ENTERNASYONAL HAREKETTEN

Emperyalizm, Küreselleşme ve Savaşa Karşı Enternasyonal Konferans —
Mumbai 2004

Okuyucularımızın önceden tanıdığı Hindistan Komünist Partisi/Marksist-Leninist (Kızıl Bayrak) 14 ve 15 Ocak 2004’de, Mumbai’de Hindistan Komünist Partisi/Marksist Leninist (HKP/ML) ile birlikte ortaklaşa bir Enternasyonal Konferans düzenledi.

Bilindiği gibi bu yıl Dünya Sosyal Forumu da (DSF) 16-21 Ocak tarihleri arasında Mumbai’de yapıldı. HKP/ML (Kızıl Bayrak) ve HKP/ML ortaklaşa düzenledikleri "Emperyalizm, Küreselleşme ve Savaşa Karşı Enternasyonal Konferans"la, DSF’ye karşı komünistlerin ortak bir tavır geliştirmesine hizmet etmek istiyorlardı. Konferansla komünistlerin emperyalizm, küreselleşme ve savaşa karşı ortak bir çağrı çıkararak bu çağrı doğrultusunda DSF’ye ortak müdahale, ortak tavır amaçlanıyordu.

Konferans öncesinden fakat, Marksizm-Leninizm adına konuşan değişik güçlerin en azından devrimci kesiminin DSF’ye karşı tavır konusunda ortak bir tavırda birleşemeyecekleri belliydi. İçerikten bağımsız olarak, DSF’ye devrimci ve komünist propagandayla katılma ve DSF’deki reformist önderliğin içte müdahale ile teşhiri mi; yoksa devrimcilerin DSF’den bütünüyle ayrı, devrimcileri ayrı bir alanda / mekanda yanyana getiren bir forum yoluyla, DSF’nin karşısına bir devrimci forumla çıkması mı konusunda iki ayrı yaklaşım, iki ayrı plan vardı.

Konferans düzenleyicileri, dünyanın her yerinden gelecek ve "biz başka bir dünya istiyoruz, başka bir dünya mümkündür" şiarı altında toplanan, onbinlerce — çoğu genç — insanın, forumun başını çeken reformist güçlere terk edilmesinin büyük bir yanlışlık olacağını düşünüyor; foruma devrimci / komünist güçlerin de — forum düzenleyicilerinden kendilerini net bir şekilde ayırarak — foruma kendi devrimci / komünist propagandası ile müdahale etmesi gerektiğini savunuyordu.

Buna karşı ise Marksizm-Leninizm adına konuşan devrimci güçlerden bir bölümü; DSF’nin yapıldığı günlerde, forumun yapıldığı kentte, alternatif devrimci bir karşı forum düzenleyerek reformist forumun devrimci alternatifini sunmak gerektiğini, devrimcilerin de bu alternatif foruma katılmaya çağrılması gerektiğini savunuyorlardı. Bu düşünce 2003 yaz aylarında Selanik’te yapılan "Selanik Direnişi" isimli toplantıda ortaya atılmış, daha sonra 20’ye yakın kitle örgütü "Mumbai Direnişi" isimli bir alternatif eylem düzenleme kararlarını açıklamıştı. Hindistan’dan HKP/ML (Halk Savaşı) grubu ve yine Hindistan’dan "Maoist Komünist Merkez"e yakın kitle örgütleri Hindistan’da "Mumbai Direnişi"nin esas düzenleyicileri idiler.

Ayrıca HKP/ML (Yeni Demokrasi)’ye yakın kitle örgütleri de, Mumbai Direnişi’ni de "kendini DSF’den yeterince ayırmadığı" yönünde eleştirerek, yine aynı tarihlerde bir başka "alternatif forum" (Antiemperyalist Konvansiyon) düzenlemişlerdi.

HKP/ML Kızıl Bayrak ve HKP/ML’nin ortaklaşa düzenledikleri Enternasyonal Konferansa Bolşevik Parti (Kuzey Kürdistan-Türkiye) de davet edildi. Biz Hindistan’da, DSF öncesinde böyle bir Enternasyonal Konferans düzenlenmesini sevinçle karşıladık ve yapılan davete uyduk.

Konferans öncesinde konferans düzenleyicisi iki örgüt (HKP/ML Kızıl Bayrak ve HKP/ML) "Enternasyonal Gelişmeler ve Marksist-Leninistlerin Önündeki Görevler" başlıklı bir yazıyı konferansa katılan örgütlere iletmişlerdi. Bizim "Emperyalizm, Küreselleşme ve Savaşa Karşı Konferans İçin Tezler"imiz; Almanya Marksist-Leninist Partisi (AMLP) adına Klaus Wallenstein’ın "Konferansa Katkı" isimli bir yazısı; Belçika İşçi Partisi "ABD militaristlerinin dünya hegemonyası girişimini durdurmak ve dünya sosyalizmini ilerletmek için emperyalistler arası tüm çelişmelerden yararlanalım" başlıklı bir yazısı ve ABD’den Ray O. Light’ın hem sağ oportünizme, hem de sol sekterizme karşı mücadele gerekliliğini savunan bir mesajı, konferansa katılan örgütlere önceden iletilmişti.

Konferans 13 Ocak günü, düzenleyiciler adına, HKP/ML Kızıl Bayrak MK Genel Sekreteri K. N. Ramachandran’ın yaptığı açılış ve selamlama konuşmasıyla başladı. Ramachandran konuşmasında Dünya Komünist Hareketi’nin birliğinin sağlanmasının komünistlerin önünde duran en önemli görev olduğunu; DSF’nin Mumbai’de yapılacağı belli olduktan sonra, bu bağlamda enternasyonal bir konferansta komünistleri yanyana getirerek onların ortak tavır geliştirmesini sağlama fikrinin doğduğunu, konferansın bu fikrin hayata geçirilmesi olduğunu açıkladı.

Konferansa doğrudan delegasyonlarla katılan örgütler şunlardı:

Hindistan’dan: Düzenleyici iki örgüt. Bu iki örgüt bir süreden beri bir yandan birlik görüşmelerini sürdürürken, diğer yandan şimdiden ortak eylemler düzenliyor. Bu konferans da bu ortak eylemlerden biri.

