Maoist Komünist Partisi (MKP) ve
ulusal sorun üzerine biraz daha…

Stêrka Bolşewîk’in 22. sayısında MKP’nin ulusal sorunda belli yaklaşımlarını eleştiren bir yazı yayınlandı. Adı geçen yazıda; ulusal sorunun özü, Kuzey Kürdistan’da örgütlenme sorunu, PKK değerlendirmesi konularında MKP’nin yanlış bulduğumuz pozisyonlarını eleştirdik. Bu yazıda da önemli bulduğumuz kimi yanlış pozisyonlarına değineceğiz.

Sınıf Teorisi’nin 1. sayısında; MKP 1. Kongre belgelerinden alındığı belirtilen ve “Eski Toplum ve Eski Devleti Aşmak; Ama Nasıl?” başlıklı bir yazı yayınlandı. Burada ele alıp eleştireceğimiz belge, bu yazıdır.

Kürdistan sömürge midir?

MKP’nin ulusal sorun bağlamında tartıştığı bir konu da Kürdistan’ın sömürge olup olmadığıdır. Bu konuda takındığı tavırda MKP sömürgeciliğin ne olduğunu şöyle ifade etmektedir:

“Sömürgecilik, siyasi, askeri ilhakın yanısıra, ekonomik ilhakı da şart koşar.” (Sınıf Teorisi, Nisan, Mayıs 2003, Sayı 1, sayfa 59)

Bu yaklaşım kendisini Kürdistan bağlamında şöyle gösteriyor; Kürdistan siyasi ve askeri olarak ilhak edilmiştir, ama ekonomik olarak ilhak edilemediği için, Kürdistan sömürge değildir.

Her şeyden önce vurgulanması gereken şey, siyasi ve askeri olarak ilhakın varlığı savunulduktan sonra ekonomik ilhakın olmadığını savunmanın yanlış ve saçma bir düşünce olduğudur. Ama MKP’nin böylesi saçmalıkları savunmasının, temel yaklaşımlarına bakıldığında doğal olduğu açıktır.

Temel yaklaşımı oluşturan bu yanlış tezin açıklaması da ekonomik ilhakın gerek Osmanlılar döneminde gerekse de TC döneminde gerçekleşmediği iddiasına dayanmaktadır. Şöyle tavır takınmaktadırlar:

“Osmanlı ekonomik gücü, ilhak ettiklerinden üstün değildir. Üstünlük askeri alandadır. Fethettikleri topraklarda, askeri üstünlüklerini kurdular. Askeri ilhak gerçekleştirebildiler ama ekonomik ilhakı değil!” (agd. sayfa 60)

Osmanlıların üstünlüğü sadece askeri üstünlük olarak görüldüğü için, bu üstünlüğe bağlı olarak askeri ilhakın gerçekleştirildiği; ama Osmanlının ekonomisi, askeri olarak ilhak ettikleri güçlerden üstün olmadığı için ekonomik ilhakı gerçekleştiremedikleri düşüncesi savunulmaktadır. Bu tespitin kendisi de kuşkusuz ki, somut verilere dayanmamaktadır. Eğer bir imparatorluk şu ya da bu ülkeyi askeri olarak ilhak ve işgal ediyorsa, o ülkenin ekonomisinin esas sahibi ve belirleyicisi de o hakim güçtür. Yani, genel olarak Osmanlı döneminin üretim biçimi feodal yapıya uygun olması bağlamında diğer feodal biçimlere karşı üstün olmaması durumu, ekonomideki egemen gücün ilhakçı, işgalci güç olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Bu basit gerçeği atlayan MKP bu tezini ispatlama amacıyla şunları da savunmaktadır:

“Osmanlı hakimiyeti altındaki Kürdistan’da, yerli bey ve aşiretler temel üretim aracını elinde tutabilmektedir. Yerli halk doğrudan yerleştirilen istilacı kolonilere değil, yerli despotlara angarya çalışma durumundadırlar. Yerel yönetim yerli ağa ve beylerin elindedir. Osmanlı devleti her yıl vergi ve savaşta da asker almaktaydı. Duygusal-hamasi değil, gerçekliğe bilimsel bakılacaksa bu statüye, klasik sömürgecilik denilemez.” (agd. sayfa 60)

MKP’nin yaklaşımı, Kuzey Kürdistan-Türkiye devrimci hareketinde 1970’li yıllardan bu yana bir türlü aşılamayan yanlış bir yaklaşımın sürdüğünü göstermektedir. Bunlara göre sömürge olması için “klasik sömürgecilik” gerekmektedir. Bu yaklaşım, kendisine komünist diyen MKP’nin ne kadar tarihin gerisinde kaldığını, gelişmelere diyalektik materyalist yaklaşımla yaklaşmadığını göstermektedir.

