de İstanbul’daki eylemleri ‘lanetlerken’ aynı zamanda bu eylemlerin kendilerinin ne kadar haklı olduğunu gösterdiğini söylemeyi ihmal etmedi. Fransız ve Alman emperyalizminin sözcüleri de tabii bu “terörist eylem”leri kınarken, kendi siyasetlerine uygun olarak ABD’nin Irak’taki işgali tek başına ve AB’ne rağmen gerçekleştirmesine eleştirel notlar düşmeyi ihmal etmediler. Türkiye ile birlikte Ortadoğunun terörizmde sınır tanımayan İsrail devletinin sözcüleri de, İstanbul’daki 15 Kasım bombalama eylemlerini, kendi siyasetlerinin doğruluğunun kanıtı olarak değerlendirdiler. Halka yönelik terörist eylemler düzenleme konusunda ustalar içinde yer alan İsrail gizli servisi Mossad’ın ‘uzmanları’ Türk meslekdaşları ile omuz omuza ilk andan itibaren iz sürme işine girdiler. İsrail dışişleri bakanı derhal Türkiye’ye geldi. Filistin halkına elli yılı aşkın süredir kan kusturan, faşist terör uygulayan siyonist İsrail’in andaki başbakanı Şaron, saldırının bütün dünyada Yahudilerin güvenlikli yaşaşabileceği tek alanın İsrail olduğunu gösterdiğini söyleyerek, saldırıyı bütün Yahudileri İsrail’de toplanmaya çağırmak için kullandı. Ve tabii Filistin Arap halkına karşı siyonist İsrail’in devlet teröristi faşist saldırılarını, İsrail’in meşru kendini savunma eylemleri olarak kullanmanın aracı yapıldı İstanbuldaki saldırılar. Türk hakim sınıflarının sözcüleri saldırı ertesinde saldırıyı kınamakta birleşirken, saldırıyı yorumlama konusunda değişik yaklaşımlar sergilediler.
Hükümet kanadı bu saldırıların “Türkiye’de yakalanmış olan siyasi ve ekonomik istikrara yönelik saldırılar olduğu” tespiti temelinde, kitleleri “teröre karşı cesur, metanetli ve soğukkanlı” olmaya çağırır ve “tüm dünyada teröre karşı mücadele cephesinde sağlam olarak yer alacağını” belirtirken; muhalefet partisi CHP, saldırının Türkiye’de gerçekleştirilmiş olmasının hükümetin dış politikadaki basiretsizliği, yanlış tavrı sonucu ortaya çıktığı tezine sarıldı. Buna göre hükümetin ABD’nin yanında yer almasının faturasıydı bu eylemler.
Kısaca eylemleri tüm egemen sınıf sözcüleri kınar ve kendilerine göre yorumlarken, hepsinin birleştiği bir nokta vardı:
Terörizm dünyanın baş belasıydı. Terörizme karşı uluslararası alanda mücadele yürütülmeliydi.
Sahtekârlar!
Bugün “terörizme karşı uluslararası savaş”tan söz edenler, ikiyüzlü sahtekârlardır. İstanbul’daki terör eylemlerinin kurbanları konusunda egemenlerin döktüğü gözyaşları, timsah gözyaşlarıdır.
Emperyalist-gerici-faşist egemenlerin terörizm konusunda ahuvah etmeye hakları yoktur. Kendileri dünyanın en büyük teröristleridir.
Yalnızca küçük bir azınlığın, dünyanın büyük bir çoğunluğunu sömürmesi ve ezmesinin suçlusu ve sorumlusu oldukları için değil, her biri halklara karşı açık ve gizli terörist eylemler yürüttükleri için en büyük teröristlerdir bunlar.
İşte ABD, işte İngiltere! Bunların örneğin Irak’ta halka karşı yaptığı nedir? Bunların örneğin terörist ilan edip saldırdıkları, başına milyonlarca dolar ödül koydukları Saddam’dan farkları nedir? Daha büyük haydut, daha büyük terörist güç olmaktan öte bir farkları yoktur.
İşte İsrail. Bu devletin Filistin halkına karşı her gün yürüttüğü terörist eylemlerin resimleri her gün odalarımıza taşınmıyor mu? Filistin halkı her gün faşist terör altında ezilmiyor mu?
İşte Rusya. Çeçenya’da taş üstünde taş bırakmayan bombardımanlar terörizm değil mi?