Kuzey Kürdistan-Türkiye’den: Bolşevik Parti (Kuzey Kürdistan-Türkiye) ve Emek Partisi. (Emek Partisi’nin çoğunlukla Mao Zedung Düşüncesi savunucusu, ya da en azından Mao’yu bir bütün olarak büyük bir ML olarak değerlendirenlerin düzenlediği böyle bir konferansta yer alması ilginç bir olguydu. Bunun kuşkusuz bu konferansın hemen ertesinde DSF’nin de Mumbai’de toplanacağı olgusuyla bağı vardı. Konferansa katılan örgütlerin bir bölümü aslında DSF’ye bir türlü katılmak için Mumbai’ye gelmişlerdi. Bu arada var olan başka konferanslara da katıldılar.)

Almanya’dan: Almanya Marksist-Leninist Partisi (AMLP)

Belçika’dan: Belçika İşçi Partisi (PTB)

Nepal’den: Nepal Komünist Partisi (Birlik Merkezi-Mashal)

Filipinler’den: Filipinler ML Partisi (Bu parti 1983 de — kendi verdikleri bilgiye göre — bizim birlikte çalıştığımız Filipinler Komünist Partisi MK tarafından partiden tasfiye edilenlerin kurduğu bir parti.

Ayrıca "Yunanistan Komünist Örgütü" (Eski Asynechia) konferansa bir delegasyonla katılacağını bildirmişti. Fakat konferansa yetişemedi.

* * * *

Bu örgütler dışında, konferansın birinci günü öğleden sonra Fransa’dan Devrimci Komünist Liga (DKL) adlı örgütün bir delegasyonu (Bu örgüt Fransa’nın en büyük troçkist örgütü. Son başkanlık seçimlerinde adayı 3 milyon oy alan örgüt. Bu örgütün temsilcisi yaptığı konuşmada, önce ML’lerin düzenlediği böyle bir konferansta bir troçkist olarak kimliğini gizlemek zorunda kalmaksızın konuşabilmesinin bir ilk olduğunu ve bundan duyduğu memnuniyeti anlattıktan sonra, devrimcilerin görevinin birbirlerini yemek yerine, kitleleri onların olduğu yerden alarak kazanmak olduğu vb. içerikli bir konuşma yaptı. Sonra konferansın devamını beklemeden çekip gittiler. Aslında DSF için geldikleri Mumbai’de, konferansın sunduğu kürsüyü de kullanmış oldular.)

Fransa’dan Filistin Devrimini Destekleme Komitesi’nden bir temsilci, Ürdün’den bir Filistinli, "Irak Direnişi" adına gelen bir Iraklı konuşmalar yaparak, "kayıtsız koşulsuz destek" talebinde bulundular. (Bu kişileri daha sonra DSF’nin açılış toplantısında kürsüde gördük. Mumbai Direnişi’nde de destek isteyen konuşmalar yaptılar. Yani bunlar da Mumbai’ye gelmişken var olan tüm forumları kendi dertlerini anlatmak için kullanma çerçevesinde gelmişlerdi konferansa.)

[yukarı dön]

* * * *

 

Konferansın birinci günü konferansta delegasyonlarla yer alan partiler sırayla konuşmalar yaparak, konferans gündemi hakkında görüşlerini ortaya koydular.

Konferansa Sunuş…

Bizim bu bölümde yaptığımız konuşma şöyle idi:

"Sevgili Yoldaşlar,

Emperyalizme, Küreselleşmeye ve Savaşa Karşı Enternasyonal Konferans’ın siz değerli katılımcılarına Bolşevik Parti (Kuzey Kürdistan-Türkiye) adına en sıcak, en samimi devrimci, komünist selamlarımızı sunuyoruz. Konferansın başarısı hepimizin başarısı olacaktır.

Bizim bu konferansa katılmakta amacımız, hem tek tek ülkelerimizde, hem de enternasyonal alanda marksist-leninistlerin birlik çabalarına katkı sunmaktır. Bizce birlik konusunda anahtar marksist-leninistlerin birliği sorunudur. Dünya marksist-leninist hareketinin birliğinin yeniden sağlanması büyük ama mutlaka gerçekleştirmemiz gereken hedeftir. Bunun için ilk adım üzerinde birleşilecek bir platformun marksist-leninistlerin ortak çabaları ile ortaya çıkarılmasıdır. Biz böyle bir platform çalışması için 1928 Komintern Programı’nın çıkış noktası olarak alınabileceğini düşünüyoruz. Bu temelde tabii ki daha sonraki deneyimlerin dersleri de platform çalışmasının parçası olmalıdır.

Biz Enternasyonal Konferansı, marksist-leninist güçlerin birliğine hizmet edebilecek bir adım olarak görüyoruz ve destekliyoruz. Bu konferansta aynı zamanda bu konferansın hemen ertesinde Mumbai’de düzenlenen DSF’ye karşı ortak bir tavrın çıkarılması ve DSF’ye "Emperyalist küreselleşmenin tek gerçek alternatifi sosyalizm-komünizmdir" ortak görüşü ile gidilmesi, bu düşüncenin komünistler tarafından DSF’ye katılan kitleler içinde de yaygınlaştırılması önemlidir.

Yoldaşlar,

Şimdi size Partimiz Merkez Komitesi’nin, bu konferans için hazırladığı tezleri sunacağım. Bu tezler Partimizin 6. Kongresi’nde — 1997’de — kabul edilen "Uluslararası Alanda ve Kuzey Kürdistan-Türkiye’de durum ve görevlerimiz konusunda tezler" başlıklı belge temel alınarak hazırlanmıştır.

Küreselleşme emperyalizmden başka bir şey değildir. Yeni moda küreselleşme kavramının ardında gizlenen, bildiğimiz emperyalizmdir.

Emperyalizm ortaya çıkıp egemen hale geldiğinden bu yana emperyalist dünyada bir çok somut gelişmeler ve değişiklikler yaşandı, yaşanıyor. Fakat emperyalizmin Lenin’in "emperyalizm teorisi"nde çözümlediği temel niteliklerinde özsel bir değişme olmadı. Durumu bugün de şu olgular belirliyor:

1. Bir avuç çok uluslu tekel bütün dünyaya egemendir. Bütün dünya banka sermayesi ile sanayi sermayesinin içiçe geçmesinden oluşan Mali Sermaye’nin (Finanskapital) egemenliği altındadır.

