Sömürücü egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar dalaşında yeni bir raunt kapandı. Anayasa Mahkemesi 5. Haziran’da görüştüğü davada AKP ve MHP’nin oylarıyla (toplam 411 Milletvekilinin oylarıyla) gerçekleştirilen ve mevcut Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapan Anayasa değişikliğini iptal etti.
Bilindiği gibi söz konusu iki değişiklik türbanlıların Yüksek Öğrenim kurumlarına serbestçe girebilmeleri için yapılmıştı. Söz konusu Anayasa değişikliği Cumhurbaşkanı A.Gül tarafından da onaylanarak yürürlüğe girmişti. CHP ve DSP bu Anayasa değişikliklerinin Anayasa’nın değiştirilmesi bile teklif edilemez laiklik ilkesine ters olduğu gerekçesiyle iptal istemiyle Anayasa mahkemesine baş vurmuştu. Bu arada Anayasa’da yapılan değişiklik ertesinde AKP atamalı yeni YÖK başkanı bir genelge yayınlayarak, rektörlere türbanlıları engellememe çağrısı yapmış, Sezer atamalı rektörlerin çoğunlukta olduğu Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) da türbanın laiklik ilkesine aykırı olduğunu açıklayan, Üniversitelerde türban yasağına sahip çıkan bir açıklama yapmıştı. Yine bilindiği gibi türbanın Üniversite ve Yüksek okullarda serbest bırakılmasını öngören Anayasa değişikliği Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcısı’nın AKP hakkında Anayasa Mahkemesinde açtığı kapatma davasında da, AKP’nin “laikliğe karşı eylemlerin odağı” olması iddiasının gerekçelerinden biri olarak yorumlanmıştı. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesinden çıkacak Türbanla ilgili Anayasa değişiklikleri ile ilgili karar merakla bekleniyordu. Anayasa Mahkemesi’nin 22 Temmuz seçimlerinden önce önüne gelen meclis toplanma yeter sayısı ile karar yeter sayısı’nı aynılaştıran “367” konusunda aldığı karar aslında türban konusunda merakın hiç gereksiz olduğunun, CHP/DSP’nin iptal talebine Anayasa Mahkemesi’nin çoğunlukla onay vereceğinin güvencesi idi. Yine de AKP’nin kapatma davası açıldıktan bir süre sonra izlemeye başladığı yargıyla çatışmama, alttan alma taktiği ve bir bölüm medyada tartışılmaya başlanan uzlaşma/uzlaştırma arayışları, kimi burjuva yorumcularında türbanla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin bir üçüncü yol bulacağı umutlarını yeşertti. Buna Anayasa Mahkemesi raportörünün davayla ilgili olarak verdiği ve iptal davasının reddini öneren raporu da eklenince bu umutlar arttı. Bu ortamda Yargıtay Başkanlar Kurulu adına yapılan ve ardından Danıştay’ın, ardından Barolar Birliği Başkanı’nın vb. desteklediği ve aslında bir yanı ile Anayasa Mahkemesi üyelerine de uyarı niteliğindeki açıklama geldi. Davanın görüldüğü 5 Haziran günü de Genel Kurmay Başkanı “Türkiye’nin laik yapısını bozmak isteyenler, ülkenin önüne bazı sıfatlar konulmasını isteyenler var. Türkiye’nin yasal organları buna izin vermeyecektir.” diyerek, Anayasa Mahkemesi’nin üyelerine görevlerini bir kez daha hatırlattı!
Sonuç : Yüksek Yargı, gerçekte yürürlükte olan cunta Anayasa’sında öngörülen yetkilerini aşıp, (Bu Anayasa’nın 148. maddesine göre Anayasa Mahkemesi “Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceleme ve denetleme” yetkisine sahiptir.) görevini yerine getirmiş,
AKP’nin iktidar yürüyüşünü durdurmada yeni bir Yargı Darbesi gerçekleştirmiştir. Bu karar aynı zamanda AKP hakkında açılmış olan kapatma davasının da nasıl sonuçlanacağını ilan eden bir karardır. Genel Kurmay Başkanı’nın deyimi ile Karar “Malumun ilanı” olmuştur.
Şimdi bürokrat devlet kastının savunucuları, bu arada medyadaki postal yalayıcı yalakaları da “ Laik !Atatürk Cumhuriyeti”nin onun kararlı savunucuları tarafından bir kez daha kurtarıldığı için seviniyorlar. Bunlara göre türbanın üniversitelere girmesinin engellenmesi ile şeriat tehlikesi önlenmiş, laik cumhuriyet bir kez daha kurtarılmış oluyor ! AKP yandaşları ise bir kez daha “belki” beklentilerinin boşa çıkmasının üzüntüsü içindeler. Şeriatçı olmadıkları konusunda devlet iktidarındaki bürokrat kastı inandıramamış olmanın üzüntüsünü yaşıyorlar. Ve AKP’nin kapatılması halinde iktidar yürüyüşlerine nasıl devam edebilecekleri hesapları ve telaşı içindeler.
