EGEMENLERİN İKTİDAR DALAŞININ FİGÜRANLARI OLMAYACAĞIZ…

TEK ÇÖZÜM DEVRİM!

SEÇİMLERDE DEVRİMİ SEÇTİĞİMİZİ GÖSTERELİM!

İşçiler, Emekçi Arkadaşlar, Yoldaşlar…

Egemenler halkı 22 Temmuz’da yine sandık başına çağırıyorlar. Bir kez daha aralarındaki bütün çelişmeleri bir kenara bırakıp, bir konuda hep bir ağızdan koro halinde bize seçimlerin ne kadar önemli olduğunu anlatıyorlar. Ne olursa olsun, oyumuzu kime verirsek verelim, ama mutlaka sandık başına gitmemizi, oy kullanmamızı istiyorlar. Bize bunun vatandaşlık görevi olduğunu, demokrasi açısından çok önemli olduğunu vb. vs. anlatıyorlar.

Masal anlatıyorlar, yalan söylüyorlar, sahtekârlık yapıyorlar!

Burjuvazinin iktidarının en demokratik biçiminde bile seçimlerin gerçek anlamı sömürü düzenine meşruiyet kazandırmaktır!

Neden hepsi bu konuda birleşiyorlar? Neden, ne olursa olsun, kimi seçersek seçelim, gidip oy kullanmamızı istiyorlar? Bunun nedeni açık: Onlar için seçimler, en başta kendi sömürücü düzenlerine halka dayanma meşruiyeti kazandırmak için bir araçtır. Belli aralıklarla yaptıkları seçimlerin gerçek anlamı, halka “önümüzdeki dönemde sizi hangi kesimimizin siyasi önderliği altında sömürüp ezmemizi istersiniz?”  sorusunu sormaktır. Daha sonra yaptıkları tüm melanetlere böylece bir demokratik görünüm vermek, meşruiyet kazandırmaktır amaçları. Burjuva düzenlerin en demokratiğinde bile seçimlerin gerçek anlamı budur. Verilecek her oy, kime verilirse verilsin, en başta var olan rejimin “seçime dayalı demokratik” meşruiyetinin bir dayanağıdır egemenler açısından. Seçimlerle ve seçimler üzerinden burjuvazinin en demokratik düzeninde bile işçiler-emekçiler lehine, ezilen halklar lehine özsel bir değişmenin mümkün olduğunu düşünmek ve savunmak, boş hayallerle uğraşmaktır.

Seçimler eğer gerçek anlamda işçiler emekçiler lehine özsel değişikliklere yol açacak olsa, seçimler yapılmazdı,yaptırılmazdı!

Burjuva düzeninde, sömürücülerin egemen olduğu bir düzende seçimler bağlamında her zaman akılda tutmamız gereken ilk gerçek budur.

Seçimlere hiç katılınmaz mı?

Gerçek durum bu olduğu halde ve bu gerçek durumun bilincinde, Komünistler, sınıf bilinçli işçiler belli şartlar altında evet seçimlere de katılabilir. Seçimlere komünistler kendi bağımsız siyasetleri ile, açık, devrimci-komünist programlarının işçi sınıfı ve emekçi yığınlar içinde daha geniş tanıtılması imkanlarından yararlanmak için ve işçi ve emekçilere parlamenter yolla gerçek hiçbir değişikliğin mümkün olmadığını gösterebilmek için katılabilirler. Katıldıkları şartlarda da temel amaçları burjuva parlamentolarının gerçekte karşı devrimin gevezelik organları olduğunu, devrimle dağıtılmaları gerektiğini gösterebilmektir. Katılma halinde hiçbir sahtekârlık yapmadan, parlamenter hayaller yaymadan, seçimlere ne için katıldıklarını halka bütün açıklığı ve çıplaklığı ile anlatırlar. Katılma halinde de burjuva düzeninde seçimler, en fazla işçi sınıfının olgunluğunun bir ölçeğidir. Hiçbir zaman bundan daha ileri bir niteliğe sahip olamazlar.

Türkiye’de seçimler ve parlamento gerçekte ve esas olarak militarist-faşist düzene maske geçirmenin bir aracı olagelmişlerdir!