Bugün büyük miktarda sermaye üretimde kullanılma yerine, borsalarda spekülasyonlarda kullanılmakta, yer yer bu spekülasyonlarda büyük sermaye kayıpları olmaktadır. Fakat bu emperyalizmde nitel olarak yeni bir şey değildir. Yeni olan şey borsalarda spekülasyonda dönen / döndürülen sermayenin boyutlarıdır. Bugün dünyada dolaşımda bulunan sermayenin neredeyse %85’i üretim alanı dışında işler için kullanılmaktadır. Fakat bu gerçek, Lenin’in "emperyalizm asalak, çürüyen kapitalizmdir" tezinin doğruluğunu göstermektedir bir kez daha.

Lenin bu bağlamda "Kapitalizmin en yüksek aşaması, emperyalizm" adlı eserinde şöyle diyordu:

"Tekeller, oligarşi, özgürlük eğilimi yerine egemenlik eğilimi, sayıları gitgide artan küçük ya da zayıf ulusların, zengin ya da güçlü bir kaç ulus tarafından sömürülmesi — bütün bunlar emperyalizme, onu asalak ve çürüyen kapitalizm olarak nitelememize yol açan özellikler kazandırmıştır. Burjuvazinin artan ölçüde sermaye ihracından gelen kazançlar ve "kupon kırpmak"la yaşadığı "rantiye devlet", tefeci devlet giderek daha belirgin biçimde emperyalizmin eğilimlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır."

(Lenin 12 ciltlik Seçme Eserler, cilt 5, sayfa 126, İnter Yayınları İst.)

2. Dünyanın bir avuç emperyalist büyük güçler arasında paylaşılması tamamlanmıştır.

Anda ABD, Batı Avrupa’daki emperyalist İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya, bunlar dışında Rusya ve Japonya "emperyalist büyük güçler" kategorisi içinde yer almaktadır. Bunların hepsinin ortak yanı bu güçlerin tümünün bugün dünya hegemonyası konusunda dalaşmaları olgusudur. Çin bölgesel bir büyük güçten, emperyalist büyük güce doğru gelişmektedir ve gelecekte "küresel oyuncular" içinde daha fazla yer alacaktır.

Anda, ABD emperyalizmi emperyalist büyük güçler içinde en güçlü olanıdır ve dünyadaki gelişmeleri önemli ölçüde dikte etmektedir.

Fransa ve Almanya, AB ile ABD’nin karşısına onunla başa çıkabilecek bir alternatif yaratma çabası içindedirler. Fakat AB kendi içinde çok parçalı bir görünüm sergilemektedir.

Bugün dünya emperyalist sisteminin dışında olan tek bir ülke yoktur.

3. Dünyanın emperyalist büyük güçler arasında verili güç dengeleri içinde paylaşılmış olması, güç dengelerindeki değişmelerde emperyalist, gerici, karşıdevrimci savaşları gündeme getirmektedir. Emperyalist, gerici, karşıdevrimci savaşlar, emperyalizmin ayrılmaz yol arkadaşlarıdır.

Anda ABD emperyalizmi baş savaş kışkırıtıcısı olarak öne çıkmaktadır.

O bugün dünya jandarması rolüne soyunmuş olan; dünyanın çeşitli yerlerinde halklara karşı "Terörizme karşı enternasyonal savaş" adına savaşlar yürüten; Afganistan’da, Irak’da olduğu gibi ülkeleri işgal eden, Filistin’de halka karşı yürütülen savaşı destekleyen ve önemli ölçüde finanse eden büyük güçtür.

ABD emperyalizmi "terörizme karşı savaş" adına gerçekte çıplak emperyalist çıkarlar için, ABD’nin dünya hegemonyası için savaş yürütmektedir.

"Terörizme karşı enternasyonal savaş" emperyalist çıkarlar için yürütülen savaşlara geçirilen bir maskeden başka bir şey değildir. Emperyalistler, dünyada emperyalist sistemin engelsiz yürümesinin önünde duran her şeyi terörizm olarak adlandırmaktadır. Onların doğrudan kontrollerinde olmayan her şey terörizmdir onlara göre.

"Terörizme karşı savaş" bayrağı, bu bayrağı dalgalandıran emperyalist güçlerin dünyanın gördüğü en büyük teröristler olduğu gerçeğinin üzerine çekilen bir perdedir.

ABD’nin savaşlarında onun yanında yer alan İngiliz emperyalizmi dışındaki diğer emperyalist büyük güçler, bir yandan "terörizme karşı enternasyonal savaş" şiarı altında kendi çıkarlarının gerektirdiği adımları atmakta — örneğin Rusya Çeçenistan halkına karşı yürüttüğü jenosidal savaşı yoğunlaştırıyor; Almanya ve Fransa içte faşistleştirmeyi tırmandırıyor vs. — ; diğer yandan fakat kendileri sanki savaşa karşı barıştan yanaymış gibi tavırlar takınmaktadırlar. Bu sahtekârlıktır. Onların "barış politikası"nın temelinde de yatan kendi emperyalist çıkarlarıdır. Karşı oldukları genelde emperyalist savaşlar vb. değil, ABD emperyalizminin andaki savaş politikasıdır. Onlar ABD’nin tek başına Irak’ı işgal edip tek başına Irak’ta egemen olmasına karşıdırlar. Onların Irak konusundaki "barışçı" siyasetinin özü buydu. Şimdi Irak’ın ABD ve İngiliz emperyalistleri ve kimi "gönüllü yardımcıları" tarafından işgali ertesinde, onlar postun paylaşılmasında söz ve pay sahibi olmak istiyorlar.

Bugün ABD emperyalizminin uluslararası alanda baş savaş kışkırtıcısı konumunda olması, bizi yalnızca ABD emperyalizmini hedef alma, ve hatta diğer emperyalist güçlerin bir bölümünü de Amerikan emperyalizmine karşı mücadelede müttefik görür tavırlara götürmemelidir. Alman komünisti Karl Liebknecht’in 1915’de dile getirdiği gerçeği hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız:

"Baş Düşman Kendi Ülkemizdedir."

4. Dünya nüfusunun küçük bir bölümünü içinde barındıran (takriben 1 milyar insan) bir avuç ezen emperyalist ülke / ulus ile dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunun (5 milyardan fazla insan) yaşadığı ezilen ülke / uluslar biçiminde bölünmüştür.

Emperyalizm ezilen ulusların kendi kaderini tayin (ayrılma) hakkını bir yandan ayaklar altında çiğnemekte (örneğin Kuzey Kürdistan’da veya Filistin’de yaptığı budur); diğer yandan fakat işine yaradığını düşündüğü kimi durumlarda da "ulusların kendi kaderini tayin hakkı"nı savunma adına şovenizmi kışkırtmakta, ulusları birbirine karşı kışkırtmaktadır (Eski Yugoslavya örneğinde yaşadık bunu).

