Savaş histerisi dorukta… Türk faşistleri topyekün saldırıda…
TOPYEKÜN SALDIRIYA KARŞI TOPYEKÜN DİRENİŞ!
Tam bir cinnet hali yaşıyoruz. Binler-, on binlerce insan her gün ülkelerimizin her yerinde kimi ellerinde boy boy Türk bayrakları, kimi bayraklara sarınmış, kimi yüzüne , vücuduna bayrak çizmiş biçimde, dillerinde “Şehitler Ölmez-Vatan Bölünmez” “En büyük Asker-Bizim Asker” naraları sokaklara dökülüyor. Ordu Irak’a çığlıkları atılıyor. Spor müsabakaları, en başta futbol maçları vb. askere övgü, düşman ilan edilenlere küfür yağdırılan kolektif çılgınlık arenalarına dönüştürülüyor. Burjuva medyanın nerdeyse tümü bütün gücüyle tek ses, tek nefes Ordunun hizmetinde safa girmiş, savaş düzeni almış durumda. Kimi köşe yazarları Kurmay subaylığa soyunmuş, orduya yol gösteriyor! Irkçı-Türkçü, her türlü frenden boşaltılmış ırkçı hezeyanlar gündemi belirliyor. Yürütülen “Iraka gireriz- PKK yi bitiririz” vb. propagandanın gerçeklerle pek uyuşmadığını söyleme cesareti gösteren, biraz sakin olalım vb diyen burjuvalar olduğunda, bunlar derhal satılmış, vatan haini vb. ilan ediliyor. Ordunun ve tüm Kemalist faşist takımın uzun süredir çıkması için bastırdığı Tezkere de çıktı. Meclisten, DTP dışındaki tüm partilerin oylarıyla hükümete 1 yıl boyunca istediği anda, istediği kapsamda askeri harekat direktifi verme yetkisi verildi. TC/Irak sınırına son on yılların en büyük askeri yığınağı yapılmış durumda. Şu anda zaten resmen Güney Kürdistan (Kuzey Irak) topraklarında 2000’ in üzerinde Türk Askeri bulunuyor. Bunlar dışında sayısı sır olan ve fakat kuşkusuz resmileri kadar olduklarından yola çıkılması gereken “Özel Kuvvetler” - Siz Türk casusları olarak de okuyabilirsiniz- var. Bunlar şimdi istikrar bozucu ve saldırı ve işgal savaşı için ortamı hazırlayıcı eylemliliklerini arttırdılar. Bunun yanında sınıra yığılmış 100 binin üzerinde, saldırı hazırlıklarını tamamlamış asker sınırı geçmek için emir bekliyor. Bu arada Güney Kürdistan toprakları da, güya “ teröristlerin kamplarını” vb. bombalamak adı altında, Türk topçusu tarafından sürekli bombalanıyor. Kuzey Kürdistan ise tam bir askeri işgal altında ve terörizme karşı savaş adına, Kürt halkı faşist Türk ordusu tarafından terörize ediliyor. Terörizme karşı mücadele adına Kuzey Kürdistan’da halka karşı savaş yükseltiliyor. Kuzey Kürdistan’da kelimenin gerçek anlamında savaş hali hüküm sürüyor. Bu arada postal yalayıcısı, Kemalist “sivil” toplum kuruluşları histeri nöbetine tutulmuş gibi, vuralım-kıralım, asalım-keselim çığlıkları atıyor. “Her Türk Asker doğar” “Hepimiz Mehmetçiğiz” “Ordumuzun emrindeyiz” vb. şiarlarla savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Kışkırtılmış kitleler “Şehitler Ölmez” çığlıkları ile, her gün yeni gençleri mezara taşıdıklarını, bir savaşın onlar değil, binlerce, belki on binlerce gencin “şehit” adı altında, vatan-millet adına hayattan koparılacağını, şehit ve ölmez dediklerinin egemenlerin çıkarları için gidecek bir daha gelmeyecek Niyaziler olacağını görmüyorlar. “Vatan bölünmez” çığlıkları altında, değişik milletlerin ve milliyetlerin birlikte yaşadıkları topraklar üzerinde birlikte yaşamın köküne kibrit suyu döktüklerini de görmüyorlar. Ortam tam bir toplumsal cinnet ve linç ortamı.