Ülkelerimizde gerçekte Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana, belli kısa dönemler dışta tutulursa, bürokratik-militarist- faşist bir düzen süregelmiştir. 1946 ya gelene dek yapılan seçimler zaten halkın önüne tek seçenek sunularak yapılan göstermelik olarak bile burjuva demokrasisinden uzak seçimlerdir. “Çok Partili Düzen”e geçilen 1946’dan bu yana yapılan seçimlerde de halkın önüne sunulan alternatifler hep ama hep esasta kırk katır mı/kırk satır mı tercihleri olmuş, seçimlerden çıkan sonuçlar da, eğer egemen bürokratik militarist faşist düzen ve onun en temel kurumu ordunun işine gelmediği her zaman önce tehditler, provokasyonlar, satın almalar, kitlelerin kışkırtılması vb. yollarla, bunun yetmediği yerde askeri darbelerle, muhtıralarla vb. iptal edilmiştir! İşte 27 Mayıs 1960, işte 12 Mart 1971, işte 12 Eylül 1980, işte 28 Şubat 1997, ve İşte 27 Nisan 2007! Burjuva düzeninin en demokratiğinde bile gerçek iktidar organı olmayan, fonksiyonu düzene demokrasi görünümü vermek olan parlamento, Türkiye’de faşizme demokrasi maskesi geçirmenin aracı olagelmiştir.

Egemenlerin iktidar dalaşında gelinen yer…

Türkiye’de egemen sınıfların iktidar dalaşında gelinen yerde sırtını uluslararası büyük sermayeye de dayamış olan özel sermayeli Türk büyük burjuvazisi, TC’nin bugüne kadarki yapısının değiştirilmesini, bürokrasinin egemenliğine son verilmesini, ordunun sivil yönetimin denetimine girmesini, kısacası Batı Avrupa’dakine, ABD’dekine benzer gerici burjuva demokrasisinin yerleştirilmesini talep etmektedir. Parlamentoda bu taleplere sahip çıkan AKP çoğunluğunun attığı devlet iktidarını adım adım ele geçirme adımları, egemen devlet bürokrat burjuvazisini rahatsız etmiştir. İki kanat Nisan ayı ortasında başlayan Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde doğrudan karşı karşıya gelmiş, geçerli Anayasaya göre Meclis’te kendi belirlediği bir adayı seçebilecek durumda olan AKP’nin cumhurbaşkanı adayının cumhurbaşkanı seçilmesi, Ordunun-Yargının- Parlamentodaki “sivil” darbeci muhalefetin ve milliyetçi kışkırtmalarla, gerçek dışı korkularla sokağa sürülen kitlelerin  koordineli eylemleri ile ve fakat tabii sonuçta an başta ordunun 27 Nisan’daki gece yarısı muhtırası, açık darbe tehdidiyle engellenmiştir. Türkiye’de Parlamentoda nerde ise üçte iki çoğunluğa sahip bir partiye, ordunun onayını almayan bir cumhurbaşkanı seçtirilmeyeceği gösterilerek, parlamentonun “millet iradesi”nin en yüksek temsilcilik kurumu olduğu laflarının boş laf olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Anayasa metninin gerçekte hiçbir şey olmadığı, gerçek iktidar sahibi olan bürokrat burjuvazinin en yüksek yargı kurumlarının gerektiğinde kanun metinlerini kendi iktidarlarını koruyacak biçimde yorumlayıp dayattıkları, hukuk üstünlüğü laflarının ülkemizde hukukla alay olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Böyle bir ortamda yapılıyor bu parlamento seçimleri. Burjuvazi arasındaki dalaşta egemen bürokratik devletçi kanat açıkça, onun temel direği ordu üzerinden “Siz kimi seçerseniz seçin, parlamentodaki çoğunluk ne olursa olsun sonuçta benim iktidarımı tehdit edecek bir karar o parlamentodan çıkmaz, çıkarsa bunu vatan hainliği ilen eder gereğini yaparım” diyor. Sonra da bizden yeni bir parlamento seçimi için oy isteniyor! Bu şartlarda yapılan böyle bir seçime katılmanın “demokratik vatandaşlık görevi” vb. olduğunu savunmak, en büyük sahtekârlıktır.

Seçecek kim ve ne var?

Bu seçimlerde bizden oy ve onay isteyerek karşımıza çıkanlar esas itibarıyla iki cephede toplanıyor. Daha doğrusu gerçek iktidar alternatifi olan ve kendileri için onay isteyen iki cephe var.

Birinci cephe kendini “Cumhuriyet Cephesi” olarak, “laikliğin koruyucusu” cephe olarak adlandırıyor. Emekçi kitleleri şeriat öcüsüyle korkutup, var olan TC’yi olduğu gibi savunma yönünde oy kullanmaya çağırıyor.  Gerçekte bu cephe egemen bürokrat-militarist-faşist düzenin olduğu gibi sürdürülmesinden yanadır. Bu cephenin başını çekenler kendileri de emperyalizmle işbirliği yanlısı oldukları halde, kitleleri kandırmak için antiemperyalist bir maske de takınmaktadırlar. Azgın ırkçılar, azgın şovenistler, azgın savaş yanlıları bu cephe içindedir. Cephenin en önde gelen ve seçimlerde oy isteyen partileri  DSP’yi de seçim ittifakı içine alan CHP,  ANAP ve DYP’nin birleştirilmesinden oluşturulan DP, ordu devlet savunuculuğu azgın milliyetçilik alanında birbiri ile yarışan İP ve MHP ve tescilli dolandırıcı Uzan’ın Genç Partisidir.