Emperyalizm ile ezilen uluslar arasındaki çelişmeler yoğunlaşmakta ve bu kendini halkların emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı gelişen antiemperyalist hareketinde ifadesini bulmaktadır.

Bugün emperyalizme bağımlı ülkelerde mücadelelerin, emperyalist metropollerdeki mücadelelere göre daha yoğun ve kitlesel olduğu olgudur. Fakat bu olgu bizi "uluslararası alanda bir baş çelişme" ve "uluslararası bir baş düşman" kurgusuna götürmemelidir. Uluslararası alanda baş çelişmenin örneğin "emperyalizm ve ezilen uluslar arasında" olduğu tespitini yapmak, emperyalist ülkelerdeki devrimin kaderini tek yanlı olarak ezilen ulusların devrimlerine bağlamak anlamına gelir.

Bugün bütün ülkelerde siyaset gericilik tarafından belirlenmektedir, bir dizi ülkelerde faşist diktatörlükler hüküm sürmektedir.

Emperyalizm siyaseti doğrudan kontrol edemediği kimi ülkelere karşı da, bu ülkelerde siyaseti tam kontrol altına almak için her yöntemi (askeri darbeler, askeri müdahale, ekonomik ambargo vs.) kullanmaktadır.

Emperyalizmin egemenliği bugün somut olarak;

— Dünyada milyonlarca emekçinin açlıktan ölmesi, milyonlarcasının emperyalizmin çıkarları için yürütülen emperyalist, gerici, karşıdevrimci savaşlarda canını, yerini yurdunu kaybetmesi, milyonlarcasının göçmen olarak dilenci hayatı yaşaması demektir.

— Emperyalizmin egemenliği ırkçılığın, faşizmin, dinci gericiliğin, gericiliğin her türünün egemenliği demektir.

— Emperyalizmin egemenliği, bütün ülkelerin işçilerinin sömürülmesinin sürekli yoğunlaştırılması demektir.

— Emperyalizmin egemenliği, erkek egemenliği, kadın cinsinin ezilmesi demektir.

— Emperyalizmin egemenliği, emekçi gençliğin geleceğinin karartılması demektir.

— Emperyalizmin egemenliği, milyonlarca kır yoksulunun mahvı demektir.

— Emperyalizmin egemenliği, doğal kaynakların kâr amacıyla hoyratça talanı, yaşam temellerinin yok edilmesi demektir.

Kapitalizmin en yüksek ve son aşaması olan emperyalizm, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu üzerinde barbarlıktan başka bir şey değildir.

Emperyalizm, eğer o devrimle yıkılmazsa, insanlığın barbarlık içinde yok oluşa gidişidir. Emperyalizm barbarlıktır.

Sosyalizm ve Komünizm emperyalizmin tek ve gerçek alternatifidir. Emperyalist sistem proleter dünya devrimi — emperyalizme bağımlı ülkelerde yeni demokratik, antiemperyalist devrimler, gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyalist devrimler — ile yerle bir edilmedikçe, insanlık için barbarlıktan kurtuluş söz konusu olamaz. Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar proleter dünya devriminin taşıyıcı güçleridir! Emperyalizmin reforme edilebileceğini ve ona insanilik katılabileceğini savunan tüm düşünceler ya siyasi saflığın ya da sahtekârlığın ifadesidir.

Emperyalizm ortaya çıkıp egemen hale geldiğinden bu yana bir çok şey değişmiştir. Fakat çağımızın temel özelliklerinde bir değişiklik yoktur. Çağımıza damgasını vuran emperyalizm ve ona karşı mücadeledir. Çağımız emperyalizm ve proleter devrimleri çağıdır.

Küreselleşmeye karşı mücadele bağlamında bilinmesi ve kavranması gereken temel gerçek, küreselleşme denen şeyin emperyalizm açısından yeni bir nitelik olmadığı gerçeğidir. Küreselleşme emperyalizmde içsel olan sermayenin ve üretimin uluslararasılaşmasından başka bir şey değildir.

Bu şu anlama gelir: Küreselleşmeye karşı, emperyalizm / kapitalizmi bir bütün olarak hedeflemeksizin yürütülecek bir mücadele, son çözümlemede emperyalist sistem içinde kimi reformcuklar için mücadele demektir. Emperyalist sistemin daha uzun süre yaşatılabilmesi için mücadeledir bu son çözümlemede.

Biz komünistler, küreselleşmeye karşı iyi niyetle mücadele eden herkese sesleniyoruz:

Emperyalist sistemde, ilerici insanların mücadeleyle aşmaları gereken yanlış yoktur. Yanlış emperyalist sistemin kendisidir! Sorunun çözümü emperyalizmin proleter dünya devrimiyle yıkılarak aşılmasındadır.

Yürüyen emperyalist, gerici, karşıdevrimci savaşlara karşı barış mücadelesi de, eğer anda savaş içinde olmayan emperyalist güçlerin siyasetlerinin devamı ve aracı olmak istenmiyorsa, bir bütün olarak emperyalist sistem hedeflenerek yürütülmek zorundadır.

Gerçek barış mücadelesi, emperyalist sistemi yıkmak için devrim mücadelesidir.

Kuşkusuz bunlar, biz komünistlerin reformlar için mücadele etmediğimiz, etmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Biz emperyalist sistem içinde de, emperyalist sistemi yıkma mücadelesinde işçi sınıfı ve emekçi yığınların yaşama ve mücadele imkân ve şartlarını düzeltecek reformlar için mücadele ederiz, ediyoruz. Fakat bunu yaparken, emekçi yığınlara, gerçek kurtuluş açısından reform mücadelesinin sınırlarını göstermek zorundayız, gösteriyoruz.

Yoldaşlar,

İki gün sonra bu şehirde, bütün dünyadan onbinlerce insan, DSF şeflerinin reformist bir içerikle sundukları "Başka Bir Dünya Mümkündür" şiarı altında biraraya gelecek. Biz komünistler bu bağlamda, başka, reforme edilmiş bir kapitalist / emperyalist dünya emekçilerin hedefi değildir, olamaz; kapitalizmin en uygarı, en demokratı, en reforme edilmişi de, sonuçta insanın insanı sömürmesi, küçük bir azınlığın büyük bir çoğunluğa tahakkümü demek olduğu düşüncesini yaygınlaştırmalıyız.