Bu ortam içte tüm Kürtlere, Kürt olarak görülen kurumlara ve tabii topumsal cinnete karşı çıkan veya karşı çıktığı düşünülen tüm güçlere karşı tam bir linç havası esen bir ortam. Kışkırtmanın işareti bizzat TSK Genel Kurmay Başkanı Orgenaral Y. Büyükanıt tarafından 27. Nisan’da gece yarısı Genel Kurmay Başkanlığı sitesine konan ve bir süreliğine da olsa Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesini engelleyen e- muhtıra’da verildi. Bu e-muhtıra’nın sonunda aynen şöyle deniyordu : “ Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu önder Atatürk’ün, “Ne Mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.” Ordu şimdi en yüksek temsilcisinin ağzından hedefi göstermişti. Kendini Türklük üzerinden tanımlamayan, Türklük dışında bir ulusal kimlik üzerinden tanımlayan herkes düşmandı. Aslında TC’nin kuruluş felsefesinde olan bu anlayış, şimdi 2007 de, egemen sınıfların ve sözcülerinin küçümsenmeyecek bir bölümü ve hatta işbaşındaki AKP hükümeti bile yer yer Türk’lük yerine “Türkiyeli”lik kavramı üzerinden tanımlama yapılmasının gereğini açıklarken, alt-üst kimlik tartışmaları yürütülürken, bir kez daha herkese hatırlatılıyordu. Böylece öncelikle de Kürt ulusuna, tüm Kürtlere yönelik “düşman” açıklamasıyla bugünkü linç ortamının alt yapısı oluşturuluyordu. 27 Nisan öncesi ve sonrasında yapılan milyonluk katılımlı “Cumhuriyet Mitingleri”nde, ırkçı-linç ortamının ilk provaları yapılıyordu. Ancak bu provalardaki hedef öncelikle şeriat öcüsü idi. Mitingler Irkçı-Türkçü Kemalist kesimin AKP’ nin iktidar yürüyüşünü engellemeye yönelik eylemlerdi. Şimdi görünürde hedef değişmiş, merkeze Kürtler konmuş durumda. Bir dizi eylemde “Kahrolsun PKK” ile “Kahrolsun Kürtler” sloganları birbirine karışıyor. Irkçı faşist MHP’nin “Ya sev, Ya terk et” yaklaşım ve şiarı bu eylemlerde kışkırtılmış kitlelerin yol göstericisi oluyor. Eylemlerde yer yer Kürt kökenli işletmecilerin lokalleri basılıp, tahrip ediliyor, eylemlere karşı sesini yükseltme cesareti gösterenler “Vurun hain Kürde” çığlıkları ile linç girişiminin hedefi haline geliyor. Bir çok Kürt emekçisi ulusal kimliğinin açığa çıkacağı, saldırı hedefi haline gelebileceği korkusu içinde yaşıyor. DTP büroları terörist faşist saldırıların hedefi oluyor. Şimdiye dek onlarca DTP bürosu sivil faşistlerin bombalı, Molotoflu saldrırı eylemlerinin hedefi oldu. Devletin resmi faşist güçleri bir dizi DTP bürosunu “Teröristlere yardım ve yataklık” suçlaması ve delil toplama bahanesi ile bastı. DTP’li belediye başkanları, parti yöneticileri sudan bahanelerle tutuklanıyor, haklarında onlarca dava açılıyor. DTP faşist TC’nin PKK’ya karşı mücadelesinin bir aracı haline getirilmeye çalışılıyor. Bunun olmadığı yerde ise yasaklama ve linç tehdidi bu partinin kafası üzerinde bir Demokles kılıcı gibi sallandırılıyor.
Bu gelişmeler karşısında yapılması gereken, Kuzey Kürdistan’da savaşın durdurulması için, kışkırtılan Türk ırkçılığına ve yaratılan linç atmosferine karşı mücadele için kurulabilecek en geniş eylem birliklerini yaratmak için çalışmaktır.