Klasik sömürgeciliğin dışına çıkamadıkları için de Osmanlıların Kürdistan’ı yerli bey ve aşiretler aracılığıyla yönetmiş olmasını da Kürdistan’ın sömürge olmadığının önemli bir diğer nedeni olarak gösteriyorlar. Ama yerli bey ve aşiret ağalarının kimin hizmetinde olduğunu, Kürdistan’da kimin iktidar aracı olduğunu sormak bile akıllarına gelmiyor!

Osmanlı devleti, 14-17. yüzyıllar arasında esas olarak askeri güç temelinde fetihlere dayanan merkezi feodal bir devletti. Bu devlette, “tımar sistemi”, “kapıkulu ordusu”nun olması, feodal merkezi devletin önemli iki özelliğini oluşturmaktadır.

Tımar sistemi; mülkiyeti saraya, bir sülaleye (Osmanoğulları) onların içinde de en yüksek otorite olan andaki padişaha ait olduğu varsayılan, fethedilmiş toprakların ve bu topraklar üzerinde yaşayıp üreten köylünün (reaya) kullanım hakkının, “savaşlarda yararlılığı görülen” kişilere (sipahi), ya da yerel otorite durumunda olanlara verilmesi biçiminde bir sistemdir. Bu sistemde tımarın kullanım hakkına sahip olan kişi (sipahi), tımarın gelirine göre belirlenen sayıda atlı askeri (cebeli) savaşa hazırlamak ve sefer anında belirtilen yerde orduya katılmak yükümlülüğüne sahipti. Aynı zamanda sipahi belirlenen yıllık vergiyi de devlete vermek zorundaydı.

Osmanlı devletinin Batıya karşı askeri üstünlüğü, batıda kapitalizmin gelişmesi sonucu bir süre sonra gerilemeye başladı. 17. yüzyılın başlarından itibaren denge Batı lehine değişmeye başladı.

Kürdistan tarihsel olarak İran ve Osmanlı devleti arasında, Çaldıran Savaşı (1514) sonrası, resmi olarak da 1639’daki Kasr-ı Şirin anlaşması ile ikiye bölünmüştür. Kürdistan’ın iki kesiminde de İran ve Osmanlı devleti Kürdistan’ı Kürt beyleri aracılığıyla yönetme durumundadır.

MKP bu durumu sömürge olmamanın nedeni olarak gösteriyor. Sömürgecilikten MKP’nin anladığı gibi sadece “klasik sömürgecilik” anlaşılırsa, o zaman Kürdistan da sömürge olarak görülemez. Ama sömürgecilik sadece klasik sömürgeciliğe indirgenemez. Sömürgeciliğin de çeşitli biçimleri ve evreleri vardır.

“Sömürge politikası ve emperyalizm, kapitalizmin en son aşamasından, hatta kapitalizmden önce de vardı. Kölecilik üstüne kurulu Roma, sömürge politikası izlemiş, emperyalizmi gerçekleştirmişti. Fakat, toplumsal ve ekonomik formasyonlar arasındaki radikal farkları unutan ya da arka plana atan emperyalizm üzerine bütün ‘genel’ değerlendirmeler, kaçınılmaz olarak, ‘Büyük Roma’nın ‘Büyük Britanya’ ile karşılaştırılması gibi birtakım boş bayağılıklara ve palavralara düşecektir. Zira kapitalizmin önceki evrelerindeki kapitalist sömürge politikası bile, mali sermayenin sömürge politikasından önemli farklılıklar gösterir.” (Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, İnter Yayınları, sayfa 85)

Osmanlı devletinin sömürge politikası ile Batıda kapitalist devletlerin sömürge politikası ve emperyalizmin sömürge politikası birbiriyle eşitlenemez. Yapılırsa da bu eşitleme doğru bir eşitleme olmaz.