Evet biz komünistler de başka bir dünya istiyoruz. Emperyalist barbarlığın yeryüzünden silinmiş olduğu; sömürünün ortadan kaldırılmış olduğu olduğu bir dünya.

Böyle bir dünya ancak sosyalist bir dünya olabilir.

Emperyalist barbarlığın tek alternatifi, gerçek anlamda başka bir dünya için tek alternatif sosyalizm-komünizmdir.

Gelin bu yeni dünya için devrimci mücadelede birleşelim!

Gelin, emperyalist barbarlığa karşı, proleter dünya devrimi mücadelesinde birleşelim"

 

[yukarı dön]

 

 

Konuşmalar, Mesajlar…

Bizim konuşmamızın ardından konuşan parti / grup temsilcilerinin yaptığı konuşmalarda öne çıkardıkları noktalar şunlardı:

EMEP adına sunulan konuşmada, Ortadoğu’nun bu bütün çelişmelerin yoğunlaştığı bir alan olduğu, bu alanda ABD emperyalizminin tek başına egemenlik için istikrar değil kaos istediği görüşüne yer verildi.

Ayrıca bugün ABD’nin bir çok siyasetinin ve kullandığı yöntemlerin Hitler Almanyası’nın siyaset ve yöntemlerine benzediği, fakat yine de İkinci Dünya Savaşı öncesindeki ve sırasındaki durumla karşılaştırıldığında arada iki temel fark olduğu savunuldu. Bu farklar konusunda yapılan tespit de şöyle idi:

— Bugün sosyalizm, emperyalizm açısından onun varlığını tehdit eden somut bir tehlike değil.

— Bugün ABD dışındaki emperyalist güçler, ABD’ye karşı bir cephe içinde yer almaya hazır değiller.

Fransa’dan Devrimci Komünist Liga (DKL) adına konuşan kişi, önce kendilerinin Fransa’nın en güçlü troçkist örgütü olduğunu, geçen başkanlık seçimlerinde adaylarının 3 milyon oy aldığını vs. açıkladıktan sonra, içinde bulunulan durumda sol içindeki eski ideolojik düşmanlıkların çok fazla öneminin kalmadığını, esas olanın gerçekten antiemperyalist / antikapitalist olan tüm muhalefetin birleştirilmesi olduğunu savundu.

Bu bağlamda DSF üzerinde durdu. Forumun aslında kesinleşmiş bir örgütsel yapıya sahip olmadığını, onun kendi kendini "hareketlerin hareketi" olarak tanımladığını, gerçek durumun da bu olduğunu, forum içine radikal bir çizgi taşımanın ve onu egemen kılmaya çalışmanın radikal solların, yani bizim işimiz olduğunu savundu. Forumu emperyalizmle içiçe olan NGO’ların forumu olarak nitelemenin yanlış olduğu görüşünü savundu.

Almanya’dan Almanya Marksist-Leninist Partisi (AMLP) adına yapılan konuşma daha önceden katılımcıların eline geçmiş olan yazıydı. Bu yazıda öncelikle, Almanya MLP Başkanı Stephan Engel’in "Yeni Dünya Düzeninin Tanrısal Çöküşü" adlı kitabında öne sürdüğü tezler savunuluyor, emperyalist küreselleşmenin objektif olarak sosyalizm / komünizme geçişin maddi temellerini daha da olgunlaştırdığı vurgulanıyor; ve sosyalist dünya devriminin şartlarının daha da olgunlaştığı, uluslararası alanda işçi sınıfının enternasyonal mücadelesinin ve enternasyonal örgütlenmesinin kaçınılmaz olduğu tezleri savunuluyordu.

Komünist Parti (Birlik Merkezi)/Nepal, Mashal örgütü adına yapılan konuşmada, Marks’ın "Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz" şiarının bugün de sarılmamız gereken şiar olduğu; öncelikli olarak bunu sağlamak için çalışmanın komünistlerin görevi olduğu vurgulanıyordu.

Belçika İşçi Partisi adına yapılan konuşma da, önceden yazılı olarak katılanların eline ulaşmış olan bir metindi. Bu metinde uluslararası alanda ABD emperyalizmine karşı bir geniş cephe kurulması gerekliliği üzerinde duruluyor; emperyalistler arası var olan çelişmelere dikkat çekiliyor; cephe için bu çelişmelerden yararlanmak gerektiği vurgulanıyordu. Anda dünyadaki durum İkinci Dünya Savaşı öncesindeki durumla karşılaştırılıyor ve o dönemde uygulanmış olan cephe taktiklerinin bugün uygulanması öneriliyordu.

Filipinler MLP adına yapılan konuşma daha çok konferansı selamlama niteliğinde bir konuşma oldu.

HKP/ML adına, HKP/ML’nin ilk kurulduğu dönemde ilk kurucular arasında yer alan bir yoldaş konuştu.

Konuşmada şu sorunlar üzerinde duruluyordu:

— Devrimin, demokrasinin vb. ihraç edilemeyeceği,

— Demokratik haklar ve demokratik devrim için mücadele edilmesinin mutlak gereklilik olduğu; demokratik haklar için mücadele edilmeksizin ve demokratik devrim için mücadele edilmeksizin sosyalizm için ve onun adına mücadele edilemeyeceği.

Aktüel durum bağlamında ise durumun İkinci Dünya Savaşı öncesi duruma benzediği üzerinde durularak o dönemin taktikleri konusunda bilgi verildi.

Irak bağlamında, ABD işgalinin haksızlığı ortaya kondu ve gelinen yerde komünistlerin ve devrimcilerin mutlaka Saddam’ın derhal serbest bırakılması; ve Bush-Blair’in de savaş suçlusu olarak yagılanması taleplerini savunması gerektiği tezi savunuldu.

Saddam’ın anda objektif olarak Irak’ın bağımsızlığının / egemenliğinin sembolü olduğu tezi savunuldu.

Hindistan Komünist Partisi /ML Kızıl Bayrak adına yapılan konuşmada ise, Dünya Komünist Hareketi’nin birliğinin yeniden sağlanmasının, dünya komünistlerinin birliğinin yeniden inşasının belirleyici önemine vurgu yapıldı. Bu birlik için hem sağ oportünizme (revizyonizme) karşı, hem de sol sekterizme karşı mücadele görevinin varlığına dikkat çekildi.

Şimdi yapılan bu konferans hakkında, bu konferansın kendini dünyada var olan ML Hareketi birleştirme çabalarının bir parçası olarak kavradığı açıklandı.

