Ölümüne bir mücadele ve
çıkarılması gereken kimi dersler… (1/3)

Ölüm orucu eyleminde gelinen yerde durum...

Son 4 yıldır devrimle karşıdevrim arasında ölümüne bir mücadelenin yaşandığı alanlardan biri ölüm orucu eylemi.

Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C), Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) ve Türkiye Komünist Partisi (ML) (TKP(ML)[*]) örgütlerinin 20 Ekim 2000 tarihinde süresiz açlık grevi olarak başlattığı; 20 Kasım 2000 tarihinden itibaren de kur’a ile seçilmiş gönüllüler somutunda “ölüm orucu” biçiminde sürdürdüğü eylem, gelinen yerde –21 Şubat 2004 itibariyle– 4. yılına girmiş ölüm orucu eylemi olarak sürüyor. Şu an eylem hepsi DHKP-C davasından hükümlü veya tutuklu bulunan “10. Ölüm Orucu Ekibi” tarafından sürdürülüyor. 20 Ekim 2003’ten bu yana ölüm orucu bayrağını devralan bu “10. Ölüm Orucu Ekibi”nde yer alan devrimciler şunlar:

Selami Kurnaz (Tekirdağ F Tipi), Vedat Düşküner (Tekirdağ F Tipi), Raziye Karabulut (Kütahya Hapishanesi), Günay Öğrener (Uşak Hapishanesi), Hüseyin Çukurluöz (Sincan F Tipi), Bekir Baturu (Sincan F Tipi), Selma Kubat (Bakırköy Hapishanesi), Muharrem Karademir (Kandıra F Tipi).

Ölüm orucu eylemi sırasında –33’ü egemen sınıfların 19 Aralık 2000’de gerçekleştirdikleri katliam sırasında olmak üzere– toplam 107 devrimci yaşamını yitirdi.

500’e yakın devrimci sakat kaldı. Faşist devlet, eylem sonucu zindanlarda sakat kalmış olan devrimcilerin önemli bir bölümünü, iyileşmeleri halinde yeniden tutuklama kaydı ve tehdidiyle –geçici olarak– salıverdi. Bu gerçekte faşist devletin eylemi sonlandırmak için taktiklerinden biriydi. Bu geçici olarak ailelerinin yanına salıverilenlerin bir bölümü, şimdi Grup Yorum üyesi İhsan Cibelik somutunda olduğu gibi yeniden tutuklanarak F Tiplerine geri gönderiliyor.**

Faşist egemenler rahat…

Evet dünyanın şimdiye dek gördüğü en uzun süreli ölüm orucu eylemi şimdi 4 yılı aşkın süredir devam ediyor.

Evet bu eylem sırasında 107 devrimci insanımız yaşamını yitirdi. 500 insanımız sakat kaldı.

Fakat faşist devlet oldukça rahat. Direnişçilerin taleplerini kabul yönünde en ufak bir adım bile atmaya niyetli görünmüyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek Türkiye’deki cezaevlerinin aslında “konukevi” olduğunu söyleyecek kadar rahat, pervasız ve utanmaz. Türkiye’ye gelip F tiplerini de gezen ve onlara olumlu not veren Avrupalı kimi parlamenterleri de kendine tanık gösteriyor!

Onun bu rahatlığının bir temeli var:

Ölüm orucu eylemi, onu sürdürenlerin tüm devrimci niyetine, kararlılığına, ölümü göze alan devrimci iradesine rağmen hiçbir dönemde Kuzey Kürdistan-Türkiye’de halk yığınlarının gerçek gündemi haline gelmedi, getirilemedi. Ölüm orucu “dışarıda” en geniş desteği bulduğu dönemde de, bu genişlik örgütlü “sol muhalefet”in bir bölümü, artı liberallerin bir bölümü ile sınırlı idi. İşçilerin, köylülerin, emekçi yığınların büyük çoğunluğu için “ölüm orucu” en iyi halde kimi “genç”lerin yaptığı, kendi dışlarında ve onları ancak ölüm haberleri, katliam haberleri medya üzerinden duyurulduğunda belli ölçüde ilgilendiren bir eylem idi. Egemen sınıfların medyası ölüm orucu hakkında haber-bilgi vermeme pratiğini ısrarla sürdürdü. Eylem, egemen sınıflar 19 Aralık 2000 katliamı ile F Tipine zorla geçişi sağladıktan bir süre sonra onu sürdüren örgütlerin en yakın çevresinin bir eylemine dönüştü.