İşte Türkiye. Kuzey Kürdistan’da yakılan, yıkılan köyler. Sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurulan insanlar. Tanklara bağlanıp sürüklenen cesetler. Tutsaklara işkenceler. Bunlar terörizm değil mi?
Bununla da kalmıyor.
Frankenstein’ın canavarları…
Bugün uluslararası alanda terörist ilan edilen örgütlerin büyük bölümünün kurucusu, destekçisi ve kullanıcısı bizzat emperyalist ve gerici devletlerin kendileridir.
Örneğin, bugün bütün dünyada emperyalist efendiler tarafından terörizmin merkezi ilan edilen El Kaide’nin, Afganistan’da Rus işgaline karşı mücadele sırasında CIA desteğini almış olduğu sır değildir.
Örneğin Çeçenya’da Rusya’nın terörist ilan ettiği örgütlerin çok değil on yıl öncesine kadar ABD ve Türkiye tarafından ‘kurtuluş savaşçısı’ sayılıp desteklendiği olgudur. Vs. vb.
Örneğin İstanbul’daki eylemlerde yer aldıkları söylenen Türkiyeli İslamcı örgütlerin bizzat faşist TC’nin gizli örgütleri tarafından PKK’ya karşı mücadelede kullanılmak için kurulup beslendiği, göz yumulup geliştirildiği belgelidir.
Bu anlamda şimdi emperyalist efendiler kendi kontrollerinden çıkan terör eylemleri karşısında gözyaşı döküp kurbanlara üzüntülerini bildirirlerken sahtekârlık yapmaktadırlar. Onlar bu bağlamda yarattıkları canavarı kontrol edemez durumda kalan Frankenstein konumundadırlar.
Bu kadar da değil.
İntihar eylemcileri hangi düzenin, hangi ortamın ürünü?
Emperyalistlerin lanetlediği “terör eylemleri”nin önemli bir bölümü intihar eylemleridir. Birtakım insanlar canlı bomba olarak, seçtikleri bir takım hedeflere saldırıp, mümkün olduğunca çok kişiyi kendileriyle birlikte ölüme sürüklemektedirler. Biz komünistler belirli bir yenilgiciliğin, umutsuzluğun da ifadesi olan inhtihar eylemlerini devrimci eylemler olarak görmüyoruz. Bunları genelde bugünkü ortamda egemenlere yarayan eylemler olarak değerlendiriyor, reddediyoruz. Bizim bu eylemleri reddetmemizin gerekçeleri, bu eylemleri ‘kınayan’, ‘lanetleyen’ egemenlerin gerekçelerinden bütünüyle ayrıdır. Biz bu eylemleri bunlar “terörist eylemler” olduğu için vb. değil, işçi ve emekçi sınıfların mücadelesini bir adım ileriye götürmeye hizmet etmediği için reddediyoruz. Onları reddederken şu gerçeklerin altını çizmeyi de önemli görüyoruz:
Bu intihar eylemlerini gerçekleştiren insanların çoğu henüz hayatlarının baharında genç insanlardır. Onlar bu dünyadan kendilerine göre ‘yiğitçe’ bir eylemle göçmeyi, bu dünyada yaşamaya, uzun süreli mücadeleye vb. tercih etmektedirler. Birçoğu dini motiflere sahiptir. Ve gidecekleri diğer dünyanın bu dünyadan daha iyi olduğu ham hayali, inancı içindedirler. Onların yaşamaya değer bulmadıkları bu gerçek ve biricik dünyanın durumu nedir? Onlarca, yüzlerce, binlerce, onbinlerce genç insanın intiharı eylem biçimi olarak seçebildiği bir dünya, nasıl bir dünyadır? Hepimiz biliyoruz. Bu dünya bir avuç zengin için cennetken, bu dünyanın açlık sınırında yaşayan büyük çoğunluğu için cehennemdir. Milyarlarca insanı bekleyen işsizliktir, açlıktır, yoksulluktur, baskının her türüdür, göçtür, işkencedir, hastalıktır, sömürüdür, zulümdür, ölümdür. Filistin’i alın. Küçücük bir toprak parçası içine sıkıştırılmış, etrafına duvar örülen, her gün işgalci gücün bombaları altında inleyen bir halk! 50 yılı aşkın süredir hayır kurumlarının yardımlarıyla kamplarda yaşamaya mecbur edilmiş, dilenci durumuna düşürülen bir halk! Siyonist israil, bu halktan gencecik insanlar bomba olup pimini cektiğinde, “terörizm” deyip, o insanların sülalesinin evlerini yerle bir ederek “terörizme karşı mücadele” yürüttüğünü söylüyor. Kendi yaptığı terörizm değil, terörizme karşı mücadele oluyor! Hayır, gerçekte bu bağlamda esas terörist siyonist İsrail’dir. Ve kendini bomba yapan Filistinli gencin bu davranışının sorumlusu ve suçlusu da, onu yaratan da İsrail’dir.