Neden bütün bunlar? Ve neden şimdi? Burjuva medya hep bir ağızdan bu gelişmelerin nedeninin PKK’nin son dönemde artan eylemliliği olduğu yalanını yayıyor. Son bir ay içinde PKK ile devlet güçlerinin girdiği çatışmalarda, çok sayıda Türk askerinin ölmesi, “sabrı taşıran” son damla olmuş muş ta, artık bıçak kemiğe dayanmış mış ta, PKK terörüne son vermek için Güney Kürdistan’daki PKK kapmalarının yok edilmesi mutlak gereklilik miş te, artık ya ABD Apo’da yapmış olduğu gibi, PKK önderlerini yakalayıp Türkiye teslim edermiş, ya da TC kendi işini kendi yaparmış mış ta, Türkiye Güney Kürdistan’daki aşiret reislerini muhatap almazmış mış ta ve zaten bu aşiret reisleri de PKK terörüne yardım ve yataklık ettikleri için hedefmiş miş te vs.vs.. Ve bütün bunları gören halkımız da şimdi kendiliğinden eline bayrağını almış, yollara düşmüş ! Anlatılan masallar bunlar. Gerçekler başka. Yollara düşen binler, on binler son on yılların en yoğun ırkçı-Türkçü medya kampanyası sonucu yollarda. Ve başını örgütlü MHP’li bozkurtlar, devletin kimilerince “derin” diye adlandırılan özel savaş örgütlerinin elemanları çekiyor. PKK ye mal edilen eylemlerin ne kadarını gerçekte PKK’ya ait olduğu bir giz! Öyle ki, PKK’nin açıkça “biz yapmadık” dediği ve kışkırtmada kullanılan bir dizi eylem de ısrarla PKK’nin eylemi olarak gösteriliyor. Bunun en son örneği ırkçı kampanyanın başlangıcında önemli rol oynayan Beytüşebap’taki minibüs taranma olayı. Askerlerle çatışmalara gelince, saldırıda olan PKK’yi yok edeceğini ilan eden faşist Türk ordusu! PKK yok edilme saldırısı altında bulunan her kişi veya örgütün yapacağını yapıyor. Kendini savunuyor. Kısaca öne sürülen nedenler; gerekçeler gerçek nedenler değil, bahaneler. Gerçek nedenler öncelikle Türkiye’de Egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar dalaşındaki gelişmelerde, dışta ise öncelikle Ortadoğu’da Irak’ın , TC’nin 1 Mart Tezkere kazası sonucu doğrudan katılamadığı- Irak işgali ardındaki gelişmelerde yatıyor. İçte son yıllarda iktidarlarını paylaşmak, evet giderek yitirmek tehlikesi ile karşı karşıya kalan Kemalist faşist bürokrat burjuvazi, başta bu kesimin temel aracı olan ordu, ortamı gererek, ülke içinde ırkçı-Türkçü, ve Kemalistlerin anladıkları tarzda “laikçi” bir histeri ve savaş ortamı yaratarak, iktidarlarını koruma mücadelesi veriyor. Normal gidişat içinde bu kesimin artık halkın çoğunluğuna dayanarak iktidarını sürdürme şansının olmadığı yapılan 22 Temmuz seçimlerinde ve en son olarak da Anayasa değişikliği ile ilgili referandumda görülmüştür. Bu durumda bu kesim için içte olağanüstü hal, savaş hali, sıkı yönetim, inisiyatifi ele geçirmenin, iktidarlarını sürdürmenin gidilebilir bir yolu olarak görünmektedir. Dışta, TC’nin yanı başında ABD’nin desteği ve denetiminde bir Kürdistan Devleti oluşmaktadır. Irak’ın en zengin petrol yataklarının bulunduğu bölgelerden Musul doğrudan bu Kürdistan’a dahildir. Kerkük için ise İşgalci ABD’nin yazdırdığı Anayasa’da referandum öngörülmüştür. Kerkük’ün de bir referandum sonucu Kürdistan’a bağlanması TC açısından, Türkiye egemen sınıflarının tüm kesimleri açısından bir felaket senaryosudur. Bu gelişmenin engellenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda önce “müttefik” ABD, Türkiye ile Kürtler arasında seçim yapmaya zorlanacak, bu seçim Türkiye lehine olmazsa, o zaman askeri müdahaleyle gelişme doğrudan engellenmeye çalışılacaktır. Bu tabii ki “evdeki hesap”tır. Ve evdeki her hesap gibi “çarşıya uymama” olasılığı çoktur. Türk egemen sınıflarının bugünkü çözümü, geleceğe yönelik olarak bir dizi bilinmezi içinde