İkinci cephe kendini “Demokrasi” savunucusu, bürokrasiye karşı sivilleşme savunucusu olarak gösteren cephedir. Bu cephenin işçilere emekçilere “demokrasi” programı olarak tanıtıp yutturmaya çalıştığı program, gerçekte işçi ve emekçi yığınların şimdikinden daha demokratik bir görünüm altında ezilip, daha yoğun sömürülmesi programıdır. Bu cephe söylemde diğerlerine göre daha demokratiktir. Fakat en uç noktada da savundukları iyice gericileşmiş olan burjuvazi demokrasisisin sınırlarını aşmaz. Bunlar bize Batı Avrupa’daki, ABD’deki demokrasiyi gerçek demokrasi olarak gösterirler. Bu cephede aslında nerde ise tek başına AKP var. Şeriatçı bir gelenekten gelenlerin kurduğu bu parti, gelinen yerde esası itibarıyla şeriat programından uzaklaşmış olmasına rağmen, hem kökeni ve hem de içinde hala belli ölçüde şeriatçı bir azınlığı barındırması ve din söylemlerine diğerlerine göre daha fazla yer vermesi nedeniyle karşı cephenin şeriat öcüsü için yeter malzeme sunmaktadır.

Sonuç olarak bu iki cepheden herhangi birine verilen her oy, gerçekte işçilerin emekçilerin sömürülmesine, ezilmesine verilen bir onaydır.

Bu iki cephenin bileşenlerinin kendi aralarındaki iktidar dalaşı açısından tabii ki bunların hangisinin daha çok oy aldığı önemlidir. İşçiler emekçiler açısından fakat bunlar arasında bir tercih veba ile kolera arasında bir tercihtir. Birinin ötekine göre daha kötü olması, birinin ötekine tercih edilmesinin nedeni olamaz. İşçiler ve emekçiler kötüler arasında daha az kötü olanı veya öyle görüneni seçmek zorunda değillerdir. Bu koyunun kendini kesecek kasabı seçmesine benzer bir “seçim” olur.

Bunlara işçilerin emekçilerin vereceği bir tek oy olmamalıdır!

Hepinize, topunuza hayır! Halk düşmanı, işçi düşmanı, emekçi düşmanı hiçbir partiye ve adaya tek oy yok ! demeliyiz ! Bunlar karşısında doğru tavır budur.

Üçüncü Cephe?

Bunlar dışında fakat seçilecek kimse yok mu? Seçimlere katılıp, halkın çıkarlarını savunacak birilerine oy versek nasıl olur?

Bu soruya önce kendi açımızdan, Komünistler,sınıf bilinçli işçiler,özel olarak Bolşevik Partimiz açısından cevap verelim:

Kuşkusuz bu düzenin ve onların partilerinin tek gerçek alternatifi devrim ve sosyalizm, devrim ve sosyalizm davasının öncü,önder gücü işçi sınıfı, onun bilinçli öncüleri Komünistler,onların örgütü olan Bolşevik Partimizdir. Bu anlamda alternatif Bolşevik Partidir. Alternatif işçi sınıfıdır.Gerçek “üçünçü cephe” gerçek Alternatif biziz ve bizimle birlikte hareket etmeye hazır devrimci güçlerdir.

Ancak ne yazık ki, bugün işçi sınıfımız henüz kendi bağımsız sınıf örgütü ile, kendi bağımsız siyaseti ile bu seçimlere katılıp müdahale edecek, kendi gerçek temsilcilerini kendi sınıf davasının temsilcileri olarak burjuvazinin gevezelik alanı olan parlamentoya, o parlamentonun dağıtılması gerektiğini ispat için, o parlamento kürsüsünü devrim, sosyalizm,komünizm davasının kürsüsü olarak kullanmak için gönderecek bilinç ve örgütlenme seviyesine gelmiş durumda değil.

