Tüzük Maddeleri Üzerine Açıklamalar

1
İsim üzerine

Partimiz, 1981’de ortaya çıktığında, ismi TKP/ML (BOLŞEVİK) idi. 1989’da yayınlanan ve 1987’de yapılan Olağanüstü Parti Kongresine (OPK) ait –ve aşağıda alıntıladığımız– bir parti belgesinde, bu isim ve ismin içeriği de ortaya konmuştu.

Türkiye’de bir komünist partisinin isminin neden TKP/ML olması gerektiğini; İbrahim Kaypakkaya yoldaş “TİİKP Program Taslağının Eleştirisi" adlı yazısının “Bilimsel olarak doğru olması ve proletaryanın siyasi bilinçlenmesine katkıda bulunması için partimizin adı ne olmalıdır?" bölümünde parlak bir biçimde gerekçelendirerek ortaya koymuştur. (Bkz. İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Ocak Yayınları, sayfa 35-45)

Sonraki gelişme sürecinde TKP/ML içinde şekillenen oportünist kanatla kendimizi ismen de ayırabilmek için; 1981 Mart’ında gerçekleşen bölünmede, TKP/ML (BOLŞEVİK) I. Konferansında; TKP/ML ismine Bolşevik (B) ekini koyduk. Böylece partiyi Bolşevikleştirme amacımızı partinin isminde de dile getirdik.

TKP/ML (BOLŞEVİK) isminin, tüzüğün gözden geçirildiği 1988’de ne anlama geldiği, TKP/ML (BOLŞEVİK) III. Konferansında alınan, daha sonra Olağanüstü Parti Konferansında da belli düzeltmelerle bir kez daha onaylanan “Bugünkü durumumuz ve görevlerimiz üzerine karar"da şöyle belirlenmiştir:

"Konferansımız bugün bizim durumumuzu ve bu duruma uygun faaliyetleri şöyle değerlendirir:

– TKP/ML (BOLŞEVİK), bugünkü durumuyla, sahip olduğu teorik temeli itibariyle ve bugün savunduğu görüşleri, çizgisi itibariyle, oportünist gruplardan nitelik olarak ayrı, Marksizm-Leninizme sadık kalmaya kararlı, kavradığı her noktada hatalarını aşmaya hazır olduğunu pratikte göstermiş olan, az sayıda Marksist-Leninistin oluşturduğu; Türkiye işçi sınıfının kitle hareketiyle hemen hemen hiçbir bağı olmayan,(*Bu tespit 1987 yılında yapılan bir tespittir ve bugünkü durumumuzu ifade etmemektedir.) amacını gerçek bir Bolşevik Partinin yaratılması, Türkiye işçi sınıfına önderlik ederek Türkiye’de demokratik halk devriminin gerçekleştirilmesi, durmaksızın işçilerin-köylülerin devrimci-demokratik diktatörlüğü şartlarında sınıf mücadelesinin, devrimin sürdürülmesi, sosyalist devrimin gerçekleştirilmesi, proletarya diktatörlüğü şartlarında sosyalizmin inşası, komünizme ilerleme ve dünya çapında komünizmin kesin zaferi için mücadele olarak tespit etmiş Marksist-Leninist bir partidir.

Bolşevik parti isimlendirmesi, gerçek anlamda bir Bolşevik parti bağıntısında, yani teorik bakımdan yetkinleşmiş, Marksizm-Leninizmi bütünlük içinde kavramış, uygulamada ustalaşmış kadrolara sahip, ülke devriminin program ve taktiklerinde her temel noktada berraklığa kavuşmuş, Marksizm-Leninizmi işçi sınıfına taşıma işinde ustalaşmış kadrolara, sürekliliği sağlanmış sağlam bir örgütsel yapıya, işçi sınıfının kitle hareketiyle sağlam bağlara sahip yetkin bir Bolşevik parti olma anlamında, gerçek durumumuzun değil, varmak istediğimiz hedefin bir ifadesidir.

Bu anlamda Bolşevik parti isimlendirmesi, bizim için oportünizme, revizyonizme karşı Marksizm-Leninizmi savunmanın savaş ilanı ve varmayı istediğimiz hedefin ilanıdır.

TKP/ML (BOLŞEVİK), Bolşevik parti inşasını önüne görev olarak koymuştur.

Biz bu görevi çözmek için gidilecek uzun yolun henüz başındayız. Biz Bolşevik parti inşasının birinci aşamasındayız. Bu aşamanın da çok başlarındayız.

Konferansımız, parti inşasının birinci aşaması içinde olduğumuz tespitini yaparken, bugün bizim çözmek zorunda olduğumuz görevler dizisinin içinde önemli bir bölümünün, Rusya’daki Bolşevik partinin somut şekillenme süreci gözönüne alındığında, Stalin’in “İktidarı Ele Geçirmeden Önce ve Sonra Parti" başlıklı yazısında, birinci inşa aşamasının başladığı tarih olarak ortaya koyduğu 1900 sonları öncesinde çözülmüş olduğunun bilincindedir.

Konferansımız, bu aşamada temel görevimizin, partinin biçimlendirilmesi, öncünün kazanılması görevi olduğu yönündeki İkinci Konferans tespitlerimizi bir kez daha onaylar.

Somut olarak önümüzde duran görevler şunlardır:

– Teorik alanda: Marksizm-Leninizmin revizyonizm tarafından çarpıtılmış, tanınmaz hale getirilmiş teorik önermelerine, Marksizm-Leninizmin ilkelerine sahip çıkmak; onları her türden çarpıtmaya karşı ideolojik mücadele içinde savunmak. Bu görevi çözebilmek için Marksist-Leninist eserlerin sistemli eğitimi ve incelenmesi, dünya Marksist-Leninist hareketinin platformunun yaratılması için çalışma. Marksizm-Leninizmin teorik önermelerine sahip çıkılan her konu ve alanda, ülke devriminin program ve taktiklerinin yaratılması. Marksizm-Leninizmin teorisine sahip çıkmada ustalaşmaya paralel olarak, Marksizm-Leninizm ışığında dünyadaki gelişmelerin gözden geçirilmesi ve teorinin henüz cevap vermediği alanlarda cevapların verilmesi.

Bu görevlerin sıralanması, aynı zamanda, teorik çalışmada çıkış noktasının ve ağırlığın ne olması gerektiğini göstermektedir. Sıralama, önce biri bitecek, sonra diğeri başlayacak biçiminde anlaşılmamalıdır. Sıralama, çıkış noktasının Marksist-Leninist ilkeler olması ve Marksist-Leninist hareketin birliği için platformun yaratılması çalışmasının öncelikli olarak ele alınması biçiminde anlaşılmalıdır.

Bugün bizim durumumuzda bu teorik alandaki görevlerin mümkün olan en ileri kolektif bir biçimde çözülmesi; bütün kadroların –en ileri kadrolar da dahil olmak üzere– teorik seviyelerinin geriliği, modern revizyonizmden köklü bir kopuşun gerçekleştirilmemiş olması olgusu ve buna bağlı olarak yaptığımız bir dizi revizyonist hata, bizim Leninist anlamda teorisyenlere henüz sahip olmadığımız gözönüne alındığında, bizim durumumuza uygun ve zorunludur.

Yine bizim durumumuzda teorik çalışmaların (her şeyden önce Marksizm-Leninizmin genel teorik ilkelerinin temel özellikleri içinde tarafımızdan kavranması, savunulması anlamında) olağanüstü önemde olduğu, parti inşasının üç alanı olan teori-kadro-örgüt yaratılması çalışmaları içinde çalışmaların merkezinde bulunduğu, bulunmak zorunda olduğu tespit edilmek zorundadır.

– Pratik alanda: “İşçi sınıfı hareketiyle sosyalizmin birleştirilmesi" talebini yerine getirebilmek için, bugün bunun ön şartı olarak öncelikle öncü kesim arasında propaganda çalışması yoğunlaştırılmak, sistemli bir şekilde sürdürülmek zorundadır. Kazanılması bugün esas görev olan öncü kesim, kendimizi dışta tutarsak, öncelikle oportünist ve revizyonist örgütler çevresinde örgütlü kesimdir. Propaganda çalışmamızda hedeflerimizden biri bunlar olmak zorundadır. Bunun dışında, işçi sınıfının doğal öncüleri durumunda olan, henüz şu veya bu örgüt etrafında örgütlenmemiş kesim vardır. Bunlar da propaganda çalışmamızın hedeflerinden biri olmak zorundadır. Partinin “işçi sınıfının" öncü örgütü olduğu düşüncesine ve bizim bugün işçi sınıfı içinde hemen hemen hiçbir gücümüz olmadığı olgusuna uygun olarak önümüzdeki dönemde gücümüzü işçi sınıfı içinde çalışmaya yoğunlaştırmak zorundayız.

Propagandanın esas çalışma biçimi olması hiçbir şekilde yalnızca propaganda yapılacağı biçiminde kavranıp uygulanmamalıdır. Güç elverdiği ölçüde, propaganda çalışmasına bağlı olarak, ajitasyon çalışması yürütülmesi, kitlelerin eylemlerine katılınması, onlara önderlik edilmeye çalışılması görev olarak kavranmalıdır.

Bu bağıntıda şunu da belirtmeyi gerekli görüyoruz: Dışta yapılacak çalışmada ajitasyonun boyutları belirli ölçülerde sınıf mücadelesinin gelişmesi tarafından da belirlenir. Devrimci durumun yükseldiği dönemler kural olarak ajitasyonun boyutları da yükselir ve evet, daha “öncü" tam olarak kazanılmamış da olsa, belli şartlarda ajitasyon çalışmada çalışmanın esas biçimi olarak önplana da geçebilir. Ama bu durumda bile, eğer henüz “öncü" kazanılmıştır diyecek durumda değilsek, ajitasyon çalışmamız da, kitle eylemlerine katılmamız da öncelikle bu görevin çözülmesine, öncünün kazanılmasına hizmet eder. Şu bilinmelidir ki, öncünün kazanılması için propaganda çalışmanın esas biçimidir, ama yalnızca propaganda çalışmasıyla da öncü kazanılamaz. Özellikle işçi sınıfının içinden gelen öncü unsurların kazanılmasında işçi sınıfının sınıf mücadelesinin ön saflarında yeralmak belirleyici önemdedir.

Konferansımız bugünkü somut durumumuzun değerlendirilmesinde, bugün Türkiye’de somut durumun, sosyalizmle işçi sınıfının pratik bağı, bu bağın seviyesi bağıntısında, bizim işçi sınıfı hareketiyle somut pratik bağlarımızın “işçi sınıfı hareketiyle sosyalizmin ayrı ayrı yollarda yürüdüğü" şeklinde bir tespit yapabileceğimiz derecede zayıf olduğunu tespit eder. Geçmişte, TKP/ML döneminde, 12 Eylül öncesinde, bu bağlar bugünkü bağlara göre daha ileri seviyede olmuş olmasına rağmen, yine de imkânlar ve doğru bir çizginin uygulanması halinde, o dönemde yapılabileceklerle karşılaştırıldığında, olağanüstü derecede kısıtlı ve sınırlıydı. Gerek Marksizm-Leninizmi, gerekse işçi sınıf hareketini zayıflatan bu kötü durumun esas sorumlusu kuşkusuz bu konuda geçmişte siyasi çizgide büyük yanlışlar yapan Marksist-Leninistlerdir.