barındırmaktadır. Bütün emperyalist büyük güçlerin egemen olmak için dalaştığı bir alan Ortadoğu. Irak çelişmelerin odaklandığı alanlardan biri. ABD emperyalistleri açısından, işgal altındaki Irak’ın en güvenlikli ve istikrarlı görünen Kürdistan bölgesinde, ABD nin Iraktaki en güvendiği ve dayandığı güç olan Kürt yönetimini de karşısına alacak bir savaş hiç istenen bir şey değil. Ortadoğu’da zaten çok istikrarsız olan güç dengelerini altüst edebilecek, TC’nin emperyalist dünya içindeki konumunu, ittifaklarını vb. değiştirebilecek gelişmelere de gebe bir adımdır atılmak istenen. Fakat görünen egemen sınıfların bu kez kararlı oldukları, “fırsatı değerlendirmek” niyetinde olduklarıdır. Yığınak yalnızca şov amacına hizmet etmiyor. Her halükarda bu gelişmelerde en azından belirli bir süre inisiyatif ordunun eline geçecektir. AKP bu inisiyatifin ordunun eline geçmesi durumunu sınırlamak, azdırılan milliyetçiliğin doğrudan hedefi haline gelmemek için de için şimdi kendisi saldırgan militarist bir söyleme sarılmış durumda. Meclisten çıkardığı tezkereyi de inisiyatifi bütünüyle kaybetmemek için kullanıyor. Bir açık saldırı halinde tabii emekçiler milliyetçi- ırkçı propaganda temelinde ordunun arkasında saflara çağrılacaktır. Bugün daha hazırlıklar sırasında olan budur. Genel Kurmay gösteriler bağlamında “duyarlı vatandaşlar” a teşekkürlerini sunarak, bu gösterilerin neye ve kime hizmet ettiğini çok açık belgelemiştir. Savaşın Güney Kürdistan’a da taşınması halinde bugünkü ırkçı cinnet, en azından belli bir süre daha da azacak, azdırılacaktır.
Türkiyeli/Kuzey Kürdistanlı işçilerin, köylülerin, emekçilerin Güney Kürdistan’a karşı yürütülecek bir saldırı harekatından, bir savaştan bir çıkarı yoktur. Tersine böyle bir savaş Türkiye/Kuzey Kürdistanlı emekçilerin de yaşamsal çıkarlarına ters karşı-devrimci bir savaş olacaktır. Bu savaş Türkiye/ Kuzey Kürdistanlı işçilerin, köylülerin, emekçilerin Baş Düşmanı olan TC’nin hakim sınıflarının çıplak çıkarları için yürütülmek istenen bir savaştır. Böyle bir savaş bir yandan bölgedeki halklar, emekçiler arasında düşmanlığı körükleyecek, Türkiye/Kuzey Kürdistan içinde de militarist, faşist kliklerin güçlenmesine hizmet edecek, işçi ve emekçilerin hak alma mücadelelerini geri plana itecek, ulusal çıkarlar adına demokratik hakların tırpanlanmasına hizmet edecektir. Daha şimdiden azdırılan şoven milliyetçilik ve ırkçılık çok daha büyük boyutlara varacak, Türkiye/Kuzey Kürdistan’da daha şimdiden egemen olan linç atmosferi daha da ağırlaşacaktır. Böyle bir savaş , Türkiye/Kuzey Kürdistan’da halklar arasında düşmanlığın körüklenmesine de fırsat yaratacak, gelecekteki olası bir özgür birlikteliği de olağanüstü zorlaştırabilecektir. Burjuvazinin bir kesiminin bile alçak sesle de olsa karşı çıktığı böyle bir savaşın ateşli savunucuları, Türkiye/ Kuzey Kürdistan toplumunun en gerici, en şoven, en saldırgan, faşistler içinde de en azgın unsurlarıdır. Bunlar gelinen yerde ülke içinde bir Türk- Kürt savaşı ile, Kürt sorununun etnik temizlik yoluyla “nihai çözümü” gibi çılgınlıkları bile hesap içine almış olan, yer yer açıkça tartışan unsurlardır. Şimdi bunlar Türk Genel Kurmayının işareti doğrultusunda sokaklara salınmıştır. Bu gelişmeler karşısında bütün milliyetlerden işçi ve emekçilerin yapacağı tek şey vardır: Eldeki tüm imkan ve araçlarla Güney Kürdistan’a yönelik saldırı ve işgal tehdit ve hazırlıklarına karşı mücadele edilmelidir. Güney Kürdistan’a yönelik savaşa bütün araç ve imkanlarla dur denmelidir! Bu savaş işçi ve emekçilerin savaşı değil, işçi ve emekçilere karşı savaştır!