“Hapishanelerde 107 İnsan Öldü, Duydunuz mu?”

Durum, dışarıda 4 yıldır eylemliliğinin hemen tüm içeriği ölüm orucunu desteklemek olan TAYAD’lı Ailelerin “Hapishanelerde 107 İnsan Öldü… DUYDUNUZMU?” sorusunu içeren afiş ve pankartlarla yoğun bir kampanya yürütmesini gerektiren bir durum. Gerçekten de bu soru sorulmak zorunda. Hapishanelerde 107 insan öldü. 500 kişi sakatlandı. Fakat emekçi yığınların büyük çoğunluğu açısından durum “Duydunuz mu?” sorusunu haklı kılacak bir ilgisizlik, duyarsızlık durumu. Olgu bu.

Şubat ayı başından beri TAYAD’ın yürüttüğü “Hapishanelerde 107 kişi öldü. Duydunuz mu?” kampanyası, kampanyanın esas hedefi olan emekçi kitleler açısından fazla ilgi çekmese de, faşist devlet bu kampanyaya kendine yakışan tavrı takındı, takınıyor: TAYAD’lı Aileler adına 21 Şubat 2004’te yapılan basın açıklamasında “Son 15 gündür bu afiş yüzünden yüzlerce insan gözaltına alındı ve işkenceden geçirildi” deniyor.

TAYAD Başkanı Tekin Tangün 19 Şubat’ta gözaltına alındı.

DHKP-C’ye ve Ölüm Oruççularına çağrımızdır:

Gelinen yerde, ölüm orucu eylemi yalnızca bir devrimci örgütün (DHKP-C’nin) sürdürdüğü, emekçi kitleler açısından “duyulmayan” bir eylem. Duyulmasının, emekçi kitleler tarafından sahiplenilmesinin, emekçi kitlelerin kendi esas gündemlerinden biri haline gelmesinin, getirilmesinin de maddi temeli yok. Bu durumda bu eylemin –tüm ölüm orucu eyleminin esas yükünü taşımış olan– DHKP-C tarafından tek başına sürdürülmesinin de bizce fazla bir anlamı yok. Bizim DHKP-C’ye ve DHKP-C’ci ölüm orucu eylemcilerine çağrımız, bu ölüm orucu eylemini sonlandırmaları, 10. Ölüm Orucu ekibindeki ve daha sonraki ölüm orucu ekiplerinde yer almaya hazır, gönüllü devrimcileri ölümün, sakatlığın elinden çekip almaları; F tiplerine ve toplumun hücreleştirilmesine karşı mücadelenin başka araçlarla, eylem biçimleriyle sürdürülmesidir.

Ölüm orucu eylemi ile gelinen yerde elde edilebilecek tek kazanım, devrimcilerin kararlılığını, yiğitliğini, davası için ölümden korkmazlığını göstermektir. Peki ama, 107 ölüm, 500’ün üzerinde sakat, 4 yılı aşkın süren bir eylem bunu yeteri kadar göstermedi mi?

Bizce gelinen yerde ölüm orucu eylemini sürdürenlerin “Biz devrimciler olarak üzerimize düşeni fazlasıyla yaptık, ölüm orucu eylemimizle devrimci iradenin teslim alınamayacağını gösterdik, F tipi hücre dayatmasının kabul edilemezliğini gösterdik. Bütün dünyada devrimcilere örnek bir eylem gerçekleştirdik. Şimdi kendi irademizle ölüm orucu eylemine son vererek, ölüme gülerek gitmeye hazır yoldaşlarımızı ölümün elinden çekip alıyoruz. Ölüm orucu eylemini sonlandırmamız F tiplerine ve toplumun hücreleştirilmesine karşı mücadelemizin sonu değil, yalnızca bir somut eylemin bitirilmesidir. F tiplerine ve toplumun hücreleştirilmesine karşı mücadelemiz başka araç ve eylem biçimleriyle sürecektir. Halklarımıza çağrımız, bu mücadeleyi kendi mücadeleleri olarak kavramaları, sahiplenmeleri, bu mücadeleyi kendi mücadeleleri olarak yürütmeleridir.” biçiminde bir açıklamayla eylemi sonlandırmaları en doğru, devrimci sorumluluğun gerektirdiği bir tavır olur.