Kimi liberaller bu kararın “hukuki değil, siyasi bir karar” olduğu, bu kararla hukuk’un çiğnendiği vb. konusunda dövünüyorlar. Bunlara günaydın demek gerek. T.C. de “hukuk” denen şeyin gerçekte Kemalist devletin başında bulunan bürokrat kastın kendi iktidarlarının bekası için kullanılan bir araç olduğu yeni bir şey mi ? T.C. de “Yüksek Yargı”nın gelinen yerde ordu yanında Kemalist devlet iktidarının başındaki kastın kendi iktidarını sürdürmek için en son kalelerden biri olduğu yeni bir şey mi? T.C. de yargı’nın kendisinin “Yargının bağımsızlığı” ilkesini, Yargının yasaların üstünde, gerektiğinde Anayasa’nın da üstünde, onlardan bağımsız olduğu anlamında yorumlayıp, uyguladığı yeni bir şey mi? Bütün bunlar yeni değil!
Yeni olan egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar mücadelesinde gelinen yerde AKP’nin temsil ettiği kesimin, T.C. kurulduğundan bu yana esas olarak iktidarı ellerinde bulunduran devlet bürokrasisinin yerleşik iktidarını ciddi olarak geriletmesi, bu iktidarı ciddi olarak tehdit eder, bütün bürokrasiyi uzun vadede kendine uygun hale getirecek imkanları ele geçirmiş olmasıdır. Yerleşik devlet iktidarı buna karşı elindeki tüm araçlarla direnmektedir. Kavga, gerçekte laiklik/Şeriat , darbecilik/demokrasi , bağımsızlık/işbirlikçilik vb. kavgası değildir. Kavga çıplak çıkar, egemen sınıfların hangi kesiminin iktidar nimetlerinden daha fazla yararlanacağı kavgasıdır. Onlar bu kavgada demokrasi, bağımsızlık, laiklik, din gibi kavramları halk yığınlarını kuyruklarına takmak için sömürmektedirler.
Yeni olan, egemenler arasındaki iktidar dalaşının iyice sertleşmesi, kızgınlaşmasıdır. Bu kavgada bunlardan her türlü melanet beklenmelidir. İşte Ergenekon, işte Şemdinli, işte Hrant Dink, Santoro cinayetleri, işte Kuzey Kürdistan’da yükselen savaş, işte güney Kürdistan’a karşı askeri saldırılar, işte karşılıklı tele kulaklar. Türkiye bu kavgada daha çok şeylere, askeri darbe ortamının hazırlamak için çok daha büyük komplolara vb. gebedir. Anayasa Mahkemesinin türban kararı, hiçbir çelişmeyi çözmemiş, hiçbir kavga nedenini ortadan kaldırmamıştır. Beklenen AKP yasaklanma kararı da bu dalaşın sonu olmayacak, yalnızca bir raundun sonu, yeni bir raundun gongu olacaktır.
Peki ne yapmalı? Şimdi AKP’nin aslında gizli gündemi olduğu korkusuyla, Şeriat korkusuyla, darbeci faşist Türk ordusunun, adı yüce kendi cüce yargısının vb.’nin kuyruğuna takılıp, yine de iyi oldu, şeriatın ilerlemesinin önü alındı mı diyelim?
Yoksa , bu ne biçim rezillik, bu darbeciler hukuk mukuk dinlemiyor, bunlar burjuva demokrasisinin bile gelişmesinin önünde engel, öyle ise AKP bunlara göre ehven-i şer deyip, onun güya demokrasi mücadelesinin kuyruğuna mı takılalım ?
Ne biri, ne öteki ! Al birini, vur ötekine. Bugün T.C. ‘de ölümüne bir iktidar dalaşı yürüten, ve bizi de buna ortak, daha doğrusu kendilerine kuyruk etmek isteyen egemen sınıf kanatlarının her ikisi de işçi düşmanı, emekçi düşmanıdır. Her ikisi de emperyalizmin uzantısı, her ikisi de gerçek laiklik düşmanı, her ikisi de de gerçek demokrasi düşmanıdır, halk düşmanıdır. Bunlar sömürü imparatorluğunun güçleridir. Ve eğer bunlar buna rağmen bu kadar rahat iktidar olabiliyorlarsa, bunun nedeni toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçi kitlelerin, işçilerin, köylülerin, tüm ezilenlerin bunların şu veya bu bölümünün kuyruğuna takılmasıdır. Bunların şu veya bu bölümünün kuyruğuna takılmak, bunların şu veya bu bölümünün işçilerin emekçilerin çıkarlarını savunduğunu düşünmek büyük yanılsamadır.
Uyanmamız, bu yanılsamaya son vermemiz, kendi sınıf çıkarlarımıza bağımsız olarak sahip çıkmamız gerek. Yapılması gereken budur!
Egemenlerin iktidar dalaşında onları yalnız bırakalım!
İşçi sınıfı ve tüm emekçiler için sömürü düzeninde, sömürü düzeninin en demokratiğinde bile gerçek kurtuluş yoktur ! Kurtuluş, gerçek anlamda demokrasi, sömürünün her türüne son veren düzende, işçilerin- yoksul köylülerin düzeninde, sosyalizmde mümkündür. Yapılması gereken kendi işimize bakmak, kendi sınıf çıkarlarımız için kendi sınıf örgütlerimizde burjuvaziden bağımsız örgütlenmelerimizi yaratmaktır. Kendi bağımsız sınıf mücadelemizi örgütlemek ve yürütmektir.
Bolşevik Parti’miz bu mücadelede en önemli silahımız, mücadelenin öncü, yol gösterici gücüdür. Onu güçlendirmek, onun saflarında örgütlenmek, sınıf içinde, sınıf mücadelesinde onun ağlarını ilmek ilmek örmek sınıf bilinçli işçilerin asli görevidir. Görev başına !
Bolşevik Parti
6 Haziran 2008