Savaş’ın engellenememesi halinde ise yapılması gereken, silahların gerçek düşmana karşı çevrilmesi, Türk Ordusunun alabileceği en büyük yenilgi için çalışmak, savaşı Türk egemenlerine karşı, her şeyden önce de militarist faşist kliği tarihe gömmek için iç savaşa dönüştürmeye çalışmaktır! Biz hayalci değiliz. Bugünkü güç dengesinde, işçi sınıfının ve emekçi yığınların bugünkü bilinç ve örgütlenme seviyesinde bu görevleri yerine getirmede büyük zorluklar olacağını, başarı şansının az olduğunu biliyoruz. Fakat bu doğru olanın ne olduğunu açıkça ortaya koymamızın, ve elimizden geleni yapmamızın engeli değil.
Bugün Türk Faşistlerinin saldırılarının merkezinde Kürt Ulusu duruyor. Kürt Ulusu’nun şimdi Kürdistan’ın bir parçasında devletleşmesi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ise ulusal kimliğine sahip çıkar, ulusal haklar talep eder hale gelmesi, Türk faşistlerini çıldırtıyor. Bir Türkü “dünyaya bedel” görenler, düne kadar “kart kurt”lu “dağ türkü” olarak gördüklerinin, şimdi ulusal eşitlik konusunda aslında gelinen yerde çok geri olan talepleri karşısında bile öfkeleniyor, azgınlaşıyor. Sokaklarda Kürt insanlar aşağılanmanın, sürek avının hedefi oluyor. Kürt Ulusal Hareketinin en önemli legal örgütlerinden biri olan ve 22 Temmuz seçimlerinde 20 milletvekilini Türk Meclisine sokmayı başaran DTP’ye PKK’yi terörist olarak adlandırması için baskı yapılıyor. Ya PKK yi terörist adlandırır, mahkum edersin, ya da yasaklanırsın alternatifi dayatılıyor. Egemen sınıflara DTP’nin genelde şiddete karşı çıktığını açıklaması, cumhuriyet bayramını kutlaması, Türk ordusunun “şehit” leri bağlamında taziyede bulunması vb. vs. yetmiyor! Kürt emekçileri TC’ye sahip çıkmak, kendini inkar etmek, PKK’ yi lanetlemek konusunda olağanüstü bir baskı altında tutuluyor. Kürt kimliğinin savunulmasının linç gerekçesi olabildiği bir ortamda, Kürdistan illerinde faşist devletin düzenlediği savaşa destek, PKK ye lanet mitinglerine bir dizi Kürt de katılmak zorunda kalıyor. Böyle bir ortamda, tüm komünistler, devrimciler, ilericiler, gerçek demokratlar “Hepimiz Kürdüz” şiarı altında birleşmelidir. Bu özellikle Türk olan işçilerin, emekçilerin bugünkü acil görevidir. Kavranılması gereken şudur: Faşistlerin saldırdığı bu devletin çizdiği sınırları sorgulayan herkestir. Kürt ulusuna bu düşmanlığın ve saldırıların temelinde yatan, Kürtlerin ulusal bilince kavuşması, ve TC devletinin “hepimiz Türküz” yalanını sorgulaması, kendileri için en basit, ulusal, demokratik hakları talep etme cüreti göstermesidir. Bu saldırılara karşı çıkmayan bir Türk emekçisi, emekçi sınıf kardeşlerine karşı ‘kendi burjuvazisi’nin kuyruğunda hareket ediyor demektir. Kendi öz sınıf çıkarlarına ihanet ediyor demektir
Bugün büyük gürültülerle TC’nin kuruluşunun 84. yıldönümü kutlandı. Ve her zaman olduğu gibi yine bu TC’nin “sonsuza dek” yaşayacağı yeminleri edildi. Çoluk, çocuk, kadın, erkek yüz binlerce insan ellerinde müsamere bayrakları, dillerinde 10. yıl marşı cumhuriyete bağlılık ve inançlarını dile getirdiler. Cumhuriyet Bayramı kutlamaları da, Güney Kürdistan’a karşı saldırının, Kuzey Kürdistan’da savaşı yükseltmenin , ırkçı Türkçülüğü azdırma kampanyasının parçası oldu. “İlelebet” yaşayacağını söyledikleri Cumhuriyet’in gerçekte sonu gelmiştir. 1923’te Türk olmayan milletlerin milli haklarının inkarı temelinde kurulan, Türkiye sınırları içinde yaşayan herkese Türk kimliğini dayatan, ordunun ve devlet bürokrasisinin vesayetinde bir kapitalizm öngören, Ordu’ya ilk görev olarak bu Cumhuriyeti koruma ve kollama görevini veren Cumhuriyet’in sonu gerçekte gelmiştir. Bu son bir yandan Kürt ulusu’nun muazzam ulusal uyanışı ile birlikte gelmiştir. Bu Cumhuriyet ya kendini bir türlü bu gelişmeye uyduracaktır, ya da uydurmazsa 1923’te çizilen sınırların ve yapının kökten değişikliklere uğramasını göze alacaktır. Her iki halde de bu cumhuriyet 1923’te kurulan Cumhuriyet olmayacaktır. Diğer yandan özel sermayeli büyük burjuvazi gelişmesi içinde devlet bürokrasisinin vesayetinden kurtulmaya, ülkenin gerçek efendisi olmaya yönelmiştir. “Liberalizm” , “kişi hak ve özgürlükleri” “devletin bireyin efendisi değil, hizmet sunucusu olduğu bir toplum” gibi kulağa hoş gelen sahte demokrat kavramlar ardında bunlar iktidarı bütünüyle ellerline geçirmeye yönelmiştir. Bu iktidar dalaşı da aslında 84. yıllık TC’nin, artık kurulduğu biçimiyle yolun sonuna geldiğini, en iyi halde uzatmaları oynadığını göstermektedir.