Konferansımız bir anlamda bugün Türkiye’de “işçi sınıfı hareketiyle Marksizm-Leninizmin ayrı ayrı yollarda yürüdüğü" tespitini yaparken, bu tespitin; Lenin’in daha XIX. yüzyıl sonunda bütün (ileri) ülkeler için yapmış olduğu, bu “ayrı ayrı yürüme" döneminin tarihi olarak kapanmış olduğu tespitiyle çelişmediğini özel olarak açıklar.

Bu bağıntıda Türkiye’de de Rusya’da 1883-1894 arası döneme benzer bir ayrı ayrı yürüme döneminin daha 1920 başlarında tarihi olarak kapanmış olduğunu; bugünkü ayrı ayrı yürüme olgusunun tarihi olarak kapanmış bu dönemle benzetilmesinin, hem durum ve hem de görevler açısından yanlış olduğunu açıklar.

İşçi sınıfı hareketiyle sosyalizmin ayrı ayrı yollarda yürüme olgusu, BUGÜN yalnızca ülkemiz açısından değil, modern revizyonizmin hakimiyeti, ona karşı mücadelenin hataları vb. sonucu, Marksist-Leninist dünya hareketinin yeniden şekillenme süreci içinde birçok ülkede yaşanan, yaşanmak zorunda kalınan bir olgudur.

Konferansımız, işçi sınıfı hareketiyle sosyalizmin ayrı ayrı yollarda yürümesi kötü durumunun ancak Marksist-Leninistlerin bilinçli çabalarıyla aşılabileceğini, bu durumu aşmak için de, içinde bulunduğumuz durumda pratik faaliyetlerimizde gücümüzü işçi sınıfı içinde yoğunlaştırmamızın mutlak zorunluluk olduğunu bir kez daha vurgular.

–Konferansımız, “İki Aşamalı Parti İnşası Öğretisi" ile ilgili yaptığı tespitler ışığında kendi geçmişimizin gözden geçirilmesini, bu konuda özeleştiri görevini partimizin önüne koyar.” [TKP/ML (BOLŞEVİK) Olağanüstü Parti Konferansı Raporu, sayfa 84-90]

Daha sonraki gelişmeler temelinde, partimizin 5. Kongresinde, partimizin ismi BOLŞEVİK PARTİ (Kuzey Kürdistan-Türkiye) olarak değiştirildi. Bu isim değişikliğiyle ilgili olarak alınan karar, aynen şöyledir:

"PARTİ İSMİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA

TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ/MARKSİST-LENİNİST (BOLŞEVİK)’in 5. Kongresi, parti ismini değiştirerek, bundan böyle BOLŞEVİK PARTİ (KUZEY KÜRDİSTAN-TÜRKİYE) isminin kullanılmasını karara bağlar.

Gerekçelerimiz şunlardır:

1) Kurulduğumuzdan bu yana kullandığımız parti isminde “Türkiye" kavramı en başta durmaktadır. Türkiye kavramı, bizim açımızdan içinde yaşadığımız, devrimle yıkmaya çalıştığımız devlet olan TC devleti için kullanılan bir kavramdır. TC, içinde Türklerin hakim ulus olduğu, Türk olmayan millet ve milliyetlerin ulusal haklarının zorla gaspedildiği çok uluslu bir devlettir. TC’nin bugünkü sınırları içinde tarihi olarak Türklerden ayrı ulusların yerleşim alanları olan Kürdistan, Ermenistan gibi ülkelerin toprakları da vardır. Bugün Kürdistan’ın TC sınırları içinde bulunan Kuzey Kürdistan kesiminde, Kürt ulusunun ulusal hakları için yürüttüğü haklı bir mücadele vardır. Bu mücadeleyi bastırmak için faşist TC devleti, haksız, kirli bir savaş ( * “Kirli savaş" kavramı daha sonra parti içinde yürüyen tartışmalar sonucunda yanlış bulunmuş ve kullanılmamıştır. ) yürütmektedir. “Türkiye" kavramı, “Türk" kavramını içinde barındıran ve bu yapısıyla objektif olarak çok uluslu ve Türk olmayan uluslara baskı uygulanan bir devlet niteliğini gözlerden gizleyen bir kavramdır.

Biz kuşkusuz son dönemlerde yaptığımız ajitasyon ve propaganda çalışmasında, sürekli olarak “Türkiye" kavramını “Kuzey Kürdistan" kavramıyla tamamlayarak kullanma yoluyla, kavramın bu “gizleme" işlevini geçersiz hale getirmeye çalıştık. Diğer yandan Kuzey Kürdistan bölgesi açısından, burada bir anlamda ayrı parti olan Kuzey Kürdistan Seksiyonu’nun örgütlenmesini önümüze görev olarak koyarak, bizim için “Türkiye" ve “Kuzey Kürdistan"ın devrimleri, devrimin esas hedefi olan devlet iktidarı bir ve aynı iktidar olduğu için, içiçe geçmiş iki ayrı ülke olduğu gerçeğini vurguladık. Buna uygun bir pratik ve örgütlenme geliştirmeye çalıştık.

Buna rağmen, içinde Türk kelimesi geçen Türkiye’nin parti isminin başında durması, bizim isteğimizden bağımsız olarak, Kuzey Kürdistan’dan ayrı olarak ele alınan “Türkiye"yi “esas" ülke olarak, “Türkiye" partisini “esas" parti olarak gördüğümüz hissini yaratıyor. Biz “Kuzey Kürdistan" partisinin “yavru”, ya da “uydu" parti olduğu, “Türkiye" partisi değiliz. Birbiriyle çok sıkı işbirliği içinde olan iki partiyiz. Ya da eşit haklara ve yükümlülüklere sahip, iki parçadan oluşan bir partiyiz. Kuzey Kürdistan-Türkiye partisiyiz.

O halde, “Türkiye" kavramını, parti isminin başından çıkarmak ve yalnızca, öncelikle nerede örgütlendiğimiz, hangi ülkelerin devriminin partisi olduğumuzu belirtmek için, parti isminin sonuna, eşit olan ülke isimleri olarak Kuzey Kürdistan-Türkiye yerleştirmek doğrudur. Yalnızca bu nedenle bile, gelinen yerde parti isminin değiştirilmesi gereklidir.

Ülke isminin partinin ismi başından alınıp, ismin arkasına eklenmesi, proletaryanın tek tek ülkelerdeki devrim mücadelesinin uluslararası devrim mücadelesinin bir parçası olduğunu, tek tek ülkelerdeki partilerin gerçekte enternasyonal BİR partinin eşit hak ve yükümlülüklere sahip parçaları olduğunu belirtmek açısından, ilerde kurulacak bir Bolşevik Enternasyonal açısından da daha doğru ve uygundur.

2) TKP/ML (BOLŞEVİK) ismi, TKP/ML içindeki Bolşeviklerin Mart 1981’de yapılan I. Konferansında (Kongre) karara bağlanmıştır.

İsimlendirme şöyle gerekçelendirilmiştir:

"Konferansımız partinin tasfiyeci Merkez Komitesi’ne terkedilmemesi gerektiği görüşündedir. Bu anlayıştan yola çıkarak, Konferansımız oluşturulacak örgütlenmede TKP/ML adına sahip çıkmanın doğru olduğu, ancak buna “Bolşevik" (B) ekinin eklenmesi gerektiği görüşündedir. (B) eki eklenmelidir, çünkü kendimizi kitle içinde bugünkü Merkez Komitesi’nden açıkça ayırmamız gereklidir. (B) eki, bizim ideolojik-siyasi-örgütsel niteliğimizi belirlememiz açısından doğru olacaktır.” (Bolşeviklerin I. Konferans Kararları’ndan, 3 No’lu Karar, Bkz. BP 1/11, sayfa 106)

Görüldüğü gibi, TKP/ML (BOLŞEVİK) isminin birinci kısmı, bizim TKP/ML’yi o günkü tasfiyeci, menşevik MK hizibine terketmeme isteğimiz ve iddiamızı ifade etmekteydi. Ve o günkü şartlarda bu doğruydu da.

Bu kararın alınmasından bugüne kadar geçen 12 yıllık süre içinde, bizim dışımızda TKP/ML ismini kullananlarla aramızdaki mesafe iyice açıldı. Biz, gerek siyasi çizgide, gerekse örgütlenmede Bolşevikleşme yönünde önemli adımlar atarak, çıkış noktamız olan İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın TKP/ML’sinin çizgisini, hata ve sapmalardan arındırıp gerçek bir Bolşevik hatta oturturken; menşevik kanat, aynı çizginin Marksizm-Leninizmden sapmalarına kıskançlıkla sahip çıkarak, bunları sistemleştirme yönünde gelişti. Bu kanat gelinen yerde çizgisini “Maoizm" temeline oturttuğunu açıkça ilan eden noktada konaklamış durumda.

Geçen dönem içinde ortaya menşeviklerdeki kimi bölünmelere bağlı olarak TKP/ML ismini kullanan başka gruplar da çıktı. 1976’dan bu yana TKP/ML Hareketi ismini kullanan oportünist grup da varlığını sürdürüyor. Şu anda bizim dışımızda TKP/ML ismini kullanan ve çizgileri çizgimize taban tabana zıt en az üç grup var: TKP/ML; TKP/ML Hareketi (*“TKP/ML Hareketi" isimli örgüt “Türkiye Komünist İşçi Hareketi" ile 1994’te düzenledikleri “Birlik Kongresi"nde “Marksist-Leninist Komünist Partisi" (MLKP) adı altında birleşerek varlığına son verdi. Daha sonra MLKP’den ayrılıp Komünist Parti (İnşa Örgütü) olarak ortaya çıkan örgüt kendisini TKP/ML Hareketi’nin devamı olarak görmektedir.); TKP/ML (Maoist Merkez). Bizim ismimizin sonundaki Bolşevik eki de, geniş kitleler açısından TKP/ML ismini kullanan diğer gruplarla birbirine karıştırılmamızı tam olarak engellemiyor. Sözkonusu grupların uzun süre daha varlıklarını sürdürecekleri ve evet bölünmelere bağlı olarak yeni TKP/ML’lerin çıkması olasılığı da (**Bu olasılık, bu tespiti yapmamızdan sonraki süreçte gerçekleşti. Şimdi TKP-ML ismini TKP(ML) ve TKP/ML şeklinde kullanan iki örgüt var.) göz önüne alındığında, bizim kitleler arasında karışıklık yaratan ve yanlış bilinç veren isim benzerliğini ortadan kaldırmamız gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

3) Bizim ideolojik-siyasi-örgütsel niteliğimizi belirleyenin “Bolşevik" kavramı olduğu, daha partimizin I. Kongresinde tespit edilmiş ve TKP/ML ismine Bolşevik eki eklenmişti. Siyasi hareketler içinde, bizim belirleyici özelliğimiz “Bolşevik" ismidir. Siyasi hareketler, bizi TKP/ML isminden çok, “Bolşevikler" veya Merkez Yayın Organımız olan “Bolşevik Partizan" ismiyle tanımaktadır. Bolşevik ismi, Türkiye-Kuzey Kürdistan Komünist ve Devrimci Hareketi tarihinde, bizim yerimizi belirleyen isim haline gelmiştir. Bu iyi bir şeydir. Bu durumu bilinçli olarak korumak ve geliştirmek, Bolşevik kavramını geniş emekçi kitlelerin nezdinde de bizim teori ve pratiğimizle ayrılmaz bir biçimde özdeşleştirmek görevimizdir.