Biz Bolşevik Parti olarak bugün henüz işçi sınıfı içinde yeterli bir örgütlenmeyi, işçi sınıfının gerçek temsilcilerinin kendi bağımsız siyasetleri ile Partili veya bağımsız aday olarak seçimlere komünist bir program ve propagandayla katıldıklarında, işçi sınıfının ilerici kesimlerinin dikkate alınabilecek bir desteğini alabilecek düzeyde gerçekleştirmiş durumda değiliz. Buraya varmadıkça, Parlamento seçimlerine kendimizin kendi adaylarımızla doğrudan katılma durumumuz yok. Yani bu seçimlerde sınıf bilinçli işçilere, “Şu insanı” seçin diyebileceğimiz komünist bir alternatif yok.

Dışımızda devrim adına, demokrasi adına, özgürlük adına, sosyalizm adına, ilericilik adına konuşan ve bu seçimlerde işçilerin emekçilerin karşısına değişik biçimlerde (kimi parti olarak katılıyor, kimi bağımsız adaylarla katılıyor) çıkıp oy isteyen kimi güçler var. Bunlar içinde kuşkusuz gerçek anlamda kitlesel tabanı olan ve bugün göstereceği bağımsız adayların bir bölümünü parlamentoya da taşıma imkanı olan güç DTP’dir. Kürt ulusal Kurtuluş Mücadelesine dayanan, bu açıdan demokratik bir muhtevaya da sahip olan, Kürt ulusunun milli haklarını savunan, bunun yanında Türkiye genelinde de Barışı, halkların kardeşliğini ve emekçilerin haklarını savunduğunu söyleyen DTP ve onun dışındaki yukarda saydığımız güçler üçüncü bir cephe oluşturma iddiasındadırlar. Kuşkusuz bu kesimin parti ve adayları ilk iki cephe gibi doğrudan egemen sınıfların parti ve adayları değildir. Fakat bunlar da üçüncü cephe olduklarını söyledikleri halde, sömürü sistemini, Türkiye Cumhuriyeti devletini  kökten reddeden konumda bir seçim kampanyası yürütmemektedirler. Bunlar Seçimlere ve Parlamentoya onlarda olmayan bir önem atfetmekte, kitlelere bugünün Türkiye şartlarında Parlamento içinde ve Parlamento üzerinden işçilerin emekçilerin haklarının savunulmasının mümkün olduğunu anlatmakta, bunun için destek ve oy istemektedirler. Bu partilerin ve adayların bugünkü şartlarda bu seçimlere ve bu propagandalarla katılması –niyetlerinden bağımsız olarak- egemenlerin demokrasi sahtekârlığını teşhir etmeye yaramamaktadır.Tam tersine onlara demokratik seçimler yaptıkları, herkesin aynı kurallar içinde, bu anlamda eşit şartlarda yarışa katıldığı, sonuçta halkın hür iradesinin bu seçimler sayesinde tam olarak yansıdığı yalanını yaymaya fırsat sunmaktadır. Biz bu yüzden bu partilere ve adaylara yapmaları gerekenin bu seçimlerden toptan çekilmek, egemenleri yalnız bırakmak olduğunu söylüyoruz. Bugünkü şartlarda bütün gerçek demokratların, ilericilerin, devrimcilerin bu açık sahtekârlığa verecekleri tek tutarlı cevap BOYKOTtur. Sizin iktidar dalaşınızın figüranı olmayacağız demektir! Seçimlerden çekilmek, BOYKOT, kimilerinin göstermeye çalıştığı gibi, bir şey yapmamak, pasif davranmak, seçimlere müdahale etmemek demek değildir. Tersine, seçimleri, onların yarattığı siyasi tartışma ortamını DEVRİM düşüncesinin en yoğun propagandası, işçilerle birleşmenin bir aracı olarak en yoğun biçimde kullanmak kendine devrimci diyen, demokrat diyen herkesin görevidir.

İşçiler-Emekçiler

SİZİ OY DEPOSU OLARAK GÖRENLERE,

KENDİ ARALARINDAKİ İKTİDAR DALAŞINDA KENDİLERİNE DAYANAK YAPMAYA ÇALIŞANLARA,

BİZİ SEÇİN DİYE SİZE GELENLERE …..

BİZ SEÇİMİMİZİ YAPTIK- DEVRİMİ SEÇTİK !

HEPİNİZE-TOPUNUZA HAYIR !

SEÇİM SAHTEKARLIĞININ FİGÜRANLARI OLMAYACAĞIZ! deyin !

Kurtuluş Seçimde Değil Devrimde !

Burjuvazinin Parlamento Ahırının hak ettiği tek şey devrimle dağıtılmaktır !

Devrim için Bolşevik Parti saflarında örgütlenin !

YA SOSYALİZM, YA BARBARLIK İÇİNDE ÇÖKÜŞ !

28 Mayıs 2007

BOLŞEVİK PARTİ MERKEZ KOMİTESİ