Biz yaptığımız bu çağrının yanlış anlaşılması, yürüyen devrimci bir eylemin “grev kırıcılığı” vb. olarak suçlanması, demagogca saldırılar için kullanılması olasılıklarının varlığının bilincinde olarak gelinen yerde bu çağrıyı –hem de kamuoyu önünde açıkça yapmayı– doğru ve gerekli görüyoruz. 107 ölü ertesinde, 8 yeni ölü ve sakat adayı; ve onların ardından gelecek yeni devrimci ölü ve sakat adaylarını ölümün, sakatlığın elinden çekip almanın devrimci sorumluluk gereği olduğunu düşünüyoruz.

Ölüm orucu eylemi TC’nin faşist yüzünü
bir kez daha gösterdi
!

4 yıldır süren ölüm orucu eylemi, ülkelerimizde faşist egemen sınıfların gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi. Onlar için emekçilerin-işçilerin hayatı bir hiçtir. Devrimci insanların hayatının değeri ise hiçten de azdır. Onlar için mümkün olduğunca çok devrimcinin, mümkün olduğunca kısa zamanda ölmesi istenilen bir şeydir. Bunu 12 Eylül cuntasının şefi Evren “Asmayalım da besleyelim mi?” sözüyle(!) ifade etmişti. Yüzlerce insan aslında önce basit bir taleple, –“F Tipleri açılmasın” temel talebiyle– önce süresiz açlık grevine, sonra ölüm orucuna başladılar. Yüzlerce devrimci insanın gerekirse ölme tehdidi egemen sınıflar açısından bir tehdit olarak değil, hoş bir öneri olarak kavrandı. Onlar gerçek anlamda F tiplerini açmama yönünde hiçbir tavize hazır olmadıklarını açıkladılar. Ve ölümleri beklemeye koyuldular. Ölümler yaklaşıp kamuoyunda biraz kıpırdanma olduğunda, bir yandan “görüşmeye hazırız” sinyalleri verirken, diğer yandan faşist Türkiye tarihinde bile barbarlık konusunda eşini arayan bir katliam hazırlığına girdiler ve katliamı gerçekleştirdiler. Katliamla F tipine geçişi sağladıktan bu yana, cezaevinden çıkan tabutları saymakla meşguller. Ve her tabut onları daha mutlu kılıyor! Gelinen yerde devrimcilerin iradi bir kararla kendi ölümlerine son vermeleri, egemen sınıflar açısından bir “zafermiş”, devrimcilerin nihayet teslimiyeti kabul etmeleriymiş gibi gösterilse bile, gerçekte onların yeni ölü heveslerini kursaklarında bırakacak bir edim olacaktır.

Bir kez daha şu görüldü: TC öylesine faşist bir devlettir ki, bu devlette en basit haklar için bile ölümüne bir mücadele göze alınmak zorundadır. Bugün bu devletin cezaevlerinden çıkan 107 ölünün, 500 sakat devrimcinin ölümünden ve sakat kalmasından birinci derecede sorumlu olan bu faşist devlettir.

Bu devletin yaşama hakkı yoktur. Bu devlet devrimle yıkılmalıdır. Yıkılacaktır!

Ölüm orucu eylemi, “Batı tipi demokrasi”nin de
gerçek niteliğini gözler önüne serdi!