Peki ama gidenin yerine gelmekte olan nedir? Gelen işçiler- köylüler- emekçiler için ne getiriyor? Gelen Türk olmayan milliyetler için ne getiriyor? Gelen de giden gibi Sömürücülerin Cumhuriyeti! İşçiler-emekçiler için bu Cumhuriyet’te de olan en büyük özgürlük kendini, emeğini sömürtme özgürlüğü olacaktır. O da iş bulunursa! Bu cumhuriyette fakat, eskisinden biraz farklı olarak “devlet” artık her şeye kadir “baba” rolünde olmayacak, “Serbest Pazar ekonomisi”nin acımasız kuralları daha eksiksiz uygulanacaktır. Devlet işletmelerinin özelleştirilmesi bütün sonuçlarıyla ilerletilecektir. Sömürü yoğunlaşacak, bir yandan küçük bir azınlığın zenginliği artarken, buna paralel olarak açlık, sefalet içinde yaşayanların sayısı da artacaktır. Siyasi alanda Batıdaki gelişmiş devletlerin uyguladığı yasalar, bu Cumhuriyete de aktarılacak, ordunun ve bürokrasinin egemenliği gerileyecek, toplum “sivilleşecek” , bu emekçi yığınlara demokrasi olarak sunulacaktır. Bu cumhuriyette, kemalizmin din yorumu temelinde, dini “devlet dini” haline getirme anlamındaki “laik”lik kalkacak, tarikatların, tekkelerin gücü artacaktır. Bu da gerçek laiklik olarak sunulacaktır. Ulusal soruna gelince : Tekçi –tek millet-tek bayrak-tek vatan- zihniyet bu cumhuriyette de egemen olacaktır. Bu cumhuriyet te ulusların kendi kaderini tayin hakkını, yani ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını tanımayacak, en iyi halde “Türkiyelilik” üst kimliği altında zoraki birliğe ses çıkarmayan, Türk olmayan milliyetlerin “alt” kimlikler olarak belli kültürel hakları kullanmasını kabul eden bir cumhuriyet olacaktır. Yani sonuç olarak bugün sırtını duvara dayamış olan ve gitmemek için direnen militarist faşist TC’nin yerine gelmekte olan, siyasi olarak emperyalist dünyada “ılımlı İslam” temsilciliğine layık görülen AKP’nin temsil ettiği Cumhuriyet te işçiler –emekçiler- ezilen halklar açısından tercih edilecek bir alternatif değildir. Böyle bir Cumhuriyet te işçilerin- emekçilerin, ezilen milliyetlerin, genelde ezilenlerin hiçbir temel sorununa hiçbir gerçek çözüm getiremez.
Gerçek çözüm, hakim sınıfların tümünü, onların sömürü düzenlerinin her biçimi ve modelini tarihin çöplüğüne gömecek olan işçilerin, emekçilerin kendi iktidarındadır.
Gerçek çözüm işçi sınıfı önderliğinde Devrimdedir.
Bugün bütün sınıf bilinçli işçiler bu hedefe kilitlenmeli, bütün mücadelelerini bu perspektifle yürütmelidir !
29 Ekim 2007
Bolşevik Parti Merkez Komitesi