Hindistan KP/ML (Leninist Parti- Maharaştra Eyalet Örgütü) adına da bir konuşma yapıldı. Konuşma konferansı selamlama niteliğinde bir konuşmaydı.

Irak’tan "Irak Direnişi" adına konuşma yapan bir kişi, anda bütün Irak halkının Amerikan emperyalizmine karşı en ön safta savaştığını, bütün halkın direniş içinde olduğunu anlattı, Irak halkının bu direnişte her türlü desteğe ihtiyacı olduğunu söyleyerek konferansa, bu direnişe kayıtsız koşulsuz her türlü desteği verme çağrısında bulundu.

Konuşmalar arasında gelen bir dizi mesaj da okundu.

Şu ülke ve gruplardan mesajlar gelmişti:

— Afganistan Radikal Sollar örgütü.
— İran’dan "Rançberan" isimli bir örgüt.
— Tüm Rusya KP /Bolşevik gençlik örgütü.
— Yugoslavya’dan bir örgüt.
— İsrail’den Komünist Forum isimli bir örgüt.
— Uruguay’dan Devrimci KP.
— İtalya’dan Proleter KP inşa örgütü.
— ABD den Ray O. Light.

Ayrıca Pakistan’dan, Endonezya’dan, Sri Lanka’dan da mesajlar geldi.

[yukarı dön]

 

Atölye Çalışmaları…

Konuşmalar bittikten sonra, birinci günün ikinci bölümü "atölye çalışmaları" (workshoplar) için kullanıldı.

Bu atölye çalışmaları gerçekten birbirinden öğrenmek için çok yararlı bir araç oldu. Atölye çalışmaları şöyle düzenlenmişti:

Konferansa katılıp konuşma yapan her grup bir "atölye" idi. Bu "atölye"lerin her biri konferansa katılan herkese açıktı. Herhangi bir formel yönetim; sınırlama vb. yoktu.

Konferans düzenleyicileri, konferansa davetli olarak yalnızca, konferansa katılan ve konuşmalar sunan "yabancı" parti / örgüt temsilcilerini değil, aynı zamanda Hindistan’da düzenleyici iki partinin eyalet ve merkezi örgütlerinde çalışan parti işçilerini ve partiye yakın olarak gördükleri kimi aydınları da çağırmışlardı. Konferansa böylece Hindistan’dan iki yüzün üstünde kişi de "dinleyici" olarak katılıyordu.

Atölyeler işte bu "dinleyici"lerin tartışmaya aktif olarak katıldıkları, konferansa doğrudan görüşleri ile müdahale edebildikleri alanlar oldu.

Konferans, çoğunlukla yapıldığı gibi "uzmanların" tartıştığı, normal parti çalışanlarının da deyim yerindeyse seyrettiği biçimde değil, konferansta yer alan ve tartışmaya müdahale etmek isteyen herkesin serbestçe tartışmaya katılabildiği bir açık tartışma forumu biçiminde örgütlenmişti. Hindistan’dan gelen "dinleyici"ler bu bölümde gerçekten bir atölyeden diğerine dolaşarak canlı bir tartışma ortamı yarattılar.

Bizim "atölye"miz, oldukça hararetli tartışmaların yürüdüğü bir atölye idi. Görüşlerin bazen seslerin yükselerek tartışıldığı, fakat hiç bir zaman yoldaşça-dostça atmosferden uzaklaşmayan, tartışan tarafların birbirinden öğrenmek için tartıştığı bir atmosferde işleyen bir atölye.

Atölyede bize gelen ve bizim cevaplandırmaya çalıştığımız soruları iki ana başlık altında toplamak mümkün.

1. Kuzey Kürdistan-Türkiye’ye; burada sınıf mücadelesinin, partinin durumuna ilişkin sorular.

Bu bağlamdaki sorularda en öne çıkan soru, bizim ismimizde neden iki ülke isminin yer aldığı sorusu idi. Tartışmalarda gördüğümüz şu oldu:

Hindistanlı yoldaşların çoğunluğu bizim ismimizden bizim bir Kürdistan örgütü; Kürdistan’ın Türkiye toprakları içinde kalan bölümü; Kuzey Kürdistan örgütü olduğumuzu anlamışlar. Parti ismine eklenen (Kuzey Kürdistan-Türkiye) isimlerini yorumlamaları böyle.

Bunun böyle olmadığını, bizim bir merkezi parti içinde birleşmiş iki bölgesel parti düşüncemizi ve bu yöndeki pratiğimizi gerekçeleriyle açıkladık.

Tartışmada bu kez de, böyle bir örgütlenmenin en başından itibaren Kuzey Kürdistan’ın ayrılmasını temel alan bir örgütlenme olduğu, komünistlerin büyük devletlerden yana olduğu tezleriyle itirazlar geldi. Kendilerinden örnek vererek bizim örgütlenme modelimizde kendilerinin KP olarak en az 16 eyalet devletinin (Fischer Almanach 2004’ün verilerine göre Hindistan’da aynı haklara sahip 17 resmi dil ve 28 eyalet devleti ve 7 birlik bölgesi bulunmaktadır. BN) KP’leri olması gerektiği; şu an milli mücadelenin yüksek olduğu Jamnu / Keşmir’de herhalde ayrı parti olması gerektiği, halbuki bunun en baştan milliyetlere göre parçalanmayı kabul etmek anlamına geleceği vb. savunuldu Hindistanlı yoldaşlar tarafından.

Biz SBKP(B)’nin örgütlenmesini örnek olarak vererek, çok uluslu devletlerde bölgesel partilerin olmasının gayet anlaşılır ve doğru olduğunu; ayrı bölgesel / ülkesel partilerin mutlaka ayrılıktan yana, küçük devletlerden yana olmak anlamına gelmediğini; ayrılma hakkını savunmakla (bu mutlaktır); ayrılmayı savunmanın (bu şartlara bağlıdır) aynı şeyler olmadığını, ayrılma hakkını ciddi bir şekilde savunmayı göstermenin örgütsel alanda bir yansımasının bölgesel partiler olabileceğini vb. savunduk.

Tartışmalarda Hindistanlı yoldaşlar arasında ayrıca Türkiye’de Kurtuluş Savaşı tarihine, Mustafa Kemal değerlendirmesine yönelik büyük bir ilgi olduğunu gördük.