Ya da bugün Irak’ı alın. Her gün işgalcı güçlere yönelik saldırılar oluyor. İşgalciler bu eylemleri terörist eylemler olarak adlandırıp, halka karşı giriştikleri bastırma eylemlerinin “uluslararası terörizme karşı uluslararası savaş” olduğunu söylüyorlar. Yalan söylüyorlar. Onlar esas teröristlerdir. İşgalcilere karşı mücadelede terörist yöntemler kullananlar, aslında onların yaratıklarıdır. Onlardan öğrenmiş, onların yöntemleriyle onlara karşı savaşmaktadırlar.
Ya da Türkiye’de şimdiye dek terörizm ve terörizme karşı mücadele denince akla ilk gelen şeye bakın. PKK’nin ulusal zulme karşı isyanının adı terörizm, bu mücadeleyi bastırmak için faşist devletin yürütmüş olduğu kanlı savaşın adı “terörizme karşı mücadele”dir. Devletin işkencelerden geçirip zindanlara tıktığı devrimci tutsakların yürüttüğü açlık grevi/ölüm orucu “terörist eylem”, 19 Aralık 2000’de devletin kendi hapishanelerindeki devrimcilere karşı giriştiği hunhar, barbar saldırının adı “terörizme karşı mücadele”dir.
Timsah gözyaşları…
Yani egemen sınıflar –bunlar hangi ülkeninin egemenleri olursa olsunlar– terörizmi lanetlerken döktükleri gözyaşları sahtedir, timsah gözyaşlarıdır. İçişleri Bakanı Cemil Çiçek, sinagog saldırıları ertesinde yaptığı açıklamada, kimi Avrupa ülkeleri devlet temsilcilerinden gelen taziyelerin sahtekârlığını “bunlar timsah gözyaşları döküyor” diyerek teşhire kalktı. Kastettiği, Türkiye’nin terörist ilan edip karşısında savaş yürüttüklerinin, Batı Avrupa’nın kimi devletlerinde, bu devletlerin çıkarları gereği bulduğu destek veya gözyumma idi. Cemil Çiçek bu bağlamda kendi açısından haklıdır. Haklıdır da, kendisinin döktüğü gözyaşları timsah gözyaşı değil midir? Rusya’nın “teröristler”i onların gözünde kurtuluş savaşçısı değil miydi? Ya da Türk devletinin Kürtlere karşı yaptığının adı ne?
Özcesi, egemenlerin terörizme lanetleri, kendi kontrollerinde olmayan, devletin şiddet tekeli dışına çıkmış şiddet eylemlerini lanetlemelerinden başka bir şey değildir.
Bu sahtekârlığı görmemiz gerekir.
Esas soru: Kime yaradı? Kime yarıyor?
Sinagog eylemlerinin 3 gün ertesinde egemen sınıflar bu eylemin “çözüldüğü”nü övünerek açıkladılar. Açıklamalara göre eylem, Türkiye’de faaliyette bulunan radikal İslamcı bir örgütün kimlikleri DNA testi sonucu belirlenmiş olan ve eylem sırasında patlayıcı dolu araçlarda kendilerini havaya uçuran intihar eylemcilerinin El Kaide örgütü ile bağıntı içinde gerçekleştirdikleri bir eylemdi.
İslamcı basının önemli bir bölümü bu açıklamaya kuşkuyla baktı. Onlar bu kadar kısa süre içinde eylemin çözülmesinin olağan olmadığını, ayrıca Müslümanların Türkiye’ye yönelik bir eyleminin hele hele ramazanda olamayacağını vb. savundular.
Biraz daha ihtiyatlı olanlar, burada saldırı hedefinin Türkiye olmadığının, saldırının bilinçli olarak sinagoglar olduğunun altını çizerek, eylemin haklılığını savunmaya çalıştılar.
Zehir hafiye Doğu Perinçek, askeri istihbarat kaynaklı bilgilere (!) dayandığını söyleyerek, eylemin Mossad/CIA eylemi olduğunu açıkladı.
