Egemenler arasında süregiden ve gittikçe sertleşen iktidar dalaşında yeni bir aşamaya gelindi. Bir yandan AKP’nin kapatılma davasında sona yaklaşılıyor. Diğer yandan Ergenekon soruşturmasında iddianamenin tamamlanıp, başsavcılığa sunulması aşamasına gelindi. *AKP’nin kapatılması davası bu iktidar dalaşında, AKP’yi “ Laik,demokratik, sosyal hukuk devleti T.C.” ni şeriat devletine dönüştürmenin partisi olarak suçlayan statükocu ideolojik kemalist iktidar odaklarının AKP’yi iktidardan uzaklaştırma umudu ile yüksek yargı eliyle sahneledikleri bir darbedir gerçekte. Burjuva anlamda da hukukla, hukuğun üstünlüğü ile vb. ilişkisi bir otobüsün, bir kelebekle ilişkisi kadardır.
* “Ergenekon davası” adı verilen soruşturma ise bu iktidar dalaşında , AKP’nin statükocu ideolojik kemalist iktidar odaklarını adım adım iktidardan uzaklaştırma mücadelesinde, hükümet olmaktan iktidar olmaya doğru yürüyüşünde, kendine yakın yargı yoluyla gerçekleştirdiği bir karşı darbedir. Bu soruşturmanın da burjuva anlamda bile hukukla, hukuğun üstünlüğü ile vb. ilişkisi, yine otobüs/kelebek ilişkisi gibidir.
DTP’ne karşı açılan kapatma davasına sesini çıkarmayan, ‘hukukun işine karışmamak, sonucu beklemek gerekir’ tavrını takınan AKP, kapatma davası kendine yönelince yaygarayı bastı. Bu davanın hukuki değil siyasi olduğunu vb. anlattı. Yürüyen davada dava hakkında yasalara göre susması gerektiği halde, konuştu, davayı açan yargıcı teşhir etti, mahkemeyi baskı altına almak için her şeyi yaptı. Söyledikleri doğruydu. Fakat söyleyenin bunu demokrasi adına yaptığını söylemesi, savunması sahtekarlıktı. Bunların savunduğu demokrasi, kendileri için, iktidar yürüyüşlerine hizmet ettiği sürece ve ölçüde demokrasidir.
AKP, kendine yönelik kapatma davasında yaygara yaparken, tutucu ,ideolojik kemalist iktidar odaklarının siyasi ve bilumum sözcüleri, “bağımsız yargı”ya karışılmaması gerektiği, kararlarının saygıyla beklenmesi ve onlara uyulması gerektiğini vaaz ediyorlar, devlet kurumlarına zarar verilmemesi gerektiğini anlatıyorlardı.
Ergenekon soruşturmasında ise roller değişiyor: Burada tutucu ideolojik kemalist kesimin en azgın, en saldırgan kesimlerinin kimi öne çıkan tipleri saldırı hedefinde oldukları için, bu kez bu kesimin bilumum sözcüleri hukuksuzluk üzerine yaygara koparıyor, hukukun siyasileşmiş olmasından şikayetleniyor, yürüyen soruşturma aşamasındaki bir dava hakkında tehditler ve hakaretler yağdırıyor. Buna karşı AKP hukukun üstünlüğünden dem vuruyor. Yürüyen bir davaya müdahalenin yanlışlığını anlatıyor. Devlet kurumlarına zarar verilmemesi gerektiği konusunda ahkam kesiyor. Adaletin yerini bulacağını, “bağımsız Türk yargısı”ndan kimsenin kuşku duymaması gerektiği vs. vs anlatıyor.
Her iki kesim de bu tavırları ile kendi sahtekarlıklarını teşhir ediyorlar.
Bunlar için “hukuk” kendi iktidar dalaşlarında kullandıkları bir araçtan başka bir şey değildir.
Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne AKP kapatma davası ile ilgili sözlü son mütalaasını sunduğu günün sabahı Ergenekon soruşturması kapsamında 21 kişi daha göz altına alındı. Göz altına alınanlar içinde bu kez Jandarma eski Genel komutanı, emekliliğinde de ADD başkanı darbeci emekli orgeneral Ş. Eruygur ile ,eski Ege Ordu komutanı darbeci emekli orgeneral H.Tolon da vardı. T.C. tarihinde sivil bir savcının talebiyle iki orgeneral eskisinin darbecilikle suçlanıp, göz altına alınması, sonra da tutuklanıp ceza evine konması bir ilktir. Göz altına alınanlar içinde bunların yanında darbeci kimi asker eskileri yanında,darbe şakşakçısı kimi gazeteciler; darbe şakşakçısı kimi “Sivil!!!” toplum kuruluşu üyeleri, İP gibi darbe kışkırtıcısı siyasi örgüt yöneticileri vs. de vardı. Göz altına alınanların ortak özelliği – belki bir iki istisna dışında- açıkça darbe yanlısı olmalarıydı. Buna bakarak ve en başta da iki orgeneral eskisine de dokunulmuş olmasına bakarak, kimi “ikinci cumhuriyetçi” liberaller
, bu son Ergenekon operasyonunu “milat” ilan ettiler. 1 Temmuzdaki gerçekleştirilen bu operasyon onlara göre darbeciliğe indirilmiş bir darbe, darbelerin önünü kesen bir operasyondu. Türkiye demokrasi yolunda ilerliyordu. Bu yargı-polis karşı darbesinin hedefi olanlar açısından ise, bu operasyon AKP’nin , en başta da Recep Tayip Erdoğan’ın laik, kemalist T.C.’ nin, suçları “Atatürkü sevmek, Cumhuriyeti korumak olan” toplumun saygın insanlarına karşı giriştiği bir hukuk cinayeti idi. Bu şeriatçılar Türkiye’de bir korku imparatorluğu kurmak istiyorlardı. vb.vs.