Partimiz tarihiyle ilgili olarak gelen sorularda ve yürütülen tartışmalarda, çıkış noktasında hem onların, hem bizim "Mao Zedung Düşüncesi"nin 1960’lı yıllar sonunda savunulduğu biçimiyle içindeki kimi yanlışlarıyla birlikte savunulduğu, süreç içinde bu yanlışların görülüp aşıldığı, bunun partilerimiz açısından bir ortak nokta olduğunu tespit ettik.

2. Uluslararası alanda gelen sorular öncelikli olarak Irak’taki direnişe ne ölçüde ve nasıl destek noktasında; teorik olarak bizim neden uluslararası alanda baş düşman ve baş çelişme tespitlerini red ettiğimiz noktalarında yoğunlaştı.

Bu noktalarda yoğun, canlı, ateşli tartışmalar yürüttük.

Bu tartışmalardan bizim açımızdan çıkan sonuçları, bu tartışmalarda bizim savunduğumuz görüşleri konferansın ikinci gününün, yine gruplara atölye sonuçlarını sunmaları için ayrılan bölümde yaptığımız konuşmada geniş foruma aktardık.

Atölye çalışması diye adlandırılan bölümde yürütülen tartışmaların atölyelerde kalmadığını, tartışmaların Hindistanlı arkadaşların kendi aralarında ve yabancılarla her fırsatta aralarda da yürüttüğü tartışmalarda sürdüğünü, tartışmaya ve karşılıklı öğrenmeye büyük ilgi olduğunu gördük, yaşadık.

Konferansın İkinci Günü…
Atölye Çalışmalarının Sonuçları…

Konferansın ikinci gününün ilk bölümü yine konferansa katılan gruplara ayrılmıştı. Burada katılan grup ve partilerin sözcüleri atölyelerde yürüyen tartışmalar hakkında bilgi verip tartışmalara tavır takındılar. Biz bu bölümde şu konuşmayı yaptık:

"Sevgili yoldaşlar,

Dünkü tartışmalarda bize gelen sorular içinde bir kompleks, burada tartıştığımız konular açısından bize belirleyici önemde görünüyor.

Sözkonusu kompleks Irak’la ilgili ve fakat gerisinde uluslararası alanda baş çelişme ve baş düşman teorik anlayışı da duruyor.

Bize dünkü tartışmalarda çeşitli yoldaşlar tarafından şu soru soruldu:

‘Irakta işgale karşı mısınız?’

Bu sorunun gelmesine önce biraz şaşırdık. Çünkü dün sunduğumuz tezlerde bu konuda tavrımızın yeterince açık olduğunu düşünüyorduk, düşünüyoruz.

Fakat herhalde bu konudaki tavrımız hakkında, bu fırsattan yararlanarak biraz daha geniş tavır takınma ihtiyacı duyuyoruz:

— Irak’ta bugün ABD ve İngiliz emperyalizminin işgali söz konusudur.

Bu işgal emperyalist bir edimdir. Yalnızca Irak halklarına değil, tüm dünya halklarına karşı açık bir saldırıdır.

Biz kayıtsız-koşulsuz emperyalistlerin Irak’taki işgaline karşıyız. İşgale karşı mücadeleyi haklı bir mücadele olarak görüyoruz. Ve bu mücadeleyi — kim tarafından yürütülürse yürütülsün — bir bütün olarak destekliyoruz.

Bizim bu desteğimiz Leninizmin milli mücadele konusundaki tavrında ortaya koyduğu, komünistlerin milli harekete sınırsız desteğinin, hareketin "olumsuz(negatif) eylemine" olduğu biçimindeki yaklaşımına uygundur. Biz işgale karşı hareketi, mücadeleyi destekliyoruz.

Fakat işgale karşı mücadele yürüten güçlerin mücadelesi tabii ki sadece "olumsuz eylem"le, yani yalnızca işgale karşı olmakla sınırlı değil. Mücadele eden güçlerin her birinin kendine özgü bir de olumlu (pozitif) programı var.

Bu bağlamda antiişgal hareketi içinde yer alan Baas’çı güçlerin pozitif programı, eski Saddam tipi Sünni-Arap faşist bir düzeni yeniden kurmaktır.

Şii fundamentalist güçlerin pozitif programı, İran tipi, Şii Arap ağırlıklı dinci faşist bir rejimi Irak’ta kurmaktır.

Avrupa emperyalistlerinin desteğini alan, daha doğrusu onların kuklası olan, "liberal demokrat" burjuvazinin pozitif programı, ABD emperyalizmi yerine, Avrupa emperyalizmine, en başta Fransa ve Almanya’ya bağımlı bir rejimi Irak’ta kurmaktır.

Bu pozitif programların hiç biri komünistler tarafından desteklenemez.

Bu yüzden biz bu pozitif programlardan birinin desteklenmesi anlamına gelecek her tavıra karşıyız.

Örneğin Saddam’ı " Irak’ın bağımsızlığının, egemenliğinin savunucusu" evet hatta bunların sembolü, "Irak halkının meşru temsilcisi" vb. gören ve gösteren bir tavır, red ettiğimiz yanlış bir tavırdır.

Bir kez daha: Bizim desteğimiz Irak’taki aktüel direnişin tümüne ve onun negatif eylemine, işgale karşı mücadelesine olan bir destektir.

"Amerikan emperyalistleri ve onun müttefikleri, Irak’tan derhal ve kayıtsız koşulsuz def olun!" şiarı bu desteğin ifadesi olan bir şiardır.

Bunun ötesinde komünistlerin desteği, Irak’taki gerçek antiemperyalist ve devrimci güçleredir. Yalnızca onların şahsında Irak’ın tüm milliyetlerinden emekçi halklarına destektir bu destek.

Saddam’ı Irak halkının temsilcisi gören ve gösteren bir destek komünistleri Irak halklarının çoğunluğu ile karşı karşıya getiren yanlış bir destektir.

Bu yanlış bizce bir başka yanlışla doğrudan bağıntı içindedir:

Uluslararası alanda baş çelişme ve baş düşman tespiti.

Bizce, Proleter Dünya Devrimi süreci, tek tek ülkelerde çok değişik yollardan geçecek, ayrı ayrı devrim süreçlerinin bir toplamı olduğu için dünya çapında bir baş çelişme tespit etmek yanlıştır. Pratik olarak böyle bir yanlış, birbirinden ayrı süreçlerden geçecek ve birbirlerini karşılıklı etkileyen değişik devrimleri, tek yanlı olarak bir başka devrim sürecine bağımlı kılmak anlamına gelir.