Egemen sınıfların basınında, eylemin Türkiye’ye yönelik mesajının olup olmadığı, varsa ne olduğu vb. hararetle tartışılmaya başlandı.
Başbakan R.Tayyip Erdoğan, eğer bir mesaj varsa, mesajı ayağının altına alıp ezeceği yollu kabadayı nutuklarıyla parsa toplamaya çalıştı.
Biz Bolşevikler, egemenlerin “terörizme karşı mücadele” dediklerinin gerçekte halka karşı saldırı olduğunu açıklarken; aynı zamanda sinagog eylemi gibi eylemlerin, bunlar kim tarafından hangi amaç ve düşünceyle yapılırsa yapılsın, devrimci, ilerici. antiemperyalist, antisiyonist vb. vs. olumlu hiçbir yanının olmadığını, bu gibi eylemlerin gerçekte egemen sınıflara yarayan ve halklara karşı eylemler olduğunu da, bu gibi eylemleri kesinlikle reddettiğimizi de açıklıyoruz.
Kim tarafından, hangi düşünceyle yapılırsa yapılsın, işçi ve emekçi yığınların yoğun olarak bulunduğu yerlerde gerçekleştirilen ve bu biçimiyle tesadüfi olarak orada bulunan mümkün olduğunca çok insanı da hedefleyen eylemler, devrimci eylem, ilerici eylem vb. olamazlar. Bunlar insan hayatına zerrece değer vermeyen eylemlerdir. Bu mantık gerçekte egemenlerin, sömürücülerin mantığıdır.
Bu gibi eylemler halkı egemen sınıfların demagojisine daha açık bir hale getirme temel işlevini görmektedirler.
Sinagog eyleminde bunun nasıl işlediğin gördük.
İkinci bombalama…
Sinagog eyleminin etkileri henüz geçmeden İstanbul iki yeni eylemle bir kez daha sallandı.
Bu kez, sinagog eyleminden 5 gün sonra yine neredeyse eşzamanlı olarak, biri Levent’te İngiliz sermayeli HSBC bankasına, diğeri Galatasaray’da İngiliz konsolosluğuna yönelik ilk bombalı saldırı eylemi gerçekleşti. Eylemin ilk andaki korkunç bilançosu 27 ölü, 450’nin üzerinde yaralı.
Ve bu kez de resmi ağızlar, eylemin intihar eylemi olduğunu açıkladılar.
İlk eylemle benzerliklerine işaret edilerek, bunun da birincisi gibi Türk İslamcı örgüt bağıntılı El Kaide eylemi olabileceği söylendi resmi ağızlarca.
Eylemin iki gün sonrasında eylemin El Kaide örgütünün bir birimince üzerlenildiği açıklandı.
Dünyanın efendiliğine soyunan Bush, eylemi Londra ziyareti sırasında Blair’le birlikte öğrendi. Eylem derhal yine birinci eylemde olduğu gibi ve ondan daha da çok, egemenlerin tümü tarafından “terörizme karşı uluslararası savaş”ın haklılığını savunmak için araç yapıldı. İngiltere dışişleri bakanı derhal Türkiye’yi ziyarete geldi. Dünyanın en büyük terörist örgütü NATO Konseyi toplanarak, Türkiye’nin yanında olduğunu iddia etti!
Tesadüfe bakın ki, bu ylemin olduğu gün, Kuzey Kürdistan’da Bingöl’de/Dörtyol’da kırsal alanda faşist Türk ordusu, KADEK güçleriyle girdiğini söylediği çatışmada kendi verdiği bilgiye göre “16 teröristi silahları ile ölü olarak ele geçiri”yordu! Yine tesadüfe bakın ki aynı gün, Kerkük’te YNK güçlerine karşı girişilen bir bombalı saldırı eyleminde çok sayıda YNK’li hayatını kaybediyor; Türk hakim sınıf sözcüleri, PKK/KADEK’e karşı savaşın “terörizme karşı uluslararası savaşın bir parçası” olduğunu bütün açıklamalarda vurguluyor, Türkiye’ye taziye ziyaretinde bulunmanın yetmedeğini, terörizme karşı savaşta ona kayıtsız koşulsuz destek verilmesi gerektiğin savunuyordu.
Bu ikinci eylemlerin ertesi günü yapılan MGK toplantısından çıkan açıklamada “Terörizme karşı mücadelede uluslararası işbirliğinin önemi” vurgulanıyor, Türkiye’nin bu mücadelenin “en ön cephesinde” yer aldığının altı çiziliyordu.