Gerçekte ise bu operasyon ne biri, ne de ötekidir.
Bu operasyon egemenlerin iktidar dalaşında iktidara yürüyen AKP’nin, bu yürüyüşün önüne kesmek isteyen andaki iktidar sahiplerine karşı “kurallara uygun oynamazsanız, bizim de yapacaklarımız vardır” mesajını verdikleri bir hamledir. AKP’nin darbe ile, darbecilerle ilkesel bir alıp veremediği yoktur. Olsa 1980’in darbecilerini yargı önüne çıkarır önce. Olsa 1980 darbe Anayasasını tümden ilga eder önce. Onun karşı olduğu darbe ve darbeciler, AKP’nin iktidar yürüyüşünün önünü kesmeye çalışan darbe ve darbecilerdir.
Diğer yandan göz altına alınanlar, “Atatürkü çok sevdikleri” için göz altına alınmış “toplumun saygın” kişileri vb. değildir. Bunların –bir iki istisna dışında- ortak özelliği, AKP ye karşı askeri darbe hazırlamak ve kışkırtmak, orduyu göreve çağırmak, darbe ortamı hazırlamak için iş bölümü içinde hareket etmektir. Güya “gizli” olan soruşturmanın belgeleri ortalıkta dolaşmaktadır. Kimi darbe günlükleri daha bu soruşturma başlamadan ortadaydı. Hal böyle iken gözaltıları “hukuk cinayeti” vb. ilan etmek demagojinin dik alasıdır.
Görünen odur ki, egemenlerin iktidar dalaşında ordunun bugünkü ve yarınki yönetimi ile AKP arasında Ergenekon soruşturmasının isimleri ortalığa dökülmüş kimi komutan eskilerine kadar uzanması konusunda zoraki bir uzlaşma sağlanmıştır. Genel Kurmay’dan son gözaltı ve tutuklamalara karşı yeni bir muhtıra gelmemesinin anlamı bu olsa gerektir. Orgeneral eskisi Tolon’un askeri alanda ve bizzat askeri makamların katılımı ile göz altına alınmış olmasının anlamı budur. Bu uzlaşma temelinde her iki tarafın da bir bütün olarak devlet iktidar organlarının her şeye rağmen uyum içinde çalıştıkları, her şeyin kurallar içinde işlediği mesajını vermeleri söz konusudur. Aslında hiçbir şey “kurallar” içinde işlemiyor. İki taraf ta diğer tarafı bertaraf etmek için elinden geleni yapıyor. Fakat güç dengeleri her iki tarafa da şimdilik bu amacına ulaşma imkanı ve fırsatı vermiyor. Olan budur.
Bu zoraki uzlaşma, yeni ve daha sert çatışmalara gebe bir ara uzlaşmasıdır.
Bugün Türkiye’de iktidar dalaşı yürüten egemenlerin her iki kanadı da, demokrasi adına konuşuyor. Sahtekarlık yapıyor. Birinin demokrasi adına savunduğu kemalist faşist diktatörlüktür. Diğerinin savunduğu ise en iyimser yorumla “batı tipi – İslam soslu- burjuva demokrasisi”dir. Bu İslam sosunun ne ölçüde İslami faşist bir diktatörlüğe açık olduğu soru işaretidir. Fakat en iyimser yorumu alıp, batı tipi demokrasi savunulduğunu var saydığımızda bile, söz konusu gerici burjuva demokrasisi, sonuçta işçiler-emekçiler üzerinde burjuvazinin sınıf diktatörlüğüdür. Bunda demokrasi işçiler ve emekçiler açısından şekilsel olarak var olacak, gerçekte bu demokrasi içinde işçiler emekçiler sömürülmeye, baskı altında tutulmaya devam edilecektir. Burjuva demokrasisinin en gelişmiş biçimlerinin yaşandığı ülkelerdeki demokrasiler, işçi ve emekçiler açısından ancak kötülerin içinde daha az kötü olandır. Gerçek demokrasi değildir.
Biz gerçek demokrasiden, işçilerin, emekçilerin demokrasisinden yanayız. Bu demokrasi ancak işçilerin emekçilerin iktidarında gerçekleştirilebilir.
Bu yüzden gerçek demokrasi mücadelesi, işçilerin-emekçilerin iktidarı için mücadele olarak, devrim mücadelesi olarak yürütülmek zorundadır.
İşçiler –emekçiler egemenlerin arasındaki iktidar dalaşında, şu veya bu neden ve gerekçeyle, onların şu veya bu kesiminin kuyruğuna takılmamalı, her iki tarafa da karşı kendi iktidar mücadelesi için örgütlenmeli, kendi bağımsız sınıf mücadelesini yürütmelidir.
7 Temmuz 2008