Uluslararası baş düşman meselesine gelince: Burada da İkinci Dünya Savaşı gibi çok özel şartlarda esas saldırgan, savaş kışkırtıcısı, faşist olan güçlere karşı, en geniş cepheyi oluşturmak için böyle bir tespit yapılabilir. Bugün öyle şartlar yoktur. Kaldı ki böyle bir tespit yapıldığında da, cephe içinde yer alabilecek karşıdevrimci güçlerin gerçek niteliklerinin halklara sürekli anlatılması, komünistler açısından vaz geçilmez görevdir.

Olumlu koyarsak: Biz bugün somut durum ne ise onu olduğu gibi ortaya koymakla sınırlamalı, yanlış sonuçlara gebe uluslararası baş çelişme, baş düşman tespitleri yapmaktan vazgeçmeliyiz.

Bizim dünkü tartışmalardan çıkardığımız bir sonuç, bu yanlışın İkinci Dünya Savaşı dönemine yapılan yanlış atıf ve benzetmelerle bağ içinde olduğudur.

Bu bağlamda şunların bilince çıkartılmasını önemli görüyoruz:

İkinci Dünya Savaşı sırasında komünistlerin başarıyla uyguladıkları "Anti-Hitler Koalisyonu" biçimine de bürünen cephe siyasetinin iki ön koşulu vardı:

1. Bütün dünyada işçi sınıfı ve emekçi halklarının savunmaları gereken bir "anavatan", Sosyalist Sovyetler Birliği vardı.

Uluslararası işçi sınıfının bu — o dönemdeki biricik anavatanı — doğrudan doğruya Nazilerin saldırı ve işgal tehditi altında idi.

Ayrıca Sovyetler Birliği, taktik konusunda büyük bir hareket yeteneğine sahip büyük bir güçtü.

2. Emperyalist kamp gerçek anlamda ikiye bölünmüştü:

— Bir yanda faşist, saldırgan, savaş kışkırtıcısı, diğer emperyalist güçleri de askeri işgal altına alan, Yahudileri tümden yok etmeyi programına yazmış emperyalistler,

— Diğer yanda aktüel durumda kendileri de doğrudan tehdit altında oldukları için Nazizme karşı çıkan, burjuva demokrasisini yaşatmaya çalışan, Nazizme karşı çıkan tavırlarıyla Anti-Hitler Koalisyonu içinde yer alabilecek emperyalist güçler vardı.

Bugün "Anti-Hitler Koalisyonu" tipinde bir geniş cepheyi mümkün kılan bu iki ön şart da yoktur.

1. İşçilerin tehdit altında olan ve devlet olarak da cephe siyasetinde taktik zenginliğe sahip olacak güçte bir "sosyalist anavatanı" yoktur.

2. Emperyalizm — kabaca söylersek — bir yanda faşist emperyalistler, diğer yanda "demokrat" emperyalistler biçiminde iki kampa bölünmemiştir.

Irak’a karşı saldırgan konumunda, savaşçı konumunda olan ABD ve İngiltere ne kadar faşist veya demokratsa, aktüel savaşta saldırıya karşı çıkmış güya "barışçı" Almanya, Fransa, Rusya da o kadar faşist veya demokrattır.

Yani bu bağlamda onların aralarında özsel-niteliksel bir fark yoktur.

Bu yüzden ABD’yi bugünkü şartlarda Hitler Almanyası ile karşılaştırmalar — niyet o olmasa bile — ABD dışındaki emperyalist güçleri, halklara olası müttefik ve dost olarak gösteren bir yanlıştır.

Değerli yoldaşlar,

Burada dünkü tartışmalar bağlamında aramızda görüş ayrılıkları çıkan noktalar üzerine yoğunlaştık.

Kuşkusuz dünkü tartışmalar yalnızca ayrılıklar olduğunu göstermedi bize. Tersine, tartışmalar aramızda çok temel konularda bir fikir ve anlayış birliği olduğunu gösterdi.

Fakat bizim birliği ilerletmemiz ve derinleştirmemiz için, görüş ayrılıkları olan noktalarda da açık ve kamuoyu önünde tartışarak doğruyu birlikte aramamız, bu arayışa işçi ve emekçi yığınları da katmamız gereklidir.

Bu konferans ve özellikle dün yaptığımız atölye çalışmaları, ideolojik-siyasi konularda ilkeli, açık tartışmanın nasıl olabileceğini, görüş ayrılıkları üzerinde yoldaşça tartışmanın mümkün olduğunu ve bunun ortak eylemin engeli olmadığını gösterdi.

Bu yeniden kurulması gereken birliğin sağlanması için yürünecek doğru yoldur.

Bu yolda yürüyerek Dünya Komünist Hareketi’nin sağlam temeller üzerinde yeniden inşa edileceğine güvenimiz tamdır. Bu konferansı düzenleyen yoldaşlara bir kez daha teşekkür ediyoruz."

* * * *

Daha sonra diğer guruplar adına da konuşmalar yapıldı. HKP/ML konuşma hakkını kullanmadı.

Verilen bir arada düzenleyicilerin hazırlamış olduğu "Konferans Çağrı" taslağı dağıtıldı.

Konferansın ikinci gününün ikinci bölümünde çağrı taslağı üzerine görüşmeler yürütüldü. Bu görüşmelerde değişiklik ve ek önerileri getirildi. Gerekçelendirildi.

Bu bölümde "dinleyici"lerin de yazılı olarak öneri getirme, müdahale hakkı vardı.

Katılımcı örgütlerden Almanya Marksist-Leninist Partisi temsilcisi kendi iç işleyişlerinde böyle ortak çağrılara temsilcisi düzeyinde katılmalarının mümkün olmadığı, böyle çağrıların ancak MK’da görüşülerek onaylanabileceği gerekçesiyle, çağrıyı Almanya Marksist-Leninist Partisi adına şimdilik imzalayamayacaklarını açıkladı.

Katılan diğer partiler adına yapılan açıklamalarda çağrının desteklendiği açıklandı. Düzenleyici partiler gelen değişiklik önerilerini dikkate alarak çağrıya son biçimini verdiler. Çağrının son biçimi alkışlarla kabul edildi. (Ekte yayınladığımız bu çağrı DSF’de 15.000 adet dağıtıldı.)

Konferans çeşitli dillerden hep birlikte söylenen Enternasyonal’le, büyük bir coşkuyla kapandı.

Ocak 2004