Devrimci şiddet/devrimci terör gereklidir, kaçınılmazdır!
Bu ikinci eylem de birincisi gibi, kim tarafından ve hangi amaç ve kafayla yapılmış olursa olsun, objektif olarak egemen sınıflara, emperyalizme, gericilere hizmet eden, halka, emekçilere karşı bir eylemdir.
İşlevi işçi/emekçi yığınları korku içinde egemen sınıfların “terörizme karşı mücadele”sinin kuyruğuna takmaktan öte bir şey değildir. Tesadüfen yoldan geçen insanları da hedefleyen bir eylemin başka bir işleve sahip olmasını beklemek de abesle uğraşmaktır.
Biz Bolşevikler devrimsiz bir kurtuluşun mümkün olmadığnı biliyor ve söylüyoruz…
Biz devrimin bir şiddet olayı olduğunu, dişine tırnağına kadar silahlı, örgütlü karşıdevrimci şiddet devrimci şiddet tarafından sökülüp atılmadan, karşıdevrimci devlet aygıtları şiddete dayalı devrimlerle paramparça edilmeden kurtuluş olmayacağını biliyor ve söylüyoruz. Biz bu anlamda devrimci şiddetten, devrimci terörden yanayız. Bunların gerekli ve kaçınılmaz olduğunu söylüyoruz.
Fakat devrimci şiddet, devrimci terör nedir?
Devrimci şiddet, kendini korumaya yönelik meşru savunma eylemleri dışında; esasta işçi ve emekçi kitlelerin bugünkü ve yarınki çıkarları uğruna giriştikleri şiddet eylemleridir. Bu eylemlerde evet yer yer aşırılıklar ortaya çıkabilir, evet yer yer hedef şaşırmalar olabilir. Yer yer ‘kurunun yanında yaş’ da yanabilir. Fakat hiçbir zaman devrimci şiddet, devrimci terör bilinçli olarak, kendine karşı silahlı saldırıda bulunmayan işçi ve emekçi kitleleri hedef almaz. Hedef gözetmeden, daha doğrusu işçi ve emekçi kitleleri de hedefleyerek yapılan intihar eylemleri devrimci şiddet eylemleri değildir.
Bu gibi şiddet eylemleri onu yapanın hesabından, amacından bağımsız olarak her zaman egemen sınıflar tarafından kendi amaçları doğrultusunda tepe tepe kullanılır.
İstanbul’daki bombalamalar sonrası olan budur.
Gerçek düşmana karşı, emperyalizme, faşist TC devletine karşı devrimci mücadeleye!
Şimdi önümüzde bir yandan egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar dalaşında, bu eylemlerin birbirlerine karşı kullanılacağı; diğer yandan –ki emekçiler açısından ve bizim açımızdan belirleyici olan da budur– Türkiye’de terörizme karşı mücadelede ‘uyanık olmak’, ‘daha sağlam durmak’, ‘hazırlıklı olmak’ vb. adına, bütün dünyada egemenlerin de onayıyla, her türlü demokratik hakkın daha da kısıtlanacağı, işçilere-emekçilere, devrimcilere karşı baskıların daha da arttırılacağı, adı konmaksızın sıkıyönetim uygulamalarına geçilen bir dönem gelmektedir.
Buna karşı uyanık olmak, egemenlerin oyununa gelmemek, onların hiçbir kesiminin kuyruğuna takılmamak, demokratik hakların kısıtlanmasına, faşist saldırıların yoğunlaştırılmasına karşı mücadele etmek hepimizin görevidir.
İşçilerin ve emekçilerin, egemen sınıfların halka karşı yürüttüğü savaşın adı olan “terörizme karşı mücadele”de onlarla ortak hiçbir yanı yoktur.
Bizim gerçek düşmanımız, onların düşman dedikleri değil, egemen sınıfların kendisidir.
Bizim düşmanımız emperyalizmdir. Bizim baş düşmanımız kendi ülkelerimizdedir. Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de baş düşmanımız faşist TC devletidir. Şimdi bu devlet bizi, kendisine yönelen “terörist saldırılara karşı” mücadelede devlet etrafında kilitlenmeye çağırmaktadır, çağıracaktır.
Bu çağrıya verilecek tek cevap vardır:
Sınıf mücadelesini yükseltmek.
Devrim için, devrim yolunda örgütlenmeye ve mücadeleye hız vermek!
Görev başına!
22 Kasım 2003