Ölüm orucu eylemi yalnızca faşist Türk hâkim sınıflarının gerçek yüzünün bir kez daha görülmesini sağlamakla kalmadı. Bu eylem aynı zamanda kimilerinin umut bağladığı batılı “demokratik” emperyalist güçlerin ikiyüzlülüğünü, sahtekârlığını da bir kez daha açıkça gösterdi. F tipleri konusunda başlangıçta sol çevrede, hatta devrimci çevrenin bir bölümünde de, hücre tipi cezaevlerinin “batılı demokrasilerde” olmadığı, bunların “batılı demokrasilerde” savunulan “insan hakları”yla bağdaşmadığı vb. görüşleri yaygındı. Batının “demokratik kamuoyuna” çağrılar yapılıyor, Türkiye’de F tiplerinin açılmasına karşı mücadelede onlardan destek ve yardım isteniyordu. Bizzat ölüm orucu eylemini yürüten örgütlerin bir bölümü Avrupa Parlamentosu nezdinde girişimlerde bulunuyor, dosyalar sunuluyor, Türkiye’ye AP heyetlerinin gitmesine çalışılıyor vb. idi. Biz Bolşevikler bu bağlamda hep emperyalist “batı demokrasilerinde” hücre tipi cezaevlerinin “standart” olduğunu, “batı standartlarında bir cezaevi sistemi” vb. taleplerinin yanlış olduğunu belirttik. Batılı emperyalistlerin “demokrasi”lerinin gerçek yüzünü, bu “demokrasi”lerin işçiler emekçiler üzerinde diktatörlük olduğunu, devrimcilere karşı faşist yöntemler kullanıldığını, batı demokrasilerinde devrimcilerin en ağır tecrit şartları altında tutulduğunu örnekleriyle ortaya koyduk. Ölüm orucu eylemi sürecinde Avrupa’daki Batı tipi demokrasinin ne mene bir şey olduğu görüldü. Avrupa Parlamentosu’ndan, yeni tipte, Türkiye’de devrimcilerin haklı olarak karşı çıktığı F tipi hücre hapishanelerini ziyaret için Türkiye’ye gelen heyetler, bu hapishanelerin Avrupa standartlarına uygun olduğu yönlü açıklamalarda bulundular. Söylediklerinde haksız da değillerdi. Gerçekten de –Türkiye’de bir çok kişinin hayallerinin tersine– batı tipi burjuva demokrasilerinde iki üç kişilik hücre hapishaneleri “standart”a uygundur! Bir kez daha görüldü ki, aslında “burjuva demokrasisi” denen ve bugünkü en ileri uygulamasında bile iyice gericileşen sistemlerde işçiler-emekçiler-devrimciler açısından özenilecek bir şey yoktur. Bu tip demokrasinin savunucularından devrimcilere destek beklemek abesle uğraşmaktır.

Ölüm orucu eylemi her şeyden önce bir şeyi gösterdi:
Devrimci irade teslim alınamaz!

Şimdiye dek 107 ölü. 500’ün üzerinde sakat. Bir dava, bir amaç uğruna hayatlarının baharında, hayatı sevdikleri için, insanca bir hayat için, insanlık onurunu çiğnetmemek için ölümüne direnen, onurlu, dik başlı, insanca bir hayat için ölüme gözünü kırpmadan yürümeye hazır olduklarını gösteren yüzlerce gönüllü! Faşistlerin “örgüt baskısı” demagojisine, katliamla bastırma girişimlerine, hücrelerde tek başlarına kaldıklarında da ölüm orucunu büyüterek, genişleterek cevap veren devrimciler!

Bilinçli olarak her gün, her saat, her dakika parça parça ölüme yürümeyi gönüllü olarak üstlenen yüzlerce insan!

Aile baskılarına, her türlü satın alma, parçalama, bölüp yok etme taktiklerine rağmen eylemi sürdüren devrimci bir kararlılık!

1000 günü aşan bir ölüm orucu!

Bu eylem DEVRİMCİ İRADE ve DEVRİMCİ KARARLILIK konusunda bütün dünyada, tüm devrimcilere örnek olan bir eylemdir! Dünya devrim ve mücadele tarihinde onurla anılacak bir eylemdir. Devrimci iradenin teslim alınamayacağını, güçlü görünen karşıdevrimci faşistlerin gerçekte devrimci irade karşısında kâğıttan kaplan olduğunu gösteren bir eylemdir. Bu, bu eylemin bütün devrimcilerin sahip çıkması gereken en önemli, en büyük kazanımıdır.

Bu eylemde devrimle, karşıdevrimin çatışmasında, devrimciler –yenilseler bile– teslim alınamayacaklarını bir kez daha göstermiştir.

Biz Bolşevikler, eylemin bu devrimci özüne her zaman sahip çıktık; eylemi bizimkilerle karşı-devrimin bir çatışması olarak gördük; eylemin doğru amaçlarının kitlelere ulaştırılması için elimizden geleni yaptık.

Fakat ne ölüm orucu eylemcilerinin, ne de destekçilerinin çabaları eylemin dar sınırları parçalamasını, dışarıda emekçi kitlelerin eylemi haline gelmesini sağlayamadı. Sağlaması da bu ortamda mümkün görünmüyor.

Artık bu durumu tespit edip ona uygun olan devrimci adımı atmamız gerekiyor. Bu durumun nedenlerini sorgulamamız gerekiyor. Devrimci sorumluluk bunu gerektiriyor.

[Ölüm Orucu Giriş Sayfasına dön]