4) Bunlardan yola çıkarak 5. Parti Kongremiz şu kararı alır:

TKP/ML (BOLŞEVİK) isimlendirmesi, gelinen yerde, a) Türkiye kavramının parti isminin başından kaldırılması ve isim ardına Kuzey Kürdistan’la birlikte eklenmesi gerektiğinden, b) kitlelerin nezdinde bizim TKP/ML adına konuşan birden fazla oportünist grupla karıştırılmamızı beraberinde getirdiğinden ve uzun süre birden fazla TKP/ML var olacağının açıkça görülmesinden dolayı, partimizin ismi BOLŞEVİK PARTİ olarak değiştirilecektir. Bolşevik Parti isimlendirmesi, bizim niteliğimizi en kısa ve en öz biçimiyle ortaya koyan ve bizi komünizm adına konuşan tüm oportünist gruplardan ayıran bir isimlendirmedir. Ülke isimlendirmesi, partinin kendini bir Bolşevik Enternasyonal’in adı geçen ülkedeki temsilcisi olarak gördüğünü vurgulamak amacıyla, Bolşevik parti isimlendirmesinin ardına ek olarak konacaktır.

Bu durumda partimizin ismi tam olarak “BOLŞEVİK PARTİ (KUZEY KÜRDİSTAN-TÜRKİYE)" olacaktır. Kısa yazımı BP (KK-T)’dir.

Parti, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de yaşayan; ırkı, milliyeti, cinsiyeti, dini, mezhebi ne olursa olsun tüm komünistlerin partisidir. Ezilen tüm milliyetlerin ulusal haklarını da “uluslara ayrılık hakkı”, “tüm milliyetlere tam eşitlik" şiarı altında savunur.” (Bkz. Bolşevik Partizan sayı 87, sayfa 10-12)
 

2
Bolşevik Parti (Kuzey Kürdistan-Türkiye) programının kabulü şartı üzerine

Partimizin bugün bütünlüklü ve tek belge halinde, partinin en yüksek otoritesi tarafından onaylanmış bir programı yoktur.

Ama tüm partinin ideolojik-siyasi temelini oluşturan; ve bütünlüklü bir programın çıkış noktası ve temel dayanakları olan Marksist-Leninist programatik görüşleri vardır.

Tüzükteki “programın kabulü" şartı, bugünkü koşullarda sözkonusu programatik görüşlerin kabulü olarak kavranmalıdır. Ne yazık ki, bu programatik görüşler de şu anda derli toplu bir belge içinde birarada bulunmamaktadır. Çeşitli belgeler içinde dağınık durumdadır. Bütünlüklü bir programın çıkarılması önümüzde görev olarak durmaktadır. Bu görev bütünlüklü olarak çözüldüğünde, tüzüğün bu maddesi, sözkonusu belgede savunulan görüşlerin kabulü biçiminde okunacaktır. Bu görev çözülene dek, bu maddenin içeriği hakkında şunları tespit ediyoruz:

a) Marksist-Leninist olarak değerlendirilmenin güncel kıstasları

Bu konuda III. Konferansımızın aldığı ve Olağanüstü Parti Konferansımızın onayladığı karar şöyledir:

"MARKSİST-LENİNİST OLARAK DEĞERLENDİRİLMENİN BUGÜNKÜ KISTASLARI SORUNU

Konferansımız, her dönemde Marksizmin (emperyalizm çağında Marksizm-Leninizmin) devrimci özünü savunanların Marksist (emperyalizm çağında Marksist-Leninist) olarak değerlendirilmesi gerektiğini; yine her dönemde “Marksizmin (Marksizm-Leninizmin) devrimci özünü savunma"nın ne anlama geldiğinin içeriğinin revizyonizme-oportünizme karşı mücadelenin gerekleri gözönüne alınarak somut olarak açıklanması, doldurulması gerektiğini tespit eder. Konferansımız her dönemde somut olarak tespit edilmesi gereken Marksizmin güncel kıstaslarının elbette Marksist-Leninist bilim temelinde yükselmesi gerektiğinin, bu kıstasların Marksizm-Leninizmin her üç alanındaki temel görüşleriyle çelişemeyeceğinin, onlara uygun olmasının zorunlu olduğunun bütünüyle bilincindedir. Konferansımız, her dönemde somut olarak tespit edilmesi gereken güncel kıstasların, oportünizme/revizyonizme karşı mücadele içinde Marksist-Leninistleri bir program etrafında birleştirmenin bir aracı olduğunu, Marksist-Leninistlerin içlerindeki oportünist-revizyonist hatalara, sapmalara karşı mücadelenin bir aracı olduğunu tespit eder. Her dönemde tespit edilen güncel kıstasların kabulü ve bu kıstaslar doğrultusunda çalışma yapılacağının açıklanması, dünya Marksist-Leninist hareketinin parçası olarak görülmenin ilk önşartıdır. Güncel olarak tespit edilen kıstasların herhangi birinde esasta yanlış pozisyonda duran ve bu yanlış pozisyonunu temelli eleştirilere, ilkeli ideolojik mücadeleye rağmen savunanlar; ve bu anlamda hatalarını düzeltme imkânı görülmeyenler, Marksist-Leninist, dünya Marksist-Leninist hareketinin parçası vb. olarak değerlendirilemezler.

Konferansımız, bugün modern revizyonizme ve her türden oportünizme karşı Marksizm-Leninizmin savunulmasının aktüel gerekleri ve dünya Marksist-Leninist hareketinin durumunu gözönüne alarak, şu kıstaslara uyan grupların (bu kıstasları kabul ettiğini ve bunlar doğrultusunda çalışma yapacağını açıklayan grupların) dünya Marksist-Leninist hareketinin parçaları olarak görülmesi gerektiğini açıklar:

·        Marx, Engels, Lenin, Stalin’i Marksizm-Leninizmin klasikleri olarak savunmak,

·        Kruşçev modern revizyonizmine karşı çıkmak; Kruşçev tipi modern revizyonizmi (1990’da yıkılmış olan /BN) Rus sosyalemperyalizminin ideolojik dayanağı olarak kavramak ve mahkûm etmek,

·        Kruşçev modern revizyonizmine karşı ideolojik mücadelenin tamamlanmamış olduğunu, bu mücadele içinde çok önemli hata ve sapmalar bulunduğunu, bu mücadelenin tamamlanmasının önümüzde görev olarak durduğunu kabul etmek

·        "Üç Dünya Teorisi"ni karşıdevrimci bir teori olarak mahkum etmek; “Üç Dünya Teorisi"nin köklerine karşı mücadeleyi görev olarak kabul etmek,

·        Mao Zedung’u büyük bir Marksist-Leninist olarak savunmak; Mao’nun hem “küçük burjuva köylü devrimcisi" biçimindeki genel değerlendirilmesini, hem de Mao Zedung Düşüncesi’nin hatalarını sistemleştiren maoizmi, Leninizmden sapma olarak red ve mahkûm etmek.

·        Arnavutluk Emek Partisi’nin 1978 sonrası çizgisinin revizyonist olduğunu tespit ve bu çizgiyi mahkûm etmek,

·        Dünya Marksist-Leninist hareketinin birliğini sağlamak için bugün dünya komünist hareketinin platformunun yaratılması çalışmasının kavranacak esas halka olduğunu; gerek uluslararası alanda, gerekse tek tek ülkelerde Marksist-Leninist hareketin birliğini sağlamanın yönteminin açık ve kamuoyu önünde ilkelere dayalı ideolojik mücadele olduğunu kabul etmek,

·        "Leninist Parti Öğretisi"ni, bugün özellikle de bu öğretinin partinin nasıl yaratılacağına ilişkinİki Aşamalı Parti İnşası Öğretisi" alanını evrensel bir öğreti olarak savunmak,

·        Marksizm-Leninizmin yöntemsel önermelerine, özellikle “teori/pratik" uyumluluğu ve “özeleştiri" yöntemlerine sıkıca bağlı olmak." (Bolşevik Partizan 27, sayfa 8-9)

Partimize üye olmak isteyen her kişi, bu konudaki genel anlayışımızı ve tek tek tespit ettiğimiz güncel kıstaslar konusundaki görüşlerimizi kabul etmelidir.

Sözkonusu kıstasların herbirinin içeriğinin tarafımızdan nasıl doldurulduğu şu belgelerde ortaya konmuştur:

·        Klasiklerle ilgili: Yurtdışı Bölgesi’nin TKP/ML II. Konferansına yaptığı hazırlık konferansının kararı (Bkz. Bolşevik Partizan Belgesel Yayınları III, sayfa 109-110),

·        Modern revizyonizme karşı ve ona karşı mücadeleyi değerlendiren tavrımız: SBKP XX. Parti Kongresi Raporu’nun Eleştirisi (Bkz. Kara Eğitim Malzemesi, sayfa v-cii),

·        Mao Zedung üzerine dörtlü ortak açıklama: (Bkz. Bolşevik Partizan 15/5, sayfa 50-89),

·        "Üç Dünya Teorisi"ne karşı tavrımız: “Üç Dünya Teorisi"nin eleştirisi (Komünist sayı 6, sayfa 1-43),

·        Arnavutluk Emek Partisi’nin değerlendirilmesi konusunda: AEP VIII. Kongre değerlendirmesi yazısı (Bkz. Bolşevik Partizan 15/5, sayfa 15-39),
Bu konuda III. Konferansımızın aldığı, Olağanüstü Parti Konferansımızın onayladığı karar da programatik görüşlerimizin parçasıdır. (Bkz. Olağanüstü Parti Konferansı Raporu, sayfa 70-73),

·        Dünya Marksist-Leninist Hareketi’nin birliği sorunu üzerine: 13’lü Ortak Açıklamanın eleştirisi yazısı (Bkz. Bolşevik Partizan 12/2, sayfa 3-29),

·        "Leninist Parti Öğretisi" bağıntısında: III. Konferansımızın aldığı karar (Bkz. Olağanüstü Parti Konferans Raporu, sayfa 76-84),

·        Stalin ile ilgili: “Stalin’e karşı tavır, Marksist-Leninistlerle her türden oportünistleri ayıran temel kıstaslardan biridir!" (Bkz. Bolşevik Partizan 14/4, sayfa 20-103).

·        Ulusal sorun üzerine: Bolşevik Parti (Kuzey Kürdistan-Türkiye)’nin 4. Kongresinde onaylanan “Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Komintern’de ulusal sorun üzerine eğitim notları" isimli broşür; “İbrahim Kaypakkaya - Türkiye’de Ulusal Sorun" ve 2. ve 3. Kongrelerimiz hakkında 4. Kongremizin kararları (Bkz. Bolşevik Partizan sayı 62, sayfa 14-16); “Kürt milli meselesinde Komünist Enternasyonal’in ve TKP’nin tavırları hakkında tezler" başlıklı 6. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 87, sayfa 26-27)

·        Faşizm üzerine: “Faşizm üzerine tezler" başlıklı 5. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 87, sayfa 12-15) ile “İbrahim Kaypakkaya’nın faşizm, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de faşist iktidar ve faşizme karşı mücadele konularındaki görüşleri hakkında tezler...” başlıklı 6. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 111, sayfa 28-29)

·        Kemalizm üzerine: “Kemalist devrim ve kemalist iktidar hakkında tezler...” başlıklı 6. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 87, sayfa 23-27)

·        İbrahim Kaypakkaya hakkında değerlendirme: “Kazanımları ve hataları ile İbrahim Kaypakkaya" başlıklı broşür.