Sömürgeciliğin çeşitli biçimleri var dedik ve Lenin’den sömürgecilik tarihinin çok eski olduğunu, fakat kapitalizm öncesi sömürge politikaları ile kapitalizmin sömürge politikası ile mali sermayenin sömürge politikalarının arasında önemli farklılıklar olduğunu gördük. Sömürgeciliği kabaca şöyle ayırabiliriz.

Klasik sömürgecilik. Denizaşırı sömürgecilik de denir. Sömürgeci devletle toprak birliğinin olmaması, askeri olarak işgal etmek, ya sömürge valisi aracılığıyla yönetme, ya da yerel uşaklardan bir yönetim aracılığıyla yönetme biçimi. Bu sömürgeciliğe Hindistan örneğini verebiliriz.

İç sömürge. Toprak birliğinin olması. Yani buna komşu olma da diyebiliriz. İlhak ve işgal. Yerel yönetimleri lağvetme, merkezi hükümetin kurumları ile yönetme. Bu tip sömürge de, yerel yönetim organları aracılığıyla yönetimi dıştalamaz. Bu tip sömürgelere Kürdistan’ın dört parçasını, Srilanka’da Tamil bölgesini, Bask örneğini verebiliriz.

Yeni sömürgecilik. Görünüşte siyasi olarak bağımsız, gerçekte askeri, ekonomik, siyasi olarak emperyalizme bağımlı olma durumu. Birinci emperyalist paylaşım savaşından sonra, gelişmeye başlayan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hakim hale gelen sömürgecilik tipi.

Yeni sömürgeciliğe yarısömürge ülkeleri, bağımlı ülkeleri örnek verebiliriz.

Marksizm-Leninizm’in öğretmenleri sömürgecilik üzerine yazdıkları yazılarda, yürüttükleri tartışmalarda, MKP gibi askeri ilhak, ekonomik ilhak vb. ayrımlar yapmamışlardır. Onlar ilhakın olduğu yerde, ilhak ile sömürge olma olgusunu aynı kategoride ele almış, kendi kaderini tayinin çiğnendiğini ortaya koymuş ve ayrılma hakkını savunarak ilhaka karşı mücadele etmişlerdir.

MKP’ye göre Osmanlı devleti döneminde “siyasi ve askeri olarak ilhak olan, sömürge olmayan Kürdistan” acaba TC devleti egemenliği döneminde nasıldır?

“Eskiden de kendisi sermaye ihraç alanı olan Türkiye’nin, Kürdistan’ı siyasi-askeri ilhakını ekonomik ilhakla tamamlaması tabii ki zordu.” (sayfa 62)

“Emperyalizm döneminde emperyalist devletler Kürdistan pazarını uşakları Türk komprodor patron ve büyük toprak ağalarına kaptırmayacakları, kaptırmadıkları anlaşılırdı” (sayfa 62)

“Türk egemenleri, Kürdistan’da siyasi ilhakı gerçekleştirmişlerdir. Emperyalizmin desteğinde siyasi ilhakın asıl sahibidirler.
Genel tanımlama ile sömürgecilik siyasi ve ekonomik ilhaktır. Kürdistan’da siyasi ilhakı gerçekleştiren Türk egemenleri, zayıf ekonomik gücü yüzünden ekonomik ilhakla birleştirememiştir.” (sayfa 62)

Osmanlı Devleti döneminde; “geri ekonomik gücü yüzünden, hakimiyeti altındaki yerleri, sömürgeleştir”emeyen, “Yerel yönetim yerel ağa ve beyler”in (sayfa 60) elinde olduğu için sömürge olmayan Kürdistan, TC’nin egemenliği döneminde de ilhak olmasına rağmen MKP tarafından sömürge olarak görülmüyor.

Onların yaklaşımına göre, Türk egemenleri ekonomik olarak, Osmanlı devleti gibi zayıftır. TC ekonomik olarak emperyalizme bağımlıdır! Bu bağımlılık sonucu Kürdistan’ı işgal etmiş olmasına rağmen, sömürgeleştirememiştir!! O zaman Kürdistan’da asıl sömürgeci güç kim? Bu soruya yazıda açıkça cevap yoktur. Satır aralarından çıkan sonuç bu gücün emperyalizm olduğudur.

Yarısömürgelerin sömürgesi olur mu?

MKP’nin yaklaşımına bakıldığında bu soruya hayır cevabı vermek gerekiyor. Ama böylesi bir cevap Marksizm-Leninizm bilimi çıkış noktası alındığında yanlış bir cevap olacaktır. Çünkü işçi sınıfının kurtuluşunun yolunu gösteren bu bilim, her somutun kendi içinde, tarihsel gelişmeler gözönüne alınarak incelenmesini talep eder. Ama bu bilimsel yaklaşımdan uzak MKP’den böylesi bir tavrı beklemek boş bir beklenti olacaktır.

Gerçeklerin incelenmesi temelinde değil de, kendi kafalarında oluşturdukları “gerçekler”e karşı çıkamayanlarla (!) polemik içinde şunları savunmaktadırlar:

“Kürdistan’ın Türkiye’nin sömürgesi olduğunu ispatlamak için Troçkizmin bilinen alt emperyalizm teorisine sarıldılar. Yarı-sömürge Türkiye’yi gerçeklere rağmen sosyo-ekonomik-siyasi yapısıyla emperyalizm seviyesine çıkardılar. Bu yanlıştır. Peki emperyalizm döneminde, yarı-sömürgelerin sömürge edinebilmeleri hiçmi mümkün değil diye mutlak bir yaklaşım olabilir mi? Mutlaklaştırma elbette doğru değildir.
Emperyalistler esas çelişkilerin çıkılamaz derinliğinde genel değil, istisna olarak bağımlı devletlerin sömürge edinmelerinin muhtemelliğinden Lenin de bahseder. Ancak Türkiye açısından böyle bir durum olmamıştır.” (sayfa 62)

Türkiye’yi emperyalizmle eşitlemek, genel olarak emperyalist olarak nitelendirmek elbette yanlıştır. Fakat Türkiye bağlamında şunlar da olgudur:

Osmanlı devletinin iç sömürgesi olan Kuzey Kürdistan’ı TC “ayrılmaz vatan toprağı” olarak devralmıştır, Kuzey Kürdistan’ın ilhakı TC tarafından da sürdürülmüştür. Batı Ermenistan TC devletinin işgali altındadır. Kuzey Kıbrıs TC’nin işgali altındadır. Hatay ilhak edilmiştir. TC açısında Musul ve Kerkük de “milli sınırlar” içinde sayılmaktadır ve TC, Musul ve Kerkük’ü ilhak etme hayalleriyle yanıp tutuşmaktadır.

Sömürgeci TC, Ortadoğu’da, yayılmacı hedefleri olan, verdiğimiz örneklerde de bunu göstermiş olan, emperyalizme bağımlı da olsa, emperyalist yayılmacı siyasete sahip ve bu yönde hedefleri olan bir devlettir. Yayılmacı hedeflerinin olması, TC’nin eşittir ABD emperyalizmi gibi emperyalist bir güç olduğu anlamına gelmez. Olgu TC’nin yayılmacı emellerinin olduğudur. Bu olgunun konulması da yanlış değildir. Bunun da ötesinde, bu genel tavır bilinçte tutularak, Kuzey Kürdistan, Batı Ermenistan, Kuzey Kıbrıs ve Hatay vb.nin somut durumu bağlamında Türkiye’nin evet emperyalist bir güç olduğu da söylenebilir, söylenmelidir de!

Emperyalizm döneminde yarısömürgelerin sömürgesi olamaz şeklinde bir mutlaklaştırmayı doğru görmeyen MKP, Türkiye’yi bunun dışında tutmakta, teorik olarak yarısömürgelerin sömürgesi olabileceğini kabul eder görünmektedir. Türkiye’yi bunun dışında tutmak, aslında TC’nin sömürgeciliğini temize çıkarmaktır.

MKP’nin tersine Lenin, bağımlı ülkelerin sömürge edinmelerinin “muhtemelliğinden” bahsetmez, olgudan yola çıkar ve somutu değerlendirir.

“Büyük devletlerin sahip oldukları sömürgelerin yanına, küçük devletlerin, sömürgelerin mümkün ve olası bir ‘yeniden paylaşımı’nın deyim yerindeyse en yakın öznesini oluşturan küçük sömürgelerini koyduk. Bu küçük devletler sömürgelerini ancak, büyük devletler arasında ganimeti paylaşma hususunda anlaşmalarını engelleyen çıkar çatışmaları, sürtüşmeler vs. sayesinde ellerinde tutabilmektedirler. ‘Yarı sömürge’ devletler, doğanın ve toplumun bütün alanlarında rastlamadığımız geçiş biçimlerine örnek teşkil ederler. Mali sermaye, bütün ekonomik ve uluslararası ilişkilerde öylesine önemli, hatta diyebiliriz ki öylesine tayin edici bir güçtür ki, tam politik bağımsızlığa sahip ülkeleri bile boyunduruk altına alabilir ve almaktadır.” (Lenin. Emperyalizm, İnter Yayınları, sayfa 84)

Görüldüğü gibi Lenin; yarısömürgelerin, bağımlı ülkelerin, hatta küçük bir sömürgenin bile sömürgesinin olabileceğini, bunun “muhtemel” olabileceğini değil, olduğunu ortaya koyuyor.

Lenin bu duruma bir kaç örnek verir. Biz bu örneklerden Portekiz örneğini aktaralım.

“Portekiz bağımsız ve egemen bir devlettir, fakat iki yüz yıldır, İspanya Veraset Savaşı’ndan (1700-1714) bu yana, fiilen İngiltere’nin himayesi altındadır. İngiltere, hasımları olan Fransa ve İspanya’ya karşı mücadelesinde kendi durumunu güçlendirmek için Portekiz’i ve onun sömürgelerini savunmuştur. Bunun karşılığında ticari ayrıcalıklar, Portekiz’e ve sömürgelerine meta ihracı ve özellikle sermaye ihracında daha iyi şartlar, Portekiz limanlarından ve adalarından, telgraf şebekesinden yararlanma imkanı vs. elde etmiştir.” (agk. sayfa 89)

Portekiz sömürgeci bir devlet olmasına rağmen, İngiltere’ye bağımlı bir ülkedir. Portekiz örneği teorik bir olasılığı değil, bir olguyu gösteriyor.

İlhak nedir?

Kürdistan’ın ilhak edildiğini ama sömürge olmadığını savunan MKP’ye ilhakın ne olduğunu Lenin’e dayanarak hatırlatalım:

İlhak kavramına genellikle 1) şiddet kavramı (zorla ilhak); 2) ulusal yabancı egemenlik kavramı (bir ‘yabancı’ bölgenin vs. ilhakı) ve -bazen de- 3) statükonun çiğnenmesi kavramı dahildir.”

İstendiği kadar ıkınılıp sıkılınsın şu vargıdan kaçınılamaz; bir ilhak, ulusun kendi kaderini tayininin çiğnenmesidir, devlet sınırlarının halkın iradesine karşın saptanmasıdır.”
(Lenin, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, İnter Yayınları, sayfa, 361, 362)

İlhakın ne olduğu konusunda Lenin bunları tespit etmektedir. Yine aynı Lenin, ulusal sorun sözkonusu olduğunda ezilen uluslarla sömürgeler arasında fark aramanın yanlış olduğunu tespit etmektedir.

MKP ise Kürdistan’ın sömürge olmadığını tespit etmek için ekonomik ilhakın gerçekleşmediği tezini ispatlama çabasındadır.

“Her ilhak sömürge statüsü demek değildir. Sömürge statüsü siyasi ve askeri ilhakın yanısıra ekonomik ilhakı da gerektirir.” (agd. sayfa 88)

Bu tezi savunmanın saçmalık olduğunu yukarıda da tespit ettik bir kez daha vurgulayalım. Her ilhak sömürge değildir. Ama her askeri ilhakın olduğu yerde ekonomik ilhak da vardır. Askeri ilhakın olduğu yerde ekonomik ilhakın olmadığına tek bir örnek yoktur.

Ulusun kendi kaderinin tayini çiğnenerek, işgal, ilhak edilen bir bölgenin, bir ülkenin, işgal eden gücün sömürgesi olduğunu söylemek için MKP gibi ayrımlara başvurmak gereksizdir. İlhak edenin ekonomik geriliği, ilhak edilenin ekonomik üstünlüğü, ilhak edilen ülkenin nasıl yönetildiği, sömürge valisi aracılığıyla mı, yoksa yerel beyler aracılığı ile mi vb. tartışmalar işin özünü açıklamaz. Soruna böyle yaklaşmak yanlıştır ve gerçek soruna cevap vermez.

MKP sömürgeciliğin tek bir biçiminin değil, çeşitli biçimlerinin olabileceğini kavramamakta, sömürgecilikten sadece klasik sömürgeciliği anlamaktadır. Kürdistan’ın durumu klasik sömürgeciliğe uymadığı için, sömürge olmadığını ispatlama çabası içinde yanlış üstüne yanlış yapmaktadır.

Kuzey Kürdistan-Türkiye’de devrimci hareket 1970’li, 1980’li yıllarda Kürdistan’ın statüsü üzerine yoğun tartışmalar yürüttü. Kürdistan sömürge mi, ezilen bağımlı ulus mu? ikilemi içine sıkıştırılarak tartışma yürütüldü. Ayrı örgütlenmeyi savununlar Kürdistan’ı sömürge gördü. Birleşik örgütlenmeyi savunanlar sömürge tezini reddetti.

Aynı tartışmayı MKP de yürütüyor. Tavırları şöyledir:

“Ezilen ulus burjuva milliyetçiliği, ‘sömürgecilik’ tezini, uluslara göre örgütlenme, otonomi, ulusal devlet anlayışlarına gerekçe yapmışlardır. Ezilen bağımlı ulus tezini de bazıları, Kürt meselesine kayıtsız hatta sosyal şoven tutumların, çizgilerin gerekçesi haline getirmişlerdir. Kürdistan’ın statüsünün ne olduğundan ziyade, burada temel mesele, burjuva milliyetçi sosyal şoven yanlış çizgilerdi. Sömürge tezi ayrı örgütlenmenin, burjuva ulusal bayrağın, diğeri de sosyal şovenizmin gerekçesi olamaz. Problem yanlış çizgidedir.” (agd. sayfa 63)

MKP Kürdistan’ın statüsünden ziyade, temel meseleyi çizgi meselesi olarak görüyor. Sömürge mi, ezilen bağımlı ulus mu? tartışmasını doğru bulmayan, problemi yanlış çizgide bulan MKP ne yapıyor? Kocaman bir hiç!

Kuzey Kürdistan’da bölge örgütlenmesi “inceltilmiş milliyetçilik” adı altında reddediliyor. Ulusal sorunda Türkiye bakış açısı korunuyor. Ulusların kendi kaderini tayin hakkının savunulmasının her şeyin ilacı olduğu sanılıyor.

Lenin “Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm” üzerine adlı kitabında, P. Kiyevski ile yürüttüğü tartışmada şu tavrı takınmaktadır:

“Öyle anlaşılıyor ki P. Kiyevski ‘Sömürgelerden defolun’ şiarını bazı Alman ve Hollandalı Marksistlerin ardından öylesine tekrarladı ve bu şiarın sadece teorik içeriği ve önemi üzerine değil, Rusya’nın somut özelliği üzerine de düşünmedi. Bir Hollandalı veya Alman Marksistinin kendini ‘Sömürgelerden defolun’ şiarıyla sınırlaması bir ölçüye kadar affedilebilir, çünkü birincisi, Batı Avrupa ülkelerinin çoğunluğu için, bir ulusun ezilmesinin tipik örneği, sömürgelerin ezilmesidir ve ikincisi, Batı Avrupa ülkelerinde ‘sömürge’ kavramı özellikle açık, anlaşılır ve pratik hayatta kökleşmiştir.

Ya Rusya’da? Rusya’nın özelliği tam da, ‘bizim’ ‘sömürgeler’imiz ile ‘bizim’ ezilen uluslarımız arasındaki farkın belirsiz, soyut ve pratik hayatta kökleşmemiş olmasıdır!

Örneğin Almanca yazan bir Marksistin Rusya’nın bu özelliğini unutmuş olması ne kadar affedilebilirse, P. Kiyevski o kadar az affedilebilir. Sadece tekrarlamayan, düşünmek de isteyen bir Rus sosyalisti için, Rusya ile ilgili olarak ezilen uluslarla sömürgeler arasında herhangi bir önemli ayrım yapmaya kalkmanın özellikle saçma olacağının açık olması gerekirdi.”
(Lenin, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, sayfa 453)

Kuzey Kürdistan sömürge mi, ezilen bağımlı ulus mu? ülke mi? tartışması eğer içerik doğru konulmazsa kavram tartışması olarak yürür. Lenin’in dediği gibi ikisinin arasına özsel bir ayrım çekmek de saçmadır.

Kuzey Kürdistan’da örgütlenme perspektifini doğru koyarsanız, kısaca Kuzey Kürdistan’da tüm ulus ve milliyetlerden işçi ve emekçileri bir partide örgütleme –Türkiye partisi değil– düşüncesini savunursanız, Kuzey Kürdistan’ın statüsünü nasıl gördüğünüz fazla önemli değildir. Kimileri açısından bu sorundaki kafa karışıklığı henüz aşılmış değildir. Kimileri –bunların içinde MKP’de var– sömürge dendi mi eşittir ayrı örgütlenmenin olacağını, ayrı devrimin gündemde olacağını sanıyorlar. Kavranması gerekense komünistler örgütlenme için verili devlet sınırlarını temel alır. Düşmanın bir olması birleşik devrimi gerektirir. Bu devlet sınırları içinde işgal edilmiş, sömürgeleştirilmiş bölgeler, ülkeler varsa, oralarda o ülke ve bölgelerin ulusal özelliklerini gözönüne alan ayrı parti örgütlenmesini savunurlar. Komünistler ulusal örgütlenmeyi değil, bölge, ülke örgütlenmesini savunur. Bir ülkede yaşayan tüm ulus ve milliyetlerden işçi ve emekçileri bir partide örgütlemeyi savunur. Bölgelerin, ülkelerin partilerinin birliğini, birleşik, merkezi partiyi savunurlar.

Ulusal sorun bağlamında da, özellikle egemen ulustan komünistler, devrimciler mücadelenin esas olarak Türk egemenliğine, şovenizmine karşı yürütülmesi gerektiği bilinciyle tüm ezilen ulus ve milliyetlerin özgürlüğünü, eşitliğini savunmalıdır. Bu da kendisini ezilen ulusa (Kürt ulusuna) ayrı devlet kurma hakkı ve tüm milli azınlıklara tam hak eşitliği düşüncesini savunmada ifade etmektedir.

Kısaca aktardığımız bu perspektifi savunan bir yapılanmanın sömürge mi, değil mi, ezilen bağımlı ulus mu, değil mi tartışması belirleyici değildir. Öyle ya da böyle görevlerde değişen birşey olmaz. Bu anlamda arada özsel bir fark yoktur.

Kürdistan’ın statüsü ile ilgili olarak da kısaca şunları vurgulayalım.

Kapitalizmin –Batı Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında– Osmanlı devletinde geç gelişmesi sonucu, Kürt ulusu uluslaşma sürecinin henüz başlarında iken, kemalistlerin İngiliz, Fransız emperyalistleri ile anlaşmaları sonucu Kürdistan Lozan Antlaşması ile dört parçaya bölündü. Böylece Kürdistan’ın daha önce İran ve Osmanlı devlet sınırları içinde ikiye bölünmüşlüğü, Lozan ile dörde –İran, Türkiye, Irak, Suriye– bölünmüşlüğe dönüştü. Kürt ulusunun birleşik ulus olarak toprak birliği emperyalist zor ile daha fazla parçaya bölündü. Toprak birliği ortadan kalktığı için, artık tüm ulus için de yekpare bir iktisadi yaşantı birliğinden de bahsedilemezdi. Dörde parçalanan Kürdistan’ın her parçası, hangi ülke tarafından ilhak edildi ise, o parça egemen olan devletin iktisadi yaşantı birliğinin parçası, o devletin iç sömürgesi oldu.

Çözüm bölgesel özerklik mi?

MKP bu konuda şunları savunmaktadır:

“Milli meselenin çözümünde, devrimci proletaryanın planı, bölgesel özerkliktir. Proletarya iktidarındaki bölgesel özerklik nedir? Öncelikle belirtelim ki; proletarya iktidarı yani devleti, ulusal değil sınıfsaldır. Her milliyetten işçi ve emekçilerin devletidir. Devletin merkezinde bir ulus, bir ulus lehine imtiyaz yoktur, olamaz, olmamalıdır. Ana ve çeper, ya da üst-alt, merkez-bölge biçiminde ulusları bölmek eşitsizliği, gerçek proletarya iktidarı ile bağdaşmaz. Bölgesel özerklik, Lenin yoldaşın da deyimiyle “belirleyici başka esasların yanısıra ulus esasını da dikkate alarak saptanacak bölgeler için geniş tabanlı bir özyönetim ve özerklik” (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları. Sol yayınları Sf. 90 abç) planıdır.” (agd. sayfa 74)

MKP’nin devrimden sonra, milli meselenin çözümü için planı bölgesel özerkliktir. Bu plan kendi başına ele alındığında yanlış bir plan da değildir. İbrahim yoldaş da demokratik halk diktatörlüğü sisteminde bölgesel özerkliği savunur. Ama ulusal sorunun çözümünde marksist-leninistlerin sadece bölgesel özerklik planı yoktur.

Rusya’da Bolşevikler, ulusal sorunun çözümünde programatik olarak 1917’ye dek bölgesel özerkliği savunmuşlardır. Onlar yer yer federasyon biçimindeki bir çözüme karşı çıkmalarına rağmen, merkezi iktidarı ele geçirdikten sonra, Sovyetler Birliği’nin kurulması aşamasında federatif bir devlet yapılanmasına gittiler. Çünkü onlar ezilen ulusların özgürlüğü ilkesine uygun davranıyorlardı ve somut olarak da bölgesel özerkliğin tüm durumlara cevap verecek bir çözüm olmadığını görüyorlardı. Ulusların özgür birliğini, giderek kaynaşmasını ve evet sonuç olarak ulusların ortadan kalkacağı hedefe yürümek için değişik yollara başvurmaktan kaçınmadılar. Bölgesel özerklikten birlik cumhuriyetlerine kadar değişik çözüm yollarını denediler, uyguladılar. Rusya Bolşevikleri devrim öncesinde bölgesel özerkliği savunup federasyona karşı çıktıklarında da esas düşünce olarak, federasyonun iki eşit güç tarafında mümkün olacağı, eşitsizler arasında olmayacağını savunuyorlardı. Sözkonusu eşitsizlik ortadan kalktığında federasyonu da savundular ve uyguladılar.

MKP’nin ise önünde, Dünya Komünist Hareketi’nin geçmişteki deneyleri var. Bu deneylere rağmen MKP devrimden sonrası için bölgesel özerkliği tek çözüm yolu olarak savunmaktadır. Bunu savunan MKP devrim öncesi için bu görüşünün gerekliliklerini yerine getiriyor mu?

Rusya’da ulusal sorunda bölgesel özerkliği savunan Bolşevikler, ezilen ulusların olduğu bölgelerde, ülkelerde ayrı bölge, ülke partisini savunuyorlardı. Sadece savunmakla da kalmıyorlardı, ulusal bölgelerde bu partileri de yaratıyorlardı. Bu ülke partilerinin birliğini RSDİP oluşturuyordu.

MKP ise bölgesel özerkliğin mantıki sonucu olan bölge, Kuzey Kürdistan örgütlenmesini reddediyor. Kuzey Kürdistan’a özgün örgütlenmenin sınıfsal temelde olabileceğini anlayamıyorlar. Çünkü akıllarına, Kuzey Kürdistan örgütlenmesi denince, sadece Kürt örgütlenmesi geliyor! Eh, sınıfsal temelde örgütlenmek gerekiyorsa, bu ulusal temeldeki örgütlenmeyi reddetmek gerekir! Kafaları böyle çalışıyor! MKP Kuzey Kürdistan’da ortak örgütlenme adına Türkiye partisi olarak örgütlenmeyi savunuyor. Türk milliyetçisi, sosyal şovenizm, Türkiye bakış açısı olarak adlandırdığımız tavır tam da budur.

Bilimsel olarak mesele incelendiğinde, Kürdistan’ın iç sömürge olduğunu görmemek için insanın siyasi kör olması gerekiyor. Türkiye merkezli bakış açısı, sosyal şovenizmin etkileri, ulusal sorunda doğruları görmeyi engelliyor. MKP soruna Türkiye penceresinden bakıyor!

Ağustos 2003 •