·        İşçi sınıfı üzerine: “Grev komiteleri üzerine karar" başlıklı 4. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 62, sayfa 19-20; Bu kararın açılımı için bkz. “Grev Komiteleri" başlıklı yazı, Bolşevik Partizan, Sayı 49, sayfa 19-29 ve “Devrimci sendikal birliğin nasıl sağlanacağı konusunda yanlış bir plan" başlıklı yazı, Bolşevik Partizan, Sayı 51, sayfa 10-21), “Komünist partisi ve sendikalar" ile “İşçi sınıfı ve sendika hareketinin durumu ve hedeflerimiz" başlıklı 5. Kongre kararları (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 87, sayfa 18-25) ile “İşçi sınıfı hareketi üzerine yazılar" başlıklı kitap.

·        Kadro sorunu üzerine: “Kadro sorunu üzerine" başlıklı 5. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 87, sayfa 16-17) ile “Kadro sorunu" başlıklı 6. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 111, sayfa 29-34)

·        Gençlik sorunu üzerine: “Gençlik örgütlenmesi üzerine" başlıklı 5. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 87, sayfa 28-29)

·        Kadın sorunu üzerine: “Kadınların kurtuluşu sorunu" başlıklı 4. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 62, sayfa 16-17), “Örgütsel Konferansta kadınlara ve çocuklara karşı şiddet kullanma noktasında alınan karar üzerine tartışmanın sonuçlandırılması" başlıklı 4. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 62, sayfa 18), bu kararın açılımının yapıldığı “Örgütsel Konferansın aldığı bir karar üzerine: Kadınlara karşı şiddet parti üyeliği ile bağdaşmaz!" başlıklı yazı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 46, sayfa 36-43) ile “Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve kadınların kurtuluşu" başlıklı kitap.

·        Çevre sorunu üzerine: “Çevre sağlığı ile ilgili karar" başlıklı 4. Kongre kararı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 62, sayfa 23).

b) Türkiye’nin yapısı, devrim aşaması, devrimin yolu vb. hakkında partimizin bugün savunduğu görüşler kabaca şöyledir:

Partimizin öncülü olan TKP/ML, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısını “yarısömürge, yarıfeodal”, ülkede başçelişmeyi “feodalizmle halk yığınları arasında"; devrim aşamasını “demokratik halk devrimi"; devrimin yolunu “kırlarda kızıl siyasi bölgeler kurarak, şehirleri kırlardan kuşatarak kurtarma biçiminde halk savaşı yolu" olarak tespit etmiştir.

Bu tespitler, önemli ölçüde Türkiye’nin sosyoekonomik yapısının bilimsel bir tahliline dayandırılmamıştır.

Bu tespitler, önemli ölçüde Çin Devrimi’nin deneylerinin yanlış bir şekilde genelleştirilmesi ve Türkiye için Çin Devrimi yolunun bir şablon gibi kullanılmasının sonucu olan tespitlerdir.

TKP/ML (BOLŞEVİK) olarak ortaya çıktığımızdan bu yana, biz Marksist-Leninist ilkelere dayanarak, Çin Devriminin deneylerinin yanlış genelleştirmelerini; ve bunların “yarısömürge, yarıfeodal ülkeler" genellemesi içinde ele alınan tüm ülkeler için, bu arada Türkiye için şablon olarak kullanılmasını reddettik. Ancak bu tespitlerin karşısına alternatifleri, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısının Marksist-Leninist teoriye dayalı tam bilimsel bir çözümlemesi temelinde ortaya koymadık, geçmişimizin yanlışlarından kopma bu anlamda henüz kesin bir şekilde gerçekleştirilmiş değildir.

Bu görev önümüzde durmaktadır. Bu görevin nasıl çözüleceği konusunda atılacak adımlar tespit edilmiştir.

Bunun bilincinde olarak, bugün savunduğumuz görüşler şunlardır:

Türkiye emperyalizme bağımlı, yarısömürge, feodalizmin belli ölçülerde varlığını sürdürdüğü, geri kapitalist bir ülkedir. Hakim olan kapitalizm emperyalizme bağımlı, işbirlikçi kapitalizmdir.

Başçelişmenin feodalizmle halk yığınları arasında olduğu tespiti yanlış, feodalizmin özellikle ekonomideki ağırlığını olduğundan fazla gören ve gösteren, emperyalizme bağımlı gelişen kapitalizmin Türkiye toplumunda hakim olduğunu görmeyen bir tespittir.

Türkiye’de devlet iktidarı, bütün cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir dönemde burjuva anlamda da demokratik olmamıştır. Çeşitli ton ve biçimlerdeki faşizm, hakim sınıfların iktidar biçimi olagelmiştir.

Türkiye’de devrim aşaması, işçi sınıfı önderliğinde, ilk adımda emperyalizme bağımlılık zincirini kıracak, siyasal demokrasiyi gerçekleştirecek, özgürlüğü sağlayacak, her türlü milli baskıya son verecek, uluslara ayrılma hakkını, tüm milliyetlere hak eşitliğini sağlayacak, bütün feodal kalıntıları tasfiye edecek ve fakat kapitalizmin temellerine topyekûn saldırı başlatmayacak olan; iktidar hedefi işçilerin-köylülerin devrimci-demokratik diktatörlüğü olan, demokratik halk devrimidir.

Bu devrim, sosyalist devrimi gerçekleştirmek; proletarya diktatörlüğünü kurmak; proletarya diktatörlüğü şartlarında sosyalizmi inşa etmek; tüm dünya proletaryasıyla omuz omuza komünizme doğru ilerlemek için, atlanması mümkün olmayan bir ara aşamadır.

Bu devrim ile, sosyalist devrim arasında geçiş sürecini belirleyecek olan, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük seviyesi, yoksul köylülükle ittifak seviyesi; mücadele, yalnızca mücadeledir.

Bu devrimin Çin’deki biçimiyle halk savaşı yoluyla gerçekleşeceğini savunmak; “feodalizmle halk yığınları arasındaki çelişme başçelişmedir" yanlış tespitine ve “Mao Zedung Düşüncesi" adına savunulan bazı yanlış “ilke"lere dayanan, Türkiye gerçekleriyle uyuşmayan bir savunudur.

Devrimin askeri yolunu bugünden kesin hatlarıyla tespit etmek, sınıf mücadelesinin gelişmesinden bağımsız olarak masa başında yapılan bir tespittir.

Biz bugün devrimin askeri yolu, coğrafi gelişme yolu sorununa cevap vermeden; esas çalışmanın büyük şehirlerde işçi sınıfı içinde yoğunlaştırılması gerektiğini savunuyoruz.

c) İbrahim Kaypakkaya yoldaşın çeşitli programatik görüşleriyle ilgili olarak yaptığımız değerlendirmeler geçmişte şu belgelerde ortaya konmuştu:

·        (Bkz. 15/16 Haziran broşürü, sayfa 19-36 arası),

·        (Bkz. Bolşevik Partizan 1983 Özel Sayı, sayfa 6-23 arası),

·        (Bkz. “İbrahim Kaypakkaya ve Parti İnşası”, Bolşevik Partizan 16/17, sayfa 26-32 arası).

Bu değerlendirmeler, daha sonra bütünlüklü olarak “Kazanımları ve hataları ile İbrahim Kaypakkaya!" adlı belgede toparlanmıştır.
 

3
Partinin herhangi bir örgütünde faal olarak çalışma hükmü üzerine

Bu hüküm, açıktır ki, genel kuraldır. Bu kuralın kuraldışıları vardır.

Örneğin, bir üyenin çalıştığı parti hücresi dağılabilir; ya da bir üye yeni hücre kurmak için görevlendirilir, gittiği yerde parti hücresi yoktur; vb. vs.
 

4
Partiye üyeliğin birey temelinde olacağı hükmü üzerine

Bu hüküm bir genel kuralı ifade etmektedir.

Bu hüküm, hiçbir grubun, grup yapısını koruyarak, bir grup olarak partiye alınamayacağını ifade eder. Bu, anlaşılır bir şeydir de. Parti içine bir grubu grup yapısını koruyarak almak, parti içinde ikinci bir partiyi kabul etmek, hizipçiliği kabul etmek demektir.

Ama bu hüküm, şu veya bu grubun üyeleri hakkında, o grup dağıtıldıktan sonra, bir genel kararın alınmasını dıştalamaz.

Örneğin troçkistler, 1917 Temmuz’undan sonra Rusya Komünist Partisi/Bolşevik’e alınırken böyle bir genel karar temelinde, tabii birey olarak, partiye alınmıştır.

Tüzüğümüz, belli şartları kabul eden her kişinin partiye üye olabileceğini öngörmektedir. Açıktır ki komünist partiye üyelik için belirleyici olan, içinde bulunulan sınıf kökeni değil, sınıf konumudur. Ama bu, sınıf kökeni üyelikte hiç rol oynamayacaktır anlamına gelmez.

Uygulamada, en başından itibaren, işçi sınıfı kökenlilere, işçi sınıfı içinde de sanayi proletaryasına öncelik verilmek zorundadır.

Köylüler içinde yoksul köylülere; milliyetler içinde ezilen milliyetlere, cinsler içinde kadınlara, üye alımında, tabii ki genel bir seviyeyi tutturma önşartıyla öncelik verilmek zorundadır.

5
Parti örgütleri nelerdir?

"Parti örgütleri"; hücreleri, özel görev hücrelerini, Merkez Komitesini olmak üzere, tüm parti örgüt birimlerini kapsayacak biçimde kullanılmaktadır.

Partinin en yüksek organı olan parti kongresi de tabii ki itirazları gözden geçirerek, partiye üye alma hakkına sahiptir.
 

6
Adaylığı uzatma hükmü üzerine

Süreyi, karar alan organ tespit eder.
 

7

Hangi ülkenin insanı, hangi partinin üyesi olursa olsun ve anda öncelikle hangi ülke devrimi için faaliyet gösterirse göstersin, bütün Bolşevikler, proleter dünya devriminin neferleridirler. Onlar, kuşkusuz en fazla verim verebilecekleri devrim hareketinde ve onun öncüsü partide yer alırlar. Bütün gerçek Bolşevik partiler kendilerini büyük bir proleter dünya devrim hareketinin parçaları olarak kavradıkları için, onlar birbirlerinin üyelerini de ilke olarak kendi “öz" üyelerinden ayırmazlar. Bu, pratik olarak, herhangi bir ülkenin partisinin bir Bolşevik üyesinin bir başka ülkeye gittiğinde, o ülkenin partisinde üye olarak çalışabileceği anlamına gelir. Bu durumda, o kişinin geldiği partideki üyelik hakları dondurulur. Ya da, bir parti üyesi, aynı anda iki parti için de çalışma yürütebilir. Böyle bir durumda, aynı anda, her iki partide de üyedir.
 

8
Demokratik merkeziyetçilik ilkesini kavrayışımız şöyledir:

Leninist partinin işleyiş ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir.

Komünist partisi işçi sınıfının çok küçük bir bölümünü örgütlü olarak içinde barındırmasına rağmen, işçi sınıfının ve diğer devrimci sınıf ve tabakaların kendiliğinden hareketini bir hedefe yönlendirme görevini üstlenen bir örgüttür. Bu örgütün bu büyük görevini yerine getirebilmesi için eylemde “tek bir insan" gibi hareket etmesi mutlak gerekliliktir. Komünist partisi, üyelerinden “çelikten bir disiplin" talep eder. Bu disiplin kölece değil, bilinçli bir disiplindir. Bu disiplinin temeli, işçi sınıfının kurtuluşu için onun “örgütünden başka bir şeyinin olmadığı" bilincidir. Komünist partisinin belli işleyiş kuralları vardır. Bütün bu kurallar, her parti üyesi tarafından en baştan bilinen ve uyulması kabul edilen kurallardır. En kısa ifadesiyle demokratik merkeziyetçilikle ifade edilen bu kurallar; adından da anlaşılacağı üzere, demokrasi ve merkeziyetçiliği birlikte içermektedir. Demokrasi ve merkeziyetçiliğin sınırları, devrimin her döneminde, partinin içinde bulunduğu her anda aynı kalmaz. Bunlar duruma göre daralır, genişler. Esas olan, içinde bulunan her anda, anın mümkün kıldığı en geniş demokrasiyi; merkeziyetçiliği sarsmayacak biçimde uygulamaktır. Demokratik merkeziyetçiliğin demokrasi yönü, öncelikle parti içinde görüş ayrılıkları üzerine serbestçe tartışılması; ideolojik mücadelenin yürütülmesi; parti içinde ilkesel konulardaki görüş ayrılıklarının (yalnızca ilkesel konularda olanların değil, ama ilkesel konularda mutlaka, sunuş biçimi ve zamanı şartlara bağlı olarak) kamuoyuna da yansıtılması; partinin ve partiyi destekleyenlerin ve devrimci kamuoyunun parti içinde görüş ayrılıklarının durumunu yazılı belgeler üzerinden bilmesi, denetleyebilmesi; partiyi kontrol edebilmesi ve ideolojik mücadeleye katılabilmesi, müdahale edebilmesi imkânına sahip olması anlamına gelir.

Parti içinde parti programı çerçevesinde ve parti kurallarına uygun olarak yürütülen tartışma ve eleştiri özgürlüğü, demokrasinin gereğidir. Ancak bu özgürlük hiçbir şekilde, partinin aldığı ve uygulamaya geçilen bir eylem kararının uygulanmasında eylem birliğini bozma özgürlüğüne dönüştürülemez. “Eleştiri özgürlüğü - eylem birliği"ni sabote etmeyecek biçimde ele alınır ve uygulanır.

Bu noktada, bizim doğru Marksist-Leninist pozisyonlara varmamız süreç içinde olmuştur. “Eleştiri özgürlüğü - eylem birliği" ilkesinin kavranması ve uygulanması bağıntısında, geçmişin bürokratik merkeziyetçi sapmalarından kopmamız özellikle eski kardeş örgütlerimiz olan Avusturya Marksist-Leninist Partisi, Akıma Karşı ve Batı Berlinli Komünist adlı örgütlerin getirdiği eleştiriler sonrasında yürüttüğümüz ideolojik mücadele içinde olmuştur.

Üçüncü Konferansımız bu konudaki pozisyonlarımızı olumlu olarak şöyle formüle etmiştir:

“1- “GENEL OLARAK EYLEM KONUSUNDA KARAR ALINDIKTAN SONRA EYLEM KARARI ÜZERİNE TARTIŞILMASI DOĞRU DEĞİLDİR” ŞEKLİNDEKİ BİR GENEL TEZ, LENİNİZMİN BU KONUDAKİ GENEL TEZİYLE ÇELİŞEN, REVİZYONİST BİR TEZDİR.

Leninizmin bu konudaki genel tezi Lenin tarafından “Eleştiri Özgürlüğü ve Eylem Birliği” başlıklı yazısında formüle edilmiştir:

“BELLİ BİR EYLEMİN BİRLİĞİNİ SARSMADIĞI SÜRECE, TAMAMEN VE HER YERDE ELEŞTİRİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE PARTİ TARAFINDAN KARARLAŞTIRILAN BİR EYLEMİN BİRLİĞİNİ YOK EDEN VEYA ZORLAŞTIRAN HİÇBİR ELEŞTİRİYE İZİN VERMEMEK.”

“Genel olarak eylem konusunda karar alındıktan sonra, eylem kararı üzerine tartışılması doğru değildir” şeklindeki bir genel tez, bir başka biçimde, “Eylem konusunda karar alındıktan sonra, eleştiriye izin verilmez” biçiminde de ifade edilebilir. Böyle ifade edildiğinde, Lenin’in genel tezi, ilkesiyle çeliştiği çok daha açık görülmektedir. Lenin için, eylem konusunda karar alındıktan sonra da tartışma ve eleştiri özgürlüğü –bu özgürlüğün kullanılması eylem birliğini yok etmediği ve zorlaştırmadığı sürece– vardır, kuraldır. “Genel olarak eylem kararı alındıktan sonra eylem kararı üzerine tartışılması doğru değildir” biçimdeki genel tezde ise, tartışma ve eleştiri özgürlüğünün ortadan kaldırılmasının Lenin’deki temel kıstası olan “eylem birliğini bozmama” kıstası ortadan kalkmakta; eylem konusunda kararın alınmış olması, tartışma ve eleştiri özgürlüğünün ortadan kaldırılması için yeterli olarak görülmektedir. Böyle bir genel tez, eylem kararları alındıktan sonra da, onlar henüz uygulama aşamasına gelmeden, bir dönem olabileceği, böyle bir dönemde, alınan kararın doğruluğu ve yanlışlığı konusunda yürütülecek bir tartışmanın sonradan uygulanacak olan eylemin birliğini yok eden veya zorlaştıran bir şey olması gerekmediğini; eylem kararı üzerine yürütülen her tartışmanın, getirilen her eleştirinin de mutlaka eylemin birliğini bozacağı anlamına gelmediğini vb. dıştalamakta, bu genelliği içinde soruna ayrımsız yaklaşmaktadır. Böyle bir genel tezin uygulamada temel alınması halinde, alınan; henüz uygulama aşamasına gelmemiş yanlış bir eylem kararının tartışmayla düzeltilme imkânını ortadan kaldırır; eylem kararı üzerinde, karar alındıktan sonra her türlü eleştiriyi ve tartışmayı –karar alındı gerekçesiyle– imkânsız kılar, parti üyelerinin ideolojik mücadele imkânlarını önemli ölçüde kısıtlar.

2- KARARLARIN ALINMASINDAN ÖNCE VE SONRA TARTIŞMA ÖZGÜRLÜĞÜ VE ALINAN BİR KARARIN UYGULANMASI YÜKÜMLÜLÜĞÜYLE TARTIŞMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜN BAĞI

Parti içinde ideolojik mücadele, Marksist-Leninist bir partinin gelişmesinin yasasıdır. İdeolojik mücadele, tartışma özgürlüğü sorunuyla doğrudan bağıntılıdır. Tartışma ve eleştiri özgürlüğü, ideolojik mücadelenin yürütülmesinin vazgeçilmez temelidir.

Ancak tartışma ve eleştiri özgürlüğü mutlak değildir. Lenin’in de tespit ettiği gibi, “Parti tarafından kararlaştırılan bir eylemin birliğini yok eden veya zorlaştıran hiçbir eleştiriye izin verilmez.”

Bu noktada tartışma ve eleştiri özgürlüğü sınırlandırılır ve evet, belli bir süre için ortadan kaldırılır. Yani Leninist parti için kural, “BELLİ, PARTİ TARAFINDAN KARARLAŞTIRILMIŞ BİR EYLEMİN BİRLİĞİNİ YOK ETMEDİĞİ VEYA SARSMADIĞI SÜRECE TARTIŞMA ÖZGÜRLÜĞÜ”dür.

* * *

Eylem birliğinin yok edildiği veya sarsıldığı bir durum, tartışma ve eleştiri özgürlüğünün kısıtlandığı veya bütünüyle ortadan kaldırıldığı bir durumdur.

Ama tartışma ve eleştiri özgürlüğü karar alınmadan önce, karar alındıktan sonra da belli değişiklikler gösterir.

Bu değişiklik, karar alınmadan önce tartışma özgürlüğü vardır; karar alındıktan sonra tartışma özgürlüğü yoktur şeklinde bir değişiklik değil; tartışma ve eleştiri özgürlüğünün sınırlarında, genişliğinde bir değişikliktir.

Marksist-Leninist partilerde doğru olan, yapılmaya çalışılması gerekli olan uygulama; herhangi önemli tartışmalı bir konuda bir KARAR ALMADAN ÖNCE, o konuda parti içinde ve dışında, karar alınacak konuda en geniş tartışmanın yürütülmesi, eleştiri özgürlüğünün sonuna kadar kullanılması, KARARIN belli bir anlamda “FİKİR MÜCADELESİNİN BİTİP, ELEŞTİRİNİN TÜKENMESİ” sonucunda, yani bütün parti üyelerinin parti içinde tartışılan konudaki bütün görüş ayrılıklarını incelemesi, herkesin görüşünün açıkça belirlenmiş olması sonucunda alınması biçimindeki uygulamadır. Yani önemli konularda karar alınmadan önce, o konuda bütün görüşlerin ortaya konmuş olduğu ve üzerinde tartışılmış olduğu bir GENEL TARTIŞMA, tartışma-karar bağıntısında doğru bir uygulamadır.

Çünkü Marksist-Leninist partiler kararı uygulamak için alırlar. Alınan bir kararın uygulanması, her parti üyesi için –o alınan kararı yanlış bile bulsa– yükümlülüktür. Bu, Marksist-Leninist partilerde disiplin ilkelerinin gereğidir. Ama Marksist-Leninist parti, partililerden körce, kölece bir itaat değil; bilinçli bir disiplin talep eder. Bilinçli bir disiplin ise ancak partinin bağrında yürütülen eleştiri ve fikir mücadelesi üzerinde oluşabilir. Kararların alınmasına, o karar alınmadan bizzat katılan, görüşlerini bildiren, doğru bulduğu görüşlerin mücadelesini veren ve kararın parti içindeki bütün görüş ve eğilimlerin açık mücadelesi sonucunda alındığının bilincinde olan bir üyenin, o kararı uygulaması kölece bir itaatın değil, bilinçli bir disiplinin ifadesidir.

Sorun böyle olduğundan, Stalin, karara varılan noktayı, bir bağıntıda, “fikir mücadelesinin bittiği, eleştirinin tükendiği” nokta olarak görüyor.

Rusya Komünist Partisi/Bolşevik Tüzüğü, “herhangi bir konu hakkında karar alınmadığı sürece... tartışma bütünüyle serbesttir” tespitini yapıyor. Komintern Tüzüğü, “Parti sorunları parti üyeleri ve örgütler tarafından yalnızca yetkili parti organı karar alana kadar tartışılır” diyor.

Açıktır ki, alınan kararın uygulanma yükümlülüğü, parti üyelerinin o karar üzerine eleştiri özgürlüklerini (eylem birliğini bozmadığı sürece) ortadan kaldırmaz. Karar alındıktan sonra da uygulama yükümlülüğünü yerine getirenler, aynı zamanda –partinin kuralları çerçevesinde– eleştiri özgürlüğünü kullanma hakkına sahiptirler. Ancak artık –karar alınan konuda, karar gerçekten parti içinde karar öncesinde yürütülen geniş bir tartışmanın sonucunda alındı ise, gerçekten “fikir mücadelesi bitip, eleştiri tükenip,” alındıysa– artık aynı konu belli bir süre partinin genel tartışma sorunu haline gelmez. (Bu, tek tek parti üyelerinin, hücrelerinin bu konuda tartışmasını ve eleştirisini dıştalamaz. Her üye, eleştirisinin bütün partiye tanıtılması hakkına sahiptir.) Bu anlamda da eleştiri ve tartışma özgürlüğünün (yalnızca alınan kararı uygulama yükümlülüğünün varlığı anlamında değil) sınırı, genişliği, karar alınmadan öncesine göre daralmıştır.

İşte bu yüzden birçok Marksist-Leninist partinin tüzüğünde, tartışma-karar bağıntısında, “tartışmanın karar alınana kadar bütünüyle özgür” olduğu belirtiliyor; karar alındıktan sonrası için ise uygulama yükümlülüğü vurgulanıyor.

3- PARTİ KONGRESİ KARARLARI ÜZERİNE TARTIŞMA İLE İLGİLİ

Parti kongreleri, Marksist-Leninist partilerin en yüksek organlarıdır. Parti kongreleri partinin genel çizgisinin belirlendiği; izleyeceği siyasetin genel hatlarının tespit edildiği, partinin gelecekteki çalışmasının yönünün tespit edildiği, kısacası öncelikle partinin genel çizgisini ilgilendiren belirleyici önemdeki kararların alındığı esas organdır.

Eğer parti kongrelerinin aldığı kararların bütün diğer parti organları ve parti üyelerinin tümü için bağlayıcı olduğu bilinirse, bu doğru bir biçimde bilince çıkartılırsa, o zaman parti kongrelerinde karar alınan bir konuda, o parti kongresi öncesinde geniş bir tartışmanın ve ideolojik mücadelenin parti içinde mutlaka yürütülmüş olması gerektiği açıkça ortaya çıkar. Parti kongresinin karara bağlayacağı konular üzerinde fikir mücadelesi ve eleştiri mutlaka bütün partide kongreler öncesinde yürütülmeli; kongre kararlarını, parti içinde daha önce yürütülmüş fikir mücadelelerinin temelinde almalıdır. Bir parti kongresinin, parti içinde daha önceden mümkün olan en geniş tartışmanın yürütülmemiş olduğu bir konuda –özellikle önemli konularda– bağlayıcı bir karar alması (çok olağanüstü, geniş bir tartışma yürütülmesinin imkânlarının çok az olduğu, varolan bütün imkânlar sonuna kadar zorlandığı halde yeterli bir tartışmanın yürütülememiş olduğu, buna rağmen acil bir karar almak zorunda olunduğu durumlar dışta tutulursa) yanlıştır.

Kongrenin karar alacağı konularda (özellikle önemli konularda) parti içinde (ve mümkün olan en geniş çevre içinde) kongre öncesinde en geniş tartışmanın yürütülmüş olması zorunluluğu; kongrenin aldığı kararlar üzerine kongre sonrasında da tartışmayı ve kongre sonrasında kongre kararlarına eleştiri getirme özgürlüğünü dıştalamaz. Ama artık değişen bir durum da vardır. Kongre öncesi parti için genel tartışma konusu olan bir takım noktalarda artık “fikir mücadelesi bitip, eleştiri tükenip, karara varılmış”tır. Bu konularda artık bütün parti üyeleri bu kararları hayata uygulamakla yükümlüdürler. Bu kararlar doğrultusunda izlenecek somut siyaseti hayata uygulamakla yükümlüdürler. Karar alınan konular, artık partinin genel tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. Partinin çizgisinin araçları haline gelmiştir. Bu, açıktır ki, karar alınmadan öncekinden değişik bir durumdur. Kongre ve onun görevlendirdiği yönetici kurumlar, parti üyelerinden bu kararlara uymasını, hayata uygulamasını talep etmektedir. Tabii ki bu kararlar, uygulamak için kavratmak amacıyla partiye sunulacak; bu kararlar üzerine tartışılacaktır. Ve bu tartışma içinde tabii ki kararları yanlış bulanlar eleştirilerini getireceklerdir. Ve parti tüzüğü hükümleri çerçevesi içinde, yanlış buldukları bu kararların değiştirilmesi için mücadele edeceklerdir. Ama artık partinin bütünü açısından –yeni bir genel tartışma açılmadıkça– bu konulardaki tartışma, genel açısından, bu konularda yürütülen ideolojik mücadele temelinde bir karara varmak amacında olan bir tartışma değil; varılmış olan kararları kavrayıp hayata geçirmek amacıyla yürütülen bir tartışmadır. Bu amaç tespiti tabii ki, tek tek yoldaşların eleştirisinin önüne engel konmak için kullanılamaz.” (Bolşevik Partizan sayı 27, sayfa 30-33)

Demokratik merkeziyetçilik ilkesinin demokrasi yanı, yalnızca tartışma ve eleştiri özgürlüğüyle sınırlı değildir. Demokrasi aynı zamanda, üst kademelerin alttan seçimle işbaşına gelmesini talep eden seçim ilkesini; ve kitlenin partiyi kontrol etmesine izin verecek tam bir aleniyet ilkesini de içerir. Demokrasinin, tartışma ve eleştiri özgürlüğü dışındaki bu diğer iki yönü, gizli olan bir partide ister istemez şartların zorlaması sonucu sınırlı olacaktır. Demokrasinin bu iki ilkesi tam anlamıyla ancak iktidardaki bir komünist partisi tarafından gerçekleştirilebilir ilkelerdir.

İşte Lenin bu yüzden “Ne Yapmalı?”da, “geniş demokrasi ilkesi” uygulanmasını talep edenlere karşı şunları söylemektedir:

”Geniş bir demokrasi ilkesinin iki açık koşulu gerektirdiğini herhalde herkes kabul eder; birincisi tam bir açıklığı, ikincisi bütün fonksiyonerlerin seçimle işbaşına gelmesini. Örgütün üyeleriyle sınırlanmamış tam bir açıklık olmadan demokratizmden sözetmek gülünç olur. Alman Sosyalist Partisi’ne demokratik bir örgüt diyebiliriz, çünkü bütün faaliyetleri, parti kongreleri bile, açık olarak yapılır; ama üyeleri dışında herkese karşı gizlilik perdesi altında saklanan bir örgütü kimse demokratik olarak nitelendiremez. O halde, “geniş bir demokrasi ilkesi”nin temel koşulu gizli bir örgüt tarafından yerine getirilemezken bu ilkeyi öne sürmenin anlamı ne? Bu “geniş ilke”, böyle bir durumda görkemli ama içi boş bir sözdür. Dahası var. Bu söz, örgütlenmeye ilişkin andaki ivedi görevlerin hiç anlaşılmadığının da kanıtıdır. Bizim devrimcilerimizin “geniş” yığını arasında gizliliğe ne kadar az uyulduğunu herkes bilir. Bundan, “üyelerin sıkı bir elekten geçirilmesini” haklı olarak isteyen B-v’nin nasıl yakındığını gördük. Ama “gerçeklik duygularıyla” övünen kimseler, böyle bir durumda en keskin gizliliğin ve üyelerin en sıkı (yani daha da sıkı) bir elekten geçirilmesi üzerinde değil de, “geniş bir demokrasi ilkesi” üzerinde direniyorlar! Karavana atmak buna denir.

Demokratizmin ikinci koşulu için de, seçim ilkesi için de, durum daha uygun değildir. Siyasal özgürlüğün bulunduğu ülkelerde, seçim ilkesi tartışma götürmez. Alman Sosyal Demokrat Partisi tüzüğünün birinci maddesi şöyle der: “Parti programının ilkelerini kabul edenler ve partiyi gücü yettiği kadar destekleyenler parti üyesidir.” Bir tiyatro sahnesi, seyircilerine ne kadar açıksa, siyasal arena da kamuoyuna o kadar açık olduğundan, herkes gazetelerden ve açık toplantılardan şu ya da bu kimsenin partinin ilkelerini kabul edip etmediğini, partiyi destekleyip desteklemediğini bilir. Belirli bir siyasal kişinin işe nasıl başladığını, nasıl bir evrimden geçtiğini, çetin bir anda nasıl davrandığını, ne gibi nitelikler taşıdığını herkes bilir; onun için bütün parti üyeleri bütün olguları biliyor olduklarından, bu kişiyi belirli bir parti fonksiyonuna seçerler ya da seçmezler. Bir parti üyesinin siyasal eylem alanındaki her hareketinin (sözcüğün kesin anlamıyla) genel denetimi, biyolojide “en uygunların kalımı” diye adlandırılan ve otomatik olarak işleyen siyasal bir mekanizmayı yaratır. Mutlak bir açıklığın, seçilme hakkının ve genel denetimin sonucu olan bir “doğal seçim” her siyasal kişinin, son tahlilde, “kendisi için en uygun yeri” bulmasını, gücüne ve yeteneklerine en uygun düşen işi yapmasını, hatalarının sonuçlarını anlamasını ve hatalarını kabul etme ve kaçınma yeteneğini herkesin önünde ortaya koymasını sağlar.

Çizdiğimiz bu tabloyu, bizim otokrasimizin çerçevesi içine yerleştirmeye çalışınız! Rusya’da, “parti programının ilkelerini kabul eden ve partiyi gücü yettiği kadar destekleyen” herkesin, gizli çalışan devrimcinin bütün eylemlerini denetlemesini akıl alır mı? İşin çıkarları gereği, devrimci, bu “herkes” dediklerimizin ondadokuzundan kimliğini saklamak zorunda iken, bu herkesin, devrimcilerden birini belli bir kademeye seçmesi mümkün müdür? Raboçeye Dyelo’nun ortaya attığı görkemli formüllerin gerçek anlamı üzerinde biraz düşününüz, otokrasinin karanlığı ve jandarma egemenliği altında, seçimi yapanın jandarma olduğu şartlarda, parti örgütünde “geniş demokratizmin” yararsız ve zararlı bir oyuncaktan başka bir şey olmadığını görürsünüz. Yararsız bir oyuncaktır, çünkü gerçekte, hiçbir devrimci örgüt, ne kadar isterse istesin, geniş demokratizmi hiçbir zaman uygulamamıştır ve uygulayamamıştır. Zararlı bir oyuncaktır, çünkü “geniş bir demokrasi ilkesini” uygulanması yolunda herhangi bir çaba, sadece, polisin büyük baskınlara girişmesini kolaylaştıracak bugün hüküm süren ilkelliği devam ettirecek ve pratik içinde çalışan militanların dikkatini, profesyonel devrimciler olmak için kendilerini eğitmeleri gibi ciddi ve ivedi bir görevden, “kâğıt” üstünde ayrıntılı seçim sistemi kuralları hazırlamaya çekecektir. Bu “demokratizm oyunu” ancak etkin çalışmaya katılma fırsatını bulamayan kimselerin sık sık toplandığı yurtdışında, özellikle küçük gruplarda, yer yer gelişebilirdi.” (Lenin, “Ne Yapmalı?”, Cilt 5, Almanca, sayfa 495-497)

Lenin, burada Çarlık Rusyası’nda komünist partisinin geniş demokrasi ilkesi temelinde mi, yoksa merkeziyetçilik ilkesi temelinde mi işlemesi gerektiği sorusunu tartışmakta ve “geniş demokrasi ilkesi” temelinde işlemesi gerektiğini savunanlara karşı, bunun Rusya şartlarında “olamazlığını” savunmaktadır. İllegal olan hiçbir partide tam bir aleniyet ve tüm fonksiyonerlerin seçimle işbaşına gelmesi mümkün olmadığına göre, “geniş demokrasi ilkesi”nin savunulması anlamsızdır, “tehlikeli bir oyundur”. Böyle bir talep Lenin’e göre, anın gerçek görevlerinden de saptıran bir taleptir aynı zamanda. Lenin’in Çarlık Rusyası için reddettiği “geniş demokrasi ilkesi” –yani tam bir aleniyet ve tüm fonksiyonerlerin seçimi– emperyalizm ve proleter devrimleri çağında, proletaryanın bizzat iktidarda olmadığı tüm ülkeler için reddedilmek zorundadır.

Sorun “geniş demokrasi ilkesi”yle “merkeziyetçilik ilkesi”nin örgütlenme ilkesi olarak karşı karşıya konulup tartışıldığı zaman; iktidarda olmayan bir proletarya partisinin “geniş demokrasi ilkesi”ni uygulayamayacağı, onun alternatifi olarak konan “merkeziyetçilik ilkesi” temelinde örgütleneceği, örgütlenmek zorunda olduğu açıktır.

Sorun bu şekilde tartışıldığında, henüz bir yanda “demokrasi”, öbür yanda “merkeziyetçilik” ilkesi; bu iki ilke karşı karşıya konularak tartışılmaktadır. Henüz bu iki ilkenin birleştirildiği “demokratik merkeziyetçilik” ilkesi ortada yoktur.

Ama “merkeziyetçilik ilkesi” denen ilke temelinde örgütlenildiğinde, sözkonusu örgüt içinde demokrasinin hiç olmadığı anlamına da gelmiyor bu. Bizzat merkeziyetçilik ilkesi temelinde örgütlendiği tespiti yapılan RSDİP içinde –henüz demokratik merkeziyetçilik örgütlenme ilkemizdir tespiti yapılmadığı dönemde de, yani kuruluştan 1906’ya kadar olan dönemde de– demokrasinin tartışma ve eleştiri özgürlüğü, sınırlı olarak seçim ve açıklık gibi unsurları uygulanıyordu.

Bu noktada, “SBKP/B Tarihi-Kısa Ders”te de partinin kuruluş dönemiyle ilgili olarak örgütlenme ilkesi üzerine tartışılan yerde, Lenin’in “Ne Yapmalı?”sında takındığı tavra benzer bir tavır takınılır. Orada söylenenler şöyledir:

“Parti, görevlerini gereğince yerine getirebilmek ve kitlelere sistemli bir şekilde kılavuzluk edebilmek için, merkeziyetçilik ilkesine dayanarak örgütlenmeli, herkesi bağlayıcı bir tüzüğe, herkesi bağlayıcı bir parti disiplinine ve tüm için bağlayıcı bir yönetici organa sahip olmalıdır. Bu organ, parti kongresi, kongreler arasındaki zamanlarda da parti Merkez Komitesidir. Partide azınlık çoğunluğa, tek tek örgütler merkeze, alt örgütler üst örgütlere itaat etmelidir. İşçi sınıfının partisi, bu şartları yerine getiremezse, gerçek bir parti olamaz ve işçi sınıfına kılavuzluk etme görevlerini gerçekleştiremez.

Hiç şüphe yok ki, çarlık istibdadı altında partinin illegal olarak varolduğu günlerde, parti örgütleri tabandan seçim ilkesi üzerine kurulamazdı ve bunun bir sonucu olarak da, parti kesinlikle gizli olmalıydı. Ama Lenin, partimizin hayatının bu geçici özelliğinin çarlığın kaldırılması sonrasında daha ilk günlerde ortadan kalkacağını, partinin açık ve legal bir hale geleceğini ve parti örgütlerinin demokratik seçim, demokratik merkeziyetçilik ilkelerine dayanılarak kurulacağını düşünüyordu.

“Eskiden”, diye yazıyordu Lenin, “Partimiz resmen örgütlenmiş bir bütün değildi, ayrı ayrı grupların toplamıydı; sadece ve bu yüzden, bu grupların arasında ideolojik etki ilişkilerinden başka bir ilişkinin kurulması imkânsızdı. Şimdi ise, örgütlenmiş bir parti haline geldik, bu otoritenin kurulmasını, düşüncelerin otoritesinin gücün otoritesine dönüştürülmesini ve alt parti kuruluşlarının üst parti kuruluşlarına bağlılığını gerektirir”.

Menşevikleri, parti otoritesi ve disiplinine itaat etmeyen örgütsel nihilizm ve aristokratik anarşizm ile suçlarken Lenin şöyle yazıyordu:

“Bu aristokratik anarşizm özellikle Rus nihilistlerine özgü bir şeydir. Rus nihilistine, parti örgütü muazzam bir “fabrika” olarak görünür; parçanın bütüne, azınlığın çoğunluğa bağlılığını o, “kölelik” olarak kabul eder... bir merkezin yönetimi altında yapılan işbölümü onda, insanların çarkın dişlilerine dönüştürülmesine karşı traji-komik bir feryat uyandırır (bu dönüştürülmenin en zalimce örneği olarak, yazı kurulu üyelerinin birer yazar haline getirilmesi kabul edilir); partinin örgüt tüzüğünden sözedilecek olunduğunda, alaycı bir gülümseyiş takınır ve tüzükten tamamıyla vazgeçilebileceği yolunda, “şekilcileri” hedef alan küçümseyici bir imada bulunur.”” (SBKP/B Tarihi-Kısa Ders, Almanca, sayfa 63-64; Türkçesi için Aydınlık Yayınları, sayfa 73-74)

“SBKP/B Tarihi-Kısa Ders”ten yaptığımız bu alıntıda da görüldüğü gibi, Rusya’da çarlık iktidarı altında partinin illegal olma zorunda olduğu, bu yüzden de “merkeziyetçilik” ilkesi temelinde inşa edildiği ortaya konuyor.

Demokrasi ilkesi, “tabandan seçim” ilkesi ve açıklık olarak yorumlanıyor.

Açıktır ki, “demokrasi” ilkesi, seçim ve tam açıklık olarak ele alındığında, illegal bir partinin merkeziyetçilik ilkesi temelinde kurulduğunu söylemek doğrudur. Ama demokrasinin diğer unsuru –parti içinde görüş ayrılıkları üzerine serbestçe tartışma, eleştiri özgürlüğü– demokratik merkeziyetçiliğin bir unsuru olarak ele alındığında; ilkenin demokratik merkeziyetçilik olduğunu söylemek doğrudur. Nitekim dünya komünist hareketi daha sonra, komünist partisinin işleyiş ilkesinin “demokratik merkeziyetçilik” olduğu tespitini Komintern I. Kongresinde yapmıştır.

Lenin-Stalin’in önderliğindeki Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin de “merkeziyetçilik” ilkesi temelinde kurulmuş olduğu tespiti yapılmasına rağmen; onun içinde parti programı çerçevesinde ve parti kuralları içinde, eylem birliğini bozmama şartıyla, en geniş eleştiri ve tartışma özgürlüğü vardı. Bu anlamda onun kuruluş ilkesinin de demokratik merkeziyetçilik olduğunu; demokrasinin özellikle seçim ve açıklık ilkelerinin illegalite şartlarında şartlara göre sınırlı olduğunu söyleyebiliriz.

Demokratik merkeziyetçiliğin merkeziyetçilik yanı herkesi bağlayan bir parti tüzüğünün varlığı; herkesi bağlayan parti disiplinin varlığı; herkesi bağlayan bir en üst organın (kongrenin) varlığı; iki kongre arasında onun yetkilerini kullanan, onun seçtiği bir merkezin varlığı; bütün parti organlarının Merkez Komitesinin kararlarına uyması; alt kademelerin üst kademelere; azınlığın çoğunluğa uymasını içerir.

Bu iki yanın şartlara göre ustaca kaynaştırılması, komünistlerin önünde duran önemli bir görevdir.

9

“Eylem birliği - eleştiri özgürlüğü” ilkesi, uygulamada belli şartlar altında, yukarıda ortaya koyduğumuz gibi, eleştiri özgürlüğünü ortadan kaldırmayı da öngörür. Buna bizim pratiğimizden örnek, Olağanüstü Parti Konferansında aldığımız şu karardır:

“BOLŞEVİK PARTİ İNŞASI VE MARKSİZM-LENİNİZMİN GÜNCEL KISTASLARI KONUSUNDAKİ KARARLARA KARŞI AJİTASYON-PROPAGANDAYI YASAKLAMA KARARI

III. Konferansımız, Bolşevik parti inşası konusunda parti içinde yıllarca sürdürülen tartışmayı, aldığı Bolşevik parti inşası hakkında kararla sonuçlandırmıştı; parti çizgimize Marksizm-Leninizm bilimi temelinde bu alanda yeni unsurlar katmıştır.

III. Konferansımız, “Marksizm-Leninizmin Güncel Kıstasları” konusunda da, partimiz içinde yıllarca sürdürülmüş tartışmayı sonuçlandırmış, “Marksizm-Leninizmin Güncel Kıstasları”nın neler olduğu, bunların nasıl kullanılacağı vb. konusunda kesin kararlar alarak, parti çizgimizi bu alanda da ilerletmiştir.

III. Konferansımız ertesinde, konferans içinde ortaya çıkan ideolojik-siyasi görüş ayrılıkları giderek derinleşmiş; ve gerek parti inşası konusunda, gerek “Marksizm-Leninizmin Güncel Kıstasları” konusunda, Marksist-Leninist parti çizgimizden sapan bir çizgi temelinde III. Konferans delegelerinin yarısı; ve partinin bu delegeler önderliğindeki bir bölümü birleşmiştir.

Bu delegelerden bir bölümü kendi çalışma alanında hizipçi bir faaliyet yürütmeye başlamıştır.

Partinin önemli bir azınlığını oluşturan bu unsurların gerek parti inşası konusundaki, gerekse “Marksizm-Leninizmin Güncel Kıstasları” konusundaki çizgilerini, konferansımız ayrı özel kararlarda değerlendirmiş ve mahkum etmiştir.

Sözkonusu alanlardaki çizgi, kökten yanlış, Marksizm-Leninizme ters, inkarcı, tasfiyeci bir çizgidir. Bu çizgi, doğrudan doğruya Bolşevik parti inşasını imkânsız kılmaya yönelen bir çizgidir.

Bu çizgi temelinde, parti içinde bir fraksiyon oluşması yönünde gelişmeler olmuştur. Giderek, başlangıçta yalnızca azınlığın belirli unsurlarının yürüttüğü hizipçi faaliyet, partinin merkezi görevlerini sabote edici, Bolşevik parti inşası çalışmasını akim kılıcı faaliyetler, bütün azınlığın eğilimleri haline gelmeye başlamıştır. Görünüşte bir parti çatısı altında iki ayrı parti anlayışı, fraksiyonlar konfederasyonu anlayışı, azınlığımız tarafından parti içinde “buhrandan çıkış yolu”, hem de Marksist-Leninist çıkış yolu olarak açıkça savunulmaya başlanmıştır.

Partiyi açıkça bölünmeye götüren; ve parti çalışmalarını felce uğratan bu gelişmeler karşısında, bu buhranın aşılması için ideolojik mücadele ile azınlığımızın çatıştığımız alanlardaki anti-Leninist özünü teşhir eder; ve doğru yoldan sapanları Marksist-Leninist yola kazanmaya çalışırken; aynı zamanda da bir parti içinde örgütsel birliğin nasıl yürüyebileceğini, hangi şartlar altında Bolşevik parti inşasını sekteye uğratan yanlış görüşlerin savunucularıyla aynı parti içinde nasıl birlikte gidebileceğimizi de açıklamak Marksist-Leninistlerin görevidir.

Olağanüstü Parti Konferansımız bu bilinçle şu kararı alır:

Konferansımız, III. Konferansta alınan ve konferansımızca da onaylanan “Parti İnşası” ve “Marksizm-Leninizmin Güncel Kıstasları” konusundaki kararların parti çizgimizin en temel unsurlarından bazıları olduğunu açıklar.

Konferansımız, şimdi ayrı örgüt olarak ortaya çıkmış olan, kendini partimizden örgütsel olarak ayırmış olan azınlığın bu konulardaki yanlış, Leninizme düşman, parti inşası görevlerinin çözümünü imkânsız kılan çizgisini kökten reddeder ve şunları gerekli gördüğünü açıklar:

* Partimiz, sözkonusu konulardaki parti çizgimizi, parti inşası pratiğimizde her türden yanlışa karşı, özellikle de içimizden çıkan azınlığın tasfiyeci anti-Leninist çizgisine karşı sürekli ve sistemli bir ideolojik mücadele içinde savunur ve uygular.

* Partimiz bu konulardaki çizgimize karşı tasfiyeci görüşlerin propagandasının TKP/ML (BOLŞEVİK) üyeliğiyle bağdaşmadığını açıklar.

* Konferansımız, Merkez Komitesine bu kararları kesinlikle uygulama görevi verirken, özel yayınlarda (Tartışma Yazılarında) “Parti İnşası” ve “Marksizm-Leninizmin Güncel Kıstasları” konularında da bütün parti üyelerinin köklü fikir alış verişi için yere sahip olması gerektiğini açıklar.

Konferansımız gelinen noktada, azınlığın Olağanüstü Parti Konferansı öncesinde ayrılmış olması sonucu, bu kararın somut esas fonksiyonunun, azınlıkla birlikte gitmekte olan Marksist-Leninist unsurlara, Marksist-Leninist partimiz içinde birlikte çalışmanın şartlarını bir kez daha göstermek olduğunun bilincindedir.

Konferansımız, böyle bir kararın, olağanüstü gelişmeler sonucu alınmış bir karar olduğunu da açıklamayı gerekli görür.” (TKP/ML(BOLŞEVİK) Olağanüstü Parti Konferansı Raporu, sayfa 117-120)

10
Temsil hakkı üzerine

Bu noktada, temsil hakkı, tek tek üyelerin değil, parti örgütlerinin temsil hakkı olarak ele alınmaktadır.

Açıktır ki, bu temsil edilmede, her delege mümkün olduğunca eşit sayıda üyeyi temsil edecektir.

Her delege ilke olarak kendi kullanacağı bir oya sahip olacaktır.

Parti örgütü içinde çalışmayan üyelerin durumu özel olarak ele alınmalı, bunların temsil edilmesi sorunu her somut durumda somut olarak çözülmelidir.
 

10a

Merkez Komitesi özel yetkisini kullanarak kuraldışı ve oy hakkına sahip delege çağırır. Tespit edilen delege anahtarı temelinde seçilmemiş olan bu delegeler, tespit edilen genel delege anahtarı temelinde seçilmiş delege olarak kongreye katılan delegelerin onayına sunulur. Merkez Komitesi tarafından kuraldışı olarak çağrılan oy hakkına sahip delegelerin, kongrede oy hakkına sahip olup olmayacağına seçilmiş delegeler karar verir.

Kuraldışı olarak, genel delege seçim anahtarının öngördüğü delege sayısından daha fazla (kural dışı) delege seçilmiş hücrelerde de, birinci delege ve ikinci seçilmiş delege seçimi yapılır. Anahtarın öngördüğü sayıdan fazla seçilmiş delegelerin oy hakkı olup olmayacağına, yine gündeme geçilmeden, kongrenin seçilmiş delegeleri karar verirler.
 

11
Temel kararlar nelerdir

“Temel kararlar”dan anladığımız; partinin siyasi çizgisinin ve örgütsel yapısının esasına ilişkin olan kararlardır.
 

12

Bu özel görev örgütleri/komisyonlar bizim durumumuzda şunlar olabilir:

(...)

Bunlardan bir bölümü bugün vardır. Bir bölümünde yalnızca sorumlular vardır. Bir bölümü ise hiç yoktur. Önümüzdeki dönemde hedef, bunlardan herbirinin Merkez Komitesinin tespit ettiği sorumlular önderliğinde, gerçek komisyonlar haline getirilmesi olmalıdır.

13

Burada sözkonusu edilen nedenler, ölüm, hastalık, hakim sınıflar tarafından engellenme gibi, Merkez Komitesi üyesinin isteği, iradesi dışında objektif nedenler; ve kendi isteğiyle istifadır.

Bunun dışında, ancak partiden atılma cezasını gerektirecek bir suçun işlendiği şartlarda; ve hakim sınıflarla işbirliğinin ispatlandığı vb. şartlarda, Merkez Komitesi içinden bir kişi, iki kongre arasında Merkez Komitesinden ve partiden çıkarılır.
 

14

Partimiz, örgütlenmede, fabrika hücrelerini partimizin temel örgütleri haline getirebilmek için, en başından itibaren fabrika hücrelerinin örgütlenmesine büyük önem verecek, örgütsel çalışma öncelikle bu yöne yönlendirilecektir.

6. Kongrede bu konuda şunlar belirlenmiştir:

“... hem işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin geri olduğu, hem de komünist örgütlenmenin güçsüz olduğu, işçi sınıfıyla komünist örgütün bağının zayıf olduğu günümüzde, BÜTÜN GÜÇ işçi sınıfını örgütlemeye verilmeli; bunun için belli sanayi merkezlerinde yoğunlaşılmalıdır.”
 

15

“Seçme ve seçilme hakkı dışında” hükmü, yalnızca kongre için delege seçimlerinde oy kullanma ve seçilebilir olma hakkına sahip olmamak anlamına gelmez. Bunun ötesinde, aday üyeler, parti çalışmasının belirleyici önemde konularında da oy hakkına sahip değildirler. Bu, hiçbir şekilde aday üyelerin pratik faaliyetlerde hiçbir oylamaya katılmayacakları, hiçbir oy hakları olmadığı anlamına gelmez. Pratik faaliyetin bir dizi sorununda parti üyeleri doğru buldukları hallerde, aday üyeleri de sorumluluğa katma, inisiyatif geliştirme, adaylarda özgüveni geliştirme, yetkinleştirme ve benzeri amaçlarla oylamaya katarlar. Oylamaya katıldıkları her konuda, kuşkusuz adayların da oyları geçerlidir.
 

16

1988 yılında yapılan Örgütlenme Konferansı ve ertesinde yapılan 4. Kongrede bu görev; merkezi düzeyde bir Kuzey Kürdistan Seksiyonu Örgütleme Komisyonu kurularak ele alındı. Seksiyon örgütlenmesinin aslında, bir anlamda, ayrı bir parti örgütlenmesi olduğu, bu biçimde bir örgütlenme kararının alındığı “Örgütsel Konferans”ta tespit edilmişti. 5. Kongrede, parti isminin değiştirilmesine de bağlı olarak, eski “Seksiyon”un ismi, “BOLŞEVİK PARTİ (Kuzey Kürdistan)” olarak değiştirildi. Bu anlamda, Tüzük’teki ilgili madde, “BOLŞEVİK PARTİ (Kuzey Kürdistan)” maddesi oldu. BOLŞEVİK PARTİ’nin tüzüğü, hem BOLŞEVİK PARTİ (Türkiye), hem de BOLŞEVİK PARTİ (Kuzey Kürdistan) için aynen geçerli olan bir belge olarak kavranmak zorundaydı ve öyle de kavrandı.

Bu bölüm, daha sonraları gelişmemize bağlı olarak 6. Kongremizde “Bölge Partileri” olarak değiştirildi ve böylece örgütsel yapımıza uygun hale getirildi.
 

17

Açıktır ki, “tüm meseleler” dendiğinde, illegal bir örgütlenmede anlaşılması gereken şey, ideolojik-siyasi görüş ayrılıkları ve illegaliteyi yaralamadığı ölçüde örgütsel sorunlardır. Bu, örgütsel sorunlardaki görüş ayrılıkları üzerine tartışmanın, ancak çok genel düzeyde yürütülebileceği anlamına gelir. Kimin nerede, nasıl örgütlü olduğunu, partinin şu veya bu örgütünün somut olarak ne yaptığını vb. açığa çıkartabilecek tartışmalar ilke olarak reddedilmek zorundadır.
 

18

Hakkında parti cezası verilmek istenen parti üyeleri, kendileriyle ilgili oylamada oy hakkına sahiptirler.
 

19

Parti hücreleri bu düzenli aidatın yanında, her üyenin durumuna göre belli bir parti vergisi tespit edebilirler.

Gelirlerinin %10’unu verdiğinde, geçinemeyecek durumda olan parti üyelerinin durumu hücreler tarafından somut ele alınarak kuraldışı özel aidat tespit edilir.
 

20

Bu yoldaşlar görev gereği üretime katılmaları halinde tüm gelirlerini partiye verirler.

Bu yoldaşların tüm ihtiyaçları parti tarafından karşılanır.

BUNLARA EK OLARAK 1988 YILINDA YAPILAN 1. ÖRGÜTLENME KONFERANSINDA, BUGÜN DE GEÇERLİLİĞİNİ KORUYAN ŞU AÇIKLAMALAR YAPILMIŞTIR:

SEMPATİZANLARLA İLGİLİ:

Sempatizan örgütlerinde de bu tüzüğün hükümleri doğrultusunda çalışma yürütülmesi hedeftir.

Açıktır ki, ileri sempatizanlar açısından, parti üyelerinde olduğu gibi, bu tüzük bağlayıcı değildir.

KADINLARA VE ÇOCUKLARA KARŞI ŞİDDET İLE İLGİLİ:

Konferansımız, kadınlara ve çocuklara karşı şiddet uygulanmasının partimizin üyeliğiyle bağdaşmadığını; kadınlara ve çocuklara şiddet uygulayanların partimize alınmayacağını ve partimizde barındırılmayacağını açıklar.
(Bu kararın yorumu için bakınız: “Örgütsel Konferansın aldığı bir karar üzerine: Kadınlara karşı şiddet parti üyeliği ile bağdaşmaz!” başlıklı yazı (Bkz. Bolşevik Partizan, Sayı 46, sayfa 36-43)

EK OLARAK 2001 YILINDA YAPILAN 7. KONGREDE BU BÖLÜME ŞU EKİN İLAVE EDİLMESİ KARAR ALTINA ALINMIŞTIR:

POLİSTE, MAHKEMEDE, TUTUKEVİNDE TUTUM İLE İLGİLİ:

Poliste, mahkemede, tutukevinde çözülme parti üyeliğiyle